Sevgili okuyucularım, meşhur fıkradır ve hepiniz bilirsiniz. Nasrettin Hoca’nın evine bir gece hırsız girer. Evde zaten fazla bir şey yoktur.
İki tencere ile iki kilimi alıp götürür.
Sabah kalkınca soyulduğunu gören Hocamız ağlaşmaya başlar. Konu komşu bu durumda Hoca’yı azarlar:
- Ne biçim adamsın sen, kapını pencereni doğru dürüst kapatsaydın...
- Madem uykun bu kadar ağır, evine bir bekçi tutsaydın...
Çaresiz kalan Hoca derdini anlatamaz, bu kez şöyle der:
- Tamam, benim hatam var da hırsızın hiç mi suçu yok!
Türkiye’de bu soruyu sorduran olaylar yaşıyoruz.

* * *

Yargıyı hükümetin emirleri doğrultusunda düzenleyen Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu son olarak 17-25 Aralık operasyonlarında aktif rol oynayan dört savcı ile bir hakimi açığa aldı.
Birinci sınıf hakim olmaları nedeniyle onlar şimdi Yargıtay’da yargılanacak.
Fakat birkaç gün içerisinde tamamı gözaltına alınacak ve görevli oldukları illere en yakın olan Ağır Ceza Mahkemeleri tarafından tutuklanacak.
Yandaş gazeteler dün manşet attılar bile!
“Silivri gözüktü.”

* * *

Neydi bu 17-25 Aralık operasyonları?.. Hükümetin dört bakanı tarafından yapılan telefon konuşmalarını savcılık emriyle polis dinlemiş, çok önemli yolsuzluk ve rüşvet iddiaları 17 Aralık günü gündeme bomba gibi düşmüş, Bakan çocukları ile Halkbank Genel Müdürü gözaltına alınmıştı.
Evler arandığı zaman bulunanlar fazlasıyla ilginçti!
Ayakkabı kutularında istiflenmiş milyonlarca dolar, çelik kasalarda istiflenmiş yine milyonlarca dolar, para sayma makineleri ve daha neler neler...
Ve her olayda başı çektiği anlaşılan Reza isimli bir İran uyruklu.
Olaylarda ismi geçen Bakan Beyleri anımsayın:
Egemen Bağış, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar ve Zafer Çağlayan.

* * *

Muammer Güler o sabah gözaltına alınmak üzere olan oğluna telefonda taktik veriyor, Reza ile ilişkilerini nasıl anlatacağını söylüyordu.
Zafer Çağlayan’a Reza’nın İsviçre’de 700 bin Euro’luk kol saati aldığı ortaya çıkmıştı.
Aynı Reza, Egemen Bağış’a çikolata kutuları içinde 500 bin dolar gönderirken, paraları teslim edecek olan adamına talimat veriyordu:
“Aman haaa yanlışlık olmasın. Kutulara Euro değil dolar koyacaksın...”
Çünkü Euro dolardan daha pahalıydı. Maliyeti biraz olsun düşürmek istiyordu!
Operasyonların hemen ardından konuşan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın sözleri de çok ilginçti:
“Ben ne yaptıysam Başbakan’ın (Tayyip’in) talimatıyla yaptım. Başbakan’ın da istifa etmesi gerekir. Şu anda hükümetten de, milletvekilliğinden de istifa ediyorum.”
Aradan birkaç gün geçti ve bu dört Bakan Bey (Bayraktar dahil) görevden alındılar.
Bakanlıktan istifa etmekten dem vuran Bayraktar istifa etmemişti!
Bunlar madem suçsuzdu, iftiraya uğramıştı, niçin görevden alındılar?
Bu sorunun yanıtını veremediler.
25 Aralık 2013 operasyonu ise hemen aynı günlerde patladı.
Burada Tayyip’le oğlu Bilal arasında geçtiği iddia edilen telefon konuşmaları yer alıyordu.

* * *

Hükümet duruma derhal uyandı ve el koydu! HSYK’nın yapısı değiştirildi ve yeni bir HSYK oluşturuldu.
Her türlü tutuklama yetkisiyle donatılan Sulh Ceza Mahkemeleri kuruldu.
İki operasyona katılan hakimler ve savcılar için soruşturmalar başlatıldı...
Yargıtay’a çok sayıda yeni üye seçildi ve bu kurum da ele geçirildi.
Başsavcılık bütün zanlılar hakkında takipsizlik verdirdi!
İranlı Reza dahil!..
Böylece her şey, her iddia kısa süre içerisinde örtbas edilmiş oldu.
Üstelik hükümetin kâr hanesine çok önemli bir kayıt bu vesile ile düşürülmüş oldu:
Yargının tümüyle ele geçirilmesi, adaletin iktidarın emrine sokulması.”

* * *

Şimdi açığa alınan ve birkaç gün içerisinde önce gözaltına alınması, sonra tutuklanması beklenen hakim ve savcılar kimlerdi?
Hükümete bakarsanız onlar “Cemaatçi” idi.
Peki onları o görevlere getiren kimdi?
Aynı hükümetti!
Onların cemaatçi olup olmadığını bilemeyiz. Varsayalım öyle idiler, o halde onları o makamlara niçin getirmişlerdi?
Dikkat ediniz, bu soruya bugüne kadar hiçbiri yanıt veremedi. Bundan sonra da veremeyecek.
Önemli olan yargı üzerinde tam saha pres baskı oluşturmak, Türkiye’nin tüm hakim ve savcılarına mesaj vermekti:
Bundan sonra bana ters gelecek kararlar veren her hakim ve savcı hakkında işlem yapılacak, gerektiğinde açığa alınacak ve tutuklanması sağlanacaktır.”
Nasrettin Hoca’nın evine hırsız girmiş, herkes kendisini suçlamaya başlayınca ahaliye sormuş:
“İyi de, hırsızın hiç mi suçu yok!”

Türk Bayrağı olsaymış gereğini yapacakmış!

Sevgili okuyucularım, Libya yakınlarında bir gemi denizden ve havadan saldırıya uğradı. Mürettebattan bazılarının Türk olduğu, Türk vatandaşı olan üçüncü kaptanın saldırıda öldüğü anlaşıldı.
Ancak gemi Türk Bayrağı değil, Cook Island Bayrağı taşıyordu.
Yaralı gemi Fethiye’ye geldi.
Olayın hemen ardından Tayyip konuştu:
“Gemide bizim bayrağımız olsaydı durum çok farklı olurdu. İşin takipçisiyiz. Bu işin faillerini de (suçlularını) inşallah ortaya çıkaracağız!”
Bizim bayrağımız olsaymış ne yapacakmış!
Bundan birkaç yıl önce Suriye, sınırını geçen Türk jetine ateş açtı ve iki pilotumuz Akdeniz’in sularına gömülüp şehit düştü.
Uçak ve pilotlar bizimdi... O zaman ne yapabildi?
Hiçbir şey!
Peki bu gemi işinin faillerini nasıl ortaya çıkaracak?
Biraz zaman geçsin, kendisine “Böyle demiştin, ne yaptın” diye soracağız.
Boşa konuşuyor... Göreceksiniz, hiçbir şey yapması mümkün değil.
Kamuoyu önünde bunları söyleyip kendisini sanki bir şey yapacakmış gibi gösteriyor!
Böyle olur olmaz konularda hiç konuşmasa daha iyi...