Feyzioğlu sorularımızı içtenlikle cevapladı...

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Prof. Metin Feyzioğlu, güncel konularla ilgili yaptığı açıklamada, “İç Güvenlik Yasası’yla, polise, jandarmaya, valiye, kaymakama tanınan yetkiler, PKK’nın fiili egemenlik kurumaya başladığı yerlerde değil ülkenin diğer bölgelerinde kullanılacaktır. Açık söylüyorum, bu kanun tasarısı bile Tayyip Erdoğan’ın korktuğunu gösteriyor” dedi.
Erdoğan’ın çabasını da” iktidarını bir süre daha sürdürebilmesi için bir çıkış olarak gördüğünü” belirten Feyzioğlu, Erdoğan’ın “başkanlık” dediğinin “meşrutiyet öncesi padişahlık” olduğunu öne sürdü. Metin Feyzioğlu, SÖZCÜ’ye şöyle konuştu:

Erdoğan’ın geleneksel yaklaşımı

İktidar, iç güvenlik tehdidini gerekçe göstererek, güvenliği sağlamakla zerre kadar ilgisi olmayan düzenlemeleri benzetme yerindeyse ‘fırsatçı’ bir yaklaşımla geçirmek istiyor. Bunlardan en vahimi vali ve kaymakama adli soruşturmada polis ve jandarma eliyle istediği kişiyi gözaltına alma yetkisinin tanınmasıdır. Böylece savcının emrinde yürümesi gereken soruşturmada vali ve kaymakam, savcının üzerinde yetki sahibi oluyor. Yani yürütme organı, yargıyı ele geçiriyor. Bu yaklaşım, kuvvetler ayrılığından zerre kadar nasibini almamış, Erdoğan’ın geleneksel yaklaşımıdır.

Tek özgürlük, Erdoğan’ı alkışlamak

Amaçları, devlet büyüğü denilen zat-ı muhteremler bir il’e veya ilçeye gitmeden önce kaymakam ve valinin ‘mıntıka temizliği’ yaparak sorun çıkarabilecek, protesto edebilecek herkesi içeriye almasını sağlamaktır. Ayrıca düşünceyi açıklamanın en etkili ve demokrasi için vazgeçilmez yöntemi olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri öncesi iktidarın canını sıkabilecek olan kişiler gözaltına alınarak dikensiz gül bahçeleri yaratılmak istenmektedir. İşin özeti şu: Ülkede sadece Tayyip Erdoğan’ı ve arkadaşlarını alkışlama özgürlüğü getirilmek isteniyor.

‘Paralel devlet’e izin verildi...

‘Molotof kokteylini, taşı-sopayı silah haline getiriyoruz, askerimizi -polisimizi koruyoruz’ cümleleri de gerçek dışıdır. Bunlar zaten Türk Ceza Kanunu’na göre silahtır. PKK’nın fiili denetimine terk edildiği duyumları alınan yerlerde ise sorun yetkisizlikten değil güvenlik güçlerimizin arkasında siyasi iradenin gücünün artık bulunmamasıdır. Tayyip Erdoğan ve arkadaşları ‘paralel devletle mücadele ediyoruz’ derken, ülkenin bir bölümünde bir başka paralel devletin göz göre göre kurulmasına seçim pazarlıklarıyla izin vermişlerdir.

Hakan Fidan dokunulmazlık istiyor

Terör örgütüyle kimsenin bilmediği pazarlıklar yapılmıştır. Öyle ki bu pazarlıkları yürüten MİT Müsteşarı, kanaatim odur ki daha fazla sorumluluk almamak için milletvekili dokunulmazlığına sığınma zorunluluğu duymuştur. Sanki konu Tayyip Erdoğan ve PKK arasındaki özel bir uyuşmazlıkçasına herkesten gizlenmektedir. Verilen sözlerin yerine getirilmeye başlanması veya yerine getirilmesinden vazgeçilmesi durumunda büyük toplumsal hareketler beklendiğini ve Tayyip Erdoğan’ın iktidarını korumak için yanlışı daha büyük yanlışla yani baskıyla örtmeye çalıştığını görüyorum.
Bütün bunlar ve dış politikadaki gelişmeler, Tayyip Erdoğan döneminin de artık sonuna geldiğimizi açık-seçik göstermektedir. Tayyip Bey’in inişli çıkışlı ruh hali nedeniyle fakir-fukaranın sofrasından her gün bir zeytin eksiliyor. Bu ruh hali ve demokratik kurumların tamamının yıpratılmış olması yerli ve yabancı yatırımcıyı korkutuyor, yeni iş ve istihdam üretemiyoruz. İşsizlik zirveye tırmanıyor. Tayyip Erdoğan, artık biriktirdiği siyasi sermayesini tüketiyor. Bunu gördüğü için de yeni baskı araçlarına ihtiyaç duyuyor. 77 milyonluk Türkiye, bu iniş-çıkışlarla yönetilemez.

Osmanlı güzellemesi yapıyorlar

Başkanlık sistemini, iktidarını bir süre daha sürdürebilmesi için bir çıkış olarak gördüğü açık. Kendisinin ‘başkanlık sistemi’ dediği, bizim bildiğimiz meşrutiyet öncesi padişahlıktır. Zaten, adına ‘başkan’ denecek padişahlığa heveslenirken, havuz medyasından her kanaldan Osmanlı güzellemeleri yapılmasının sebebi de bu. Elbette Osmanlı’yı objektif bir şekilde ele almıyorlar. Duraklama, çöküş, dağılma dönemleri yaşanmamış gibi Fatih ve Kanuni’den söz ediyorlar. Selçuklu da, Osmanlı da bizim atalarımızdır. Tarihimizle gurur duyarız. Yapılan yanlışlardan da ders alırız. Fakat, Türkiye Cumhuriyetini ‘parantez arası’ gören çapsızlara ve Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde bizi uyardığı gafillere, hainlere de pabuç bırakmayız.

“Kafasındaki sistem diktatörlük”

Tayyip Erdoğan’ın kafasındaki başkanlık sistemi bir diktatörlük. Çünkü, kuvvetler ayrılığını kabul etmiyor. Yargının yasama ve yürütmeyi denetlemesine karşı. Basın özgürlüğü gibi özgürlüğü mümkün olsa sözlüklerden kazıyacak. Sendikal özgürlükler kitabında yok. Onun için kabul edilebilecek tek özgürlük kendisinin ‘alkışlanma’ özgürlüğüdür.

O maddelerde ne denildiği meçhul

Çözüm sürecine ilişkin 10 maddelik bir açıklama yapıldı. Hemen arkasından çok bilinçli bir şekilde propaganda operasyonu bütün gücüyle başlatıldı. 10 maddeyi tek tek okuyun, ne denildiği meçhul. PKK’ya silah bırakması tavsiye ediliyor. Anladığımız bu. Ancak, ‘iki taraf da silah bırakmalı’ gibi cümleler de eklenerek, Türk Ordusu, terör örgütüyle aynı kefeye konuluyor. Hiçbir devletin ordusu terör örgütleri karşısında silah bırakmaz. Silah bırakıp müzakere masasına oturacak olan terör örgütüdür.
Ben burada ilgili herkese çok basit bir soru soruyorum: Bu 10 maddenin içi doldurulurken Anayasa’nın değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk 3 maddesi pazarlık konusu mudur? Yani laik devlet, hukuk devleti, sosyal devlet, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, başkentin Ankara, resmi dilin Türkçe oluşu pazarlık edilebilir diye masaya konmuş mudur?

O mektup, hükümet-Apo mektubu

Bunun cevabını aslında Öcalan’ın 2013’te yazdığı ve Nevruz’da okunan mektubu veriyor. Zaten bu mektup, Öcalan’ın tek başına yazdığı bir mektup değil, hükümetle yazdığı çok açık. Orada sınırların değişmesinden, federasyondan, cumhuriyet döneminin bittiğinden, İslam bayrağı altında huzur içinde yaşanan ümmete dayalı günlere duyulan özlemden söz ediliyor. Özellikle ümmet özlemi, hükümetin öncelikli özlemi.
Hemen ispatlayayım: Kendini Türk Milleti’nin lideri Atatürk’le kıyaslamaya başlayan Tayyip Erdoğan, padişahlığa duyduğu özlemle ve Atatürk cumhuriyeti ile devrimlere duyduğu öfkeyle Çankaya Köşkü’nün kapısına kilit vurdu. Cumhuriyeti hedef alan bu uygulamasını da savunurken, tüylerimizi diken diken eden şu cümleyi sarf etti: ‘Yurttaşlık diye yapay bir din yarattılar.’ Ben Türkiye’yi tam 4 kez karış karış gezmiş biri olarak umutla ve güvenle şunu söylüyorum: Milletimizin cumhuriyetle ve Atatürk’le alıp veremediği hiçbir şey yok. Atatürk milli değerimizdir. Sorun, yanlış siyaset ve iktidarın alternatifsiz bırakılmasıdır.