- Bu kitabı yazma düşüncesi nasıl doğdu?
S.Ö.: Bu benim 19’uncu kitabım. Biliyorsun Türkiye’de bir darbe girişimi yaşandı. O andan itibaren bizler de gazeteci olarak, olayların tanığıyız. 15 Temmuz akşamı ben Genelkurmay Başkanlığı’nın önünde gelişmeleri yerinde izlerken, Sözcü’deki diğer arkadaşlarımın her biri farklı yerlerde o geceyi yaşadılar ve yaşananlara tanık oldular. Gazeteci, tarihin tanıklığını yaptığına göre, bizler de gelecek kuşaklara ülkemizde yaşananları kulaktan dolma bilgilerle değil, belgelerle, sağlam bilgilerle ulaştırmakla sorumluyuz. Bu kitap da, tanıklar, ifadeler, belgeler ışığında 15 Temmuz’a ışık tutmaya çalıştık. 1980 Darbesi’ne de gazeteci olarak tanık olmuştum ancak bu darbe girişimi çok farklıydı. Açıkçası, aradan 3 ay geçmiş olmasına rağmen hala soru işaretleri çok olan, hala aydınlanmayan birçok konu olduğu ortadadır. İşte bu kitabı bir ilk olarak, bu girişimi araştıranlara ışık tutması için yazdım. Cezaevinden gelen mektuplar, bazı üst düzey yetkililere, milletvekillerine ve bize ulaşan mektuplardan da hayli yararlandım. Ayrıca tutuklu komutanların ziyaretine giden  eşlerinden ve çocuklarından da çok şey öğrendim. Birçok belge onların eliyle bana ulaştı. Kuşkusuz bütün gerçekler yargı aşamasından ortaya çıkacaktır. Akıcı, sürükleyici ve kolay okunan bir kitapla okuyucunun karşısına çıktım.

“SÖZCÜ, DEMOKRASİDEN YANA TAVIR ALDI”

SÖZCÜ’nün, darbe girişimi karşısındaki tavrı ne oldu?
S.Ö.: Seçimle gelenin seçimle gitmesinden yanayız. Bu hain darbe girişiminin nasıl sonuçlanacağını bilmeden ilk dakikadan itibaren seçilmiş Hükümetimiz’in ve iktidarıyla-muhalefetiyle yüce Meclisimiz’in yanında yeraldık. Nitekim Genel Yayın Yönetmenimiz Metin Yılmaz başından itibaren aynı şeyi söylemiş ve darbeye karşı duruşumuzu ortaya koymuştur. O gece, haberlerimizle, yorumlarımızla bu tavrımızı ilk dakikadan itibaren ortaya koyduk ve ertesi gün de gazetemiz, “Cumhuriyet ve Demokrasi Kazandı” manşetiyle çıkmıştır. Sözcü’nün başından beri taşıdığı, demokrat ve cumhuriyetçi tavrı manşetimize de yansımıştır.

Bu darbenin diğer darbelerden en büyük farkı neydi?
S.Ö.: Herşeyden önce saati, darbeye uygun değildi. Başı kim belli değildi. Sonra darbeciler, Cumhurbaşkanı’nın, Genelkurmay Başkanı’nın, bazı kuvvet komutanlarının bu kadar yakınına nasıl girebilmiş, niçin fark edilmemiş, hayret edilecek bir durum. Komutanların Genelkurmay Karargahı’ndan kaçırılışı bile başlı başına önemli sorudur. Benim gazeteci olarak, yaşadığım 12 Eylül 1980 Darbesi, hazırlıklarıyla, planlaması ile, kısaca her yönüyle, 15 Temmuz’dan farklıdır.

Kitabınızın adı neden “KOD ADI MÜRTED”?
S.Ö.: Darbe girişiminin en önemli merkezlerinden birisi Akıncı Hava Üssü’ydü. Bu Üssün adı geçmişte “Mürted” idi. Yıldırım Bayazıt ile Timur’un ordusu burada karşılaşmıştı. Yıldırım Bayazıt’ın yanında yeralan bazı komutanların ihanet edip, Timur’un yanına geçmesi üzerine savaşın kaderi de değişti. Timur, yanında kalan komutanlara “Mürtedi unutmayın” diyordu. İşte o yüzden oranın adı “Mürted” yani “ihanet” kaldı. Darbe girişiminde de en büyük ihanet, yine burada yaşandı. Büyük ihanetlerin yaşandığı bu darbe girişimini konu alan kitabın adı da “Kod Adı Mürted” oldu.

“KORKU TÜNELİNE GİRDİM”

Kitabınızdaki kaynaklar neler ?
S.Ö.: Kuşkusuz, tanıklar, ifadeler, o gece birliklerde tutulan cerideler, olayı yaşayan kişilerle yaptığım görüşmeler önemli. Kitabın ana omurgasını bunlar oluşturdu. Ama dört dörtlük bir kitap olduğunu söyleyemem. Çünkü olayın soruşturması, araştırması devam ediyor. Ve mahkeme aşamasında belki çok sayıda gizli tanık çıkacak. O geceyi yaşayanlardan, darbe girişiminin içerisinde olanlardan itirafçıların açıklamaları ile çok şeyler öğreneceğiz. Bu nedenle “Kod Adı Mürted” kitabı bir başlangıç. Hazırlık yaparken çok sayıda ifade okudum. Çelişkileri gördüm. Silahlı Kuvvetlerimiz’in bu hale nasıl ve neden getirildiğini, yaptığım araştırmalarla ortaya koydum. Darbecilikle suçlananların cezaevinde gönderdiği mektuplar, onların ifadeleri, askeri şuralarda terfi edenlerin darbe girişimine katılma oranlarını da geçmişe dönük araştırmalarla ortaya koydum. İfadeler tutanaklar, cerideleri okudukça kendimi bir korku tünelinin ortasında buldum. Ülkemizde böyle şeylerin yaşanmış olabileceğine, açıkçası hala inanamıyorum. Gözbebeğimiz, Peygamber ocağımız bildiğimiz TSK’mızın içerisine karanlık odakların nasıl girdiği, en kritik görevlere, yapılara nasıl girdiklerini anlamak kolay değil.

Kitabınızı yazarken elde ettiğiniz trajikomik bilgiler var mı ?
S.Ö.: Evet, hem de çok! Asıl şaşırdığım noktalardan biri şuydu; meğer Silahlı Kuvvetler’de kimler general olmuş! Darbe gecesi korkudan birliğine gidemeyenler, yakalanmamak için otoparkta yatanlar, telefonunun bataryasını çıkaranlar, lojmanın kapıcı dairesine saklanan yüksek rütbeli komutanlar beni şaşırttı. Gerilimli saatlerde güldüren  olaylar da yaşandı. Örneğin bir komutan, üzerinde don-atletle evinden götürülüyor, kurtarıldığında askerler o generali bu halde görüyor. Evine gidip, üniformasını giydikten sonra görevinin başına dönüyor. Her komutan kurtarıldığında, kurtarıcılarının cep telefonundan eşlerini aradı. Evine ancak bu şartlarda haber verebilen komutanlardan bazılarının onca sıkıntıdan sonra karargahlarına gelip görevinin başına dönmeleri de aslında göz yaşartıcı bir tablo yaşanmasına da vesile oldu.

“ASIL SORUMLU, SİYASETÇİLERDİR”

Size ulaşan bilgilere göre de gerçekten “at izi it izine karışıyor mu?”
S.Ö.: SÖZCÜ Gazetesi, her zaman haklının ve mağdurun yanında yer almıştır. Bu olayda da çok sayıda mağdurun olduğunu biliyoruz. Sonuçta bu konuda yargı kararını verecektir ama OHAL’i gerekçe gösterip on binlerce insanı memuriyetten attılar, açığa aldılar. 35 bin kişi tutuklandı. Bir darbe girişiminin bu kadar kişi tarafından bilinmesi zaten mümkün değil. Şunu anlıyorum ki, birçok komutanın darbeden haberi yok. Hele erler için hep içim yanıyor. O çocukların linç edilircesine dövülmesi, AA’nın yayınladığı kitapçıkta onların perişan bir halde çıplak görüntülerinin yayınlanması kabul edilecek bir şey değil. O Mehmetçik, ne olduğunu bile anlamadan, köprüyü tut denmiştir tutmuştur. Ayrıca her askeri darbeci görmek de yanlıştır. Cumhurbaşkanı’nın çağrısı üzerine sokağa çıkan halkın darbeyi önlediği iddia edilse de darbeyi asıl önleyen Atatürkçü subaylardır.

Sizce ordu neden bu kadar aciz durumdaymış gibi bir izlenim yaratılıyor?
S.Ö.:  Devlet hep uyumuş, millet hep uyutulmuş. Bu ülkenin istihbarat kuruluşları görevini yapmamış, yapanlar ise kumpaslarla tasfiye edilmiş. O kumpas davalarıyla toplum korkutuldu, susturuldu. “Aman benim başıma bir şey gelmesin” diye kamu görevlileri sessiz kaldı. Aslında o davaların amacı, demokrasiyi ortadan kaldırmaktı. İşte, korkutulan, ürkütülen, sessizleştirilen Türkiye için geriye kalan bir darbeyle bunu gerçekleştirmeye çalıştılar. Silahlı Kuvvetlerimizin içerisine bu kadar hainin girmesinin asıl sorumlusu da, kuşkusuz, buna meydan veren, irticadan atılanlara sahip çıkan siyasetçilerdir.

“TEPEMİZDE JETLERLE HABER YAZIYORDUK”

Başında olduğunuz Sözcü Ankara Bürosu’nda o gece nasıl bir hava vardı?
S.Ö.: Olayı duyduktan sonra, gazetemizin İstanbul ve Ankara’daki büroları, Yazı İşlerimiz alarmdaydı. Genelkurmay önünden gece geç saatte büroya geldiğimde manzara şuydu: Büyüğümüz, abimiz Emin Çölaşan büroda gelişmeleri amatör bir muhabir ruhuyla izliyor, o da uçakların ses patlamasıyla irkiliyordu. Haber Müdürümüz Emin Özgönül, muhabir ve foto muhabiri arkadaşlarımızı yönlendiriyordu. Tüm ekip, adeta uçarak gazeteye gelmişti. Sabaha kadar bütün kadro, görev başındaydı. Bütün ışıklar kapalı, bilgisayar ışığı altında çalıştık, herkeste tedirginlik havası vardı, tepemizde jetler uçuyordu. Aslında tüm Türkiye gibi bizler de o gece korku tünelindeydik. Halen de bu darbe girişiminin kodlarını çözmeye çalışıyoruz. Sevindiğimiz, darbecilerin başarılı olamaması, milli iradenin kendi gücünü göstermesidir.

İLGİLİ HABERSaygı Öztürk’ün yeni kitabıSaygı Öztürk’ün yeni kitabı


kt-saygi-ozturk