O gece otelin kapı camına iki küçük el yapışmıştı...
Uzun süre bekledi...
Kimi zaman eller yumruk olup cama “açın” diye vuruyordu, kimi zaman halsizleşip avuçlar aşağıya doğru kayarken, arkasında ter ve gözyaşından bir iz
bırakıyordu...
O gece çocuklar kaçıp sığınacak yer arıyorlardı...
Gezi Parkı’ndaki ağaçlar kesilmesin diye başlattıkları, dünyanın her tarafında gururla karşılanacak bir direniş, bir anda “terörist”, “vatan haini”, “eşkıya” suçuna dönüşmüştü...
Arkalarında TOMA’lar, coplar, gaz bombaları, boyalı sular ve kelepçeler
vardı...
Etrafları sarılan ve korkan gençlerden kimisi Divan Oteli’nin camlarına dayanmışlardı ve kapılar kapalıydı...
O iki küçük el çığlık çığlık kapının camındaydı...

*

Otel yönetimi şaşkındı...
Böyle hukuksuz, zalim ve ahlaksız bir ortamda, o çocuklara yardım etmek
özellikle işadamları açısından intihar sayılırdı...
Telefonlar işliyordu...
Bir ses otel yönetimine şöyle dedi:
“Açın kapıları...”

*

Mustafa Koç dün öldü...
Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana ülkenin en büyük sermayesinin, o gece yüreklerimizde inşa ettiği o “Önce insan olmak” değeri, en büyük yatırımıydı...

*

Sistem kapitalist ise; işadamlarının sorumlulukları, değerleri, ilkeleri, duruşları, ahlakları, tıynetleri yasalar kadar anlamlıdır...
Bir ülke, bir işadamının ölümüne ağlar mı?...
Ağlıyor işte...

*

Yoksul öğrencilerin yurtlarından, denizin dibindeki pisliğe... Kültür varlıklarının korunmasından, geleneksel sanatların yaşatılmasına kadar... Gelişmemişliği dert edinen ve bir tek gün adı yağmaya, talana, kire, pasa karışmamış sermayenin başındaki adamın son çektirdiği fotoğrafa baktım dün...
Havana’da gidip bulduğu Atatürk büstünün önü...
Yüzünde gurur...

*

Bu kez cennet kapılarını açsın...