Habertürk’ün en güzel yıllarıydı; kurucusu gazeteci Ufuk Güldemir hayatta, harika bir kadro işbaşında.
Herkes bizden söz ediyor, etkimiz büyük. Ufuk’un bir panoya yazdırdığı gibi “gücümüz özgürlüğümüzde..”
Kimsenin parayı pulu önemsediği yok, hepimiz özgürce ve neşeyle işimizi yapabilmenin şımarıklığı içindeyiz.
Televizyonun girişindeki başka panoda şöyle yazıyor : “bu işyerinde şort giymek serbesttir !!” Yanında ise işe geldiğimde görmekten en mutlu olduğum söz : “Yaşasın Özgür Düşünce”
Şimdi bir hayal gibi değil mi ? Gerçekti. Hepimizin paylaştığı harika bir gerçek.

* * *

Bir gün yayın sırasında kapıdan olağanüstü güzel bir kadın girdi, ışıl ışıl, yüzünde kocaman bir gülümseme ile.
Leyla ile böyle tanıştık.
“Geriye Yazılar Kaldı” kitabını yeni yazmıştı. Ufuk Güldemir ve Sedat Ergin’in sevgi dolu “mıncıklamaları” karşısında gülüyor, “deliler !” diyordu.
“Deli”liğin makbul olduğu zamanlardı. “Muhafazakar bir sis bulutu” memleketi ve basını esir almamıştı henüz.
Beraber etkinliklere katılıyor, seyahatlere gidiyor, konuşuyorduk. Daha doğrusu ben hayranlıkla onu izliyordum.
Sahici neşesini... zaman zaman karşı koyamadığı huysuzluğunu. Sonra birden sımsıkı sarılmasını.
Her sabah yüzdüğü havuzdan ıslak saçlarla eve gelişini... Ortaköy’deki boğaz manzaralı evinin terasında dostları için kurduğu sofralardaki klasını.
Büyülü bir kadındı Leyla.
Tıpkı Habertürk’ün o yılları gibi “gücü özgürlüğünde” olan bir kadın. Taşıması zor bir kadın.
Cemiyet yazarı olarak mesleğe ilk başladığında Milliyet’teki 41 erkek gazeteci “biz bu hanımefendi ile aynı yerde çalışmak istemiyoruz” diye imza bile toplamışlar, varın siz düşünün !
Hep görkemli hayatlar, büyük aşklar yoktu. Ağladığına... pişmanlığına... üzüntüsüne de defalarca tanık olduk.
En büyük aşklarını biliyorduk. Refik Erduran’la geçirdiği fırtınalı evliliği de...
Cenazesini alkışlarla uğurladığımız gün “onun gazeteci kızları” bir kahve için cami avlusundan çıkarken Buket Aşçı “Refik Bey’in yazısını gördün mü ?” dedi.
Refik Erduran “ruhu bunu okuyorsa bir kahkaha atıp suçlarımı bağışlasın” yazmış. Bilmem bağışlamış mıdır ?
Ama Leyla’nın kendini hiç bağışlamadığı konuyu ona yakın olanlar iyi biliyor.
Refik Erduran’ın istediği üzerine Leyla’nın ilk evliliğinden olan tek oğlu Adnan’ı yatılı bir okula göndermesini...
Leyla bu kararın yanlış olduğunu kabul etmiş ve kendini bunun için hiç affetmemişti.
Leyla artık yok. İhtişamlı ve ışıklı bir hayatın içinden yürüdü gitti.
Cenazede Adnan Bey’e taziye dilerken düşünmeden edemedim : “Leyla’nın oğlu olmak şüphesiz ki kolay değil. Acaba Adnan Bey Leyla’yı bağışladı mı ?”
Yanıtını bilmiyorum.
Bildiğim şu : kimsenin kimseyi affedemediği bir dünya çok ama çok ağır. Hayata devam edebilmenin tek yolu “affetmek”.
Ancak o zaman hem güçlü hem özgür olabiliyor insan. Zor. Biliyorum.
Ama kolay olan hiçbir şey ilginç de değil zaten.
Seni çok özleyeceğim Leyla. En zor,
en karanlık günlerimde beni yanında
taşımanı, dinlemeni ve neşenle beni
mutlu etmeye çalışmanı hiç ama hiç unutmayacağım.

Bir kadını taşımak


Bugüne kadar hep kadınlar erkekleri taşıdı. En çok duyduğumuz söz; “her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır !”
Son yıllarda erkekler de “kadınları taşımayı” öğrendi. Bu “çiftlere” en sevdiğim iki örnek :

Hande Altaylı - Fatih Altaylı

Hande Altaylı kitaplarıyla kadınlar kadar erkeklerin de yakın takip ettiği bir kadın. Özgür ve gizemli bir ruh ! Ona da bayılıyorum... Fatih Altaylı’nın onu taşımasına da.

Ümit Boyner - Cem Boyner

Geçtiğimiz günlerde Cem Boyner kişisel instagram hesabında Ümir Boyner’in işte bu şahane fotoğrafını paylaşınca altına yazmadan edemedim : “bir kadın ve bir erkek birbirlerini ancak bu kadar hoş taşıyabilir” diye...
Haksız mıyım ?

 

CEM YILMAZ


Pazarlama dünyasının etkin isimlerini bir araya getiren bir etkinlik var İstanbul’da: her sene kasım ayında gerçekleşen Brand Week İstanbul.
Kapital Medya Başkanı Pelin Özkan’ın liderliğinde yapılan organizasyonda en renkli konuşmacı Cem Yılmaz: “Neden Ben Komedyenim de Siz Değilsiniz ?” sorusuyla sahnedeydi.
Sahneye çıkar çıkmaz ilk üç cümlesi şöyle oldu “her sahneye çıktığımda her konuyu bildiğime dair bir his geliyor bana ve bu da beni komik yapıyor!!”
”Angaje olmuş bir zihin komedik bir şeyden zevk alamaz.”
“Nedir gülmeyi bu kadar kıymetli yapan? neden bazen yasak ve neden bazen çok itibarlı değil ?”
Cem siyasi hiciv yapmıyor diyenler, bundan daha şahane hiciv mi olur!
Bir karikatürist olarak mesleğe başladığı yıllarını da anlattı. “Mizah dergisinde “insanlar şunu sever” diye bir iş yapıldığını hiç görmedim. Kişilerin ürettiklerinin onların duygularına bırakıldığı işyerleridir oralar” dedi.
Cem Yılmaz konuşmanın sonunda “insan “hayır” dediği şeylerle ilerliyor asıl olarak. Kendinize “evet” deyin, zehirli fikirlere ise “hayır”!” dememizi önerdi.
Dayanamayıp sordum ben de “İnsanın kendine de “hayır” demesi gerekmiyor mu ? Kendi fikrine aşık olmamak adına?”
Cem Yılmaz’ın 20 dakika süren yanıtından benim anladığım şu:
Herkesi memnun edemezsin, etmemelisin.
“Beni sizler var ettiniz” yanlış ve eksik bir yaklaşım.
Özgün olabilmenin yolu kendi fikirlerinle yola çıkmak.
Kendi kararlarınızı önemseyin
Çünkü kendi fikirlerinle ve kararlarınla verdiği mücadele geniş zamanda insanı daha mutlu eder
Vazgeçmeyin diyor yani Cem. Kendiniz olun.
Finali de güzel bağladı “bir imajı idare etmek yerine insanlığımı muhafaza etmeyi tercih ederim.”
Ben de.