“Ölüm Emri” tam da bu zamanların vahşi savaş politikalarına denk düşen güçlü bir gerilim. Savaşın tanımında vahşet var tabi ki. Ne amacıyla olursa olsun, bir yok etme talebini barındırmakta. İster çıplak ellerle, ister en ilkel aletlerle ya da son teknolojik silahlarla binlerce kilometre uzaktan... Savaş yok edicidir.



Önce insanın içinden başlar yok etmeye; duygular, ahlak değerleri, vicdan, masumiyet... Sonra gerisi gelir, uluslararası entrikalar, yalanlar, kanunsuzluk, saklanan gerçekler... “Ölüm Emri” tam da bunun filmi...

Kenya’daki radikal dinci bir terör örgütü, İngiltere ve ABD istihbaratı tarafından uzun zamandır takip edilmektedir. Sivil nüfusun da çok olduğu bir mahalledeki bir evde toplanan örgüt ileri gelenlerini ve iki canlı bombacıyı uzaktan insansız hava aracından (İHA) atılacak bir roketle yoketmeyi planlayan İngiliz istihbaratı komutanlarından Albay Katherine Powell, saldırı emrini alabilmesi için birtakım üst düzey yetkililerini birkaç saat içinde ikna etmek zorundadır. Ancak bombanın atılacağı sırada hedefteki evin köşesine 10-11 yaşında güzel yüzlü küçük bir kız ekmek satmak için tezgah açar. Bombanın düğmesine basacak olan subaydan İngiltere başbakanına kadar uzanan bir tereddütler zinciri böylece başlar. 
Film birkaç yaman paradoksun izini sürüyor. En az 80 masum insanı öldüreceği tahmin edilen iki canlı bombayı yokederken küçük bir kız çocuğunun hayatı da bir ‘tali hasar’ olarak göze alınabilir mi? Binlerce kilometre uzaktan uydularla, nano teknolojili kameralarla ve ‘drone’lardan yollanan roketlerle suçluyu suçsuzdan ayırabilmek ne derece mümkün? Ve bu koşullarda yapılan eylemin sorumluluğunu kim üzerine almalı? O annesinin yaptığı ekmekleri satmaya çalışan küçük kız, en çok arananlar listesindeki iki-üç isim ve iki canlı bombanın imha edilmesi pahasına feda edilebilir mi?

Oysa gerçekte öyle mi?

Operasyonun içindeki yüksek rütbeli askerler hemen harekete geçmek gerektiğini savunsalar da, bakanlar ve diğer bürokratlar tereddüt etmekteler. Hayır, kız için endişelendiklerinden dolayı değil, bu kararın siyasi bedelinin ne olacağını kestiremediklerinden daha çok. Film küçük kıza dair endişe hislerini besleyenleri idealist bir tutumla sadece saha ajanı veya drone pilotu olan düşük rütbeli askerler olarak gösteriyor. Oysa içinde yaşadığımız zamanda öyle şeyler görüyoruz ve öğreniyoruz ki, gerçekte o görevlerdeki insanların hâlâ o derece tereddüt yaşayan insanlar olabileceklerine güçlükle inanıyoruz ya da inanmak istiyoruz.



“Ölüm Emri”nin belki de tek nazar boncuğu bu. Onun dışında Güney Afrikalı yönetmen Gavin Hood, filmini soluksuz izletiyor seyircilerine. Hikayenin kahramanlarını ve mekanlarını en kestirme sahnelerle ustaca tanıtıp herkesi yerlerine yerleştiriyor. Sonrası bir süre telefon trafiğiyle geçmesine rağmen bir saniye bile ilginiz dağılmıyor ve tansiyonu giderek tırmandırmayı başarıyor.
Filmin oyuncu kadrosu zaten birinci sınıf: Şahane kariyeri boyunca her performansıyla büyüleyen Helen Mirren, geçtiğimiz aylarda vefat eden Alan Rickman, “Breaking Bad” dizisinden beri ilgiyle izlenen genç oyuncu Aaron Paul, “Captain Philips” filmindeki rolüyle dikkat çeken ve filmin belki de en iyisi olan Barkhad Abdi...
“Ölüm Emri” hem bir solukta izlenen ve sarsıcı finaliyle sıkı bir insanlık dersi veren heyecanlı bir film...



4 yıldız
Ölüm Emri
Yönetmen: Gavin Hood
Oyuncular: Helen Mirren, Alan Rickman, AaronPaul
102 dakika

Başka türlü bir hayat

Finans sektöründe parlak bir kariyeri olan Davis Mitchell, her sabah olduğu gibi erken kalkıp karısının onu işe bırakırken arabada yaptığı monoton sohbetleri sırasında şok edici bir kaza yaşar. Kazada karısını kaybeden Davis için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Büyük bir ‘uyanış’ yaşar Davis ve işini, evini sahip olduklarını parçalamakla başlar sonra sıra etrafındaki insanları da ‘kırmaya’ gelir. Aynı zamanda patronu olan kayınpederinden ve esiri olduğu hayattan iyice uzaklaşıp yeni tanıştığı bir kadın ile onun ergen oğluyla ilgilenmeye başlar.

Ölüm gerçeğiyle yüzleşen (“Korkusuz / Fearless”, 1993) ya da tüketme arzusunun, ‘modern hayat’ın ele geçirdiği adamların (“Dövüş Kulübü, Fight Club”, 1999) uyanış hikayeleri her zaman ilgi çekicidir. Ancak “Yeniden Başla” giriştiği meselenin bir yerlerinde kayboluyor. Zira, Davis’in karısını aslında sevmediğinin farkına varması başka bir mesele, sevdiğini geç anlaması başka bir mesele. Film önce ilkini yaparken çok daha sivri ve cesur hamleler yapıp çok daha vurucu bir noktaya doğru ilerliyor.



Konforlu bir yaşamın, iyi bir kariyerin ve düzgün bir evliliğin insanın iç mutluluğuna yetip/yetmemesine, ‘neden hep çocuklar gibi sorumsuzca, aklımıza estiği gibi yaşayamıyoruz?’ sorusuna gelip dayanıyor. Ancak finale doğru film öteki yolu tercih ediyor ve bir yas tutma/tutamama hikayesine kırıyor direksiyonu. Bu hareket Davis’in karakterini de ‘muğlaklaştırıyor’ ister istemez.

Ama Davis rolünde neredeyse her sahnede peşine takıldığımız Jake Gyllenhaal performansıyla filmi yine de diri ve ayakta tutuyor. Naomi Watts her zamanki gibi kendine açılabilen alan içinde iyi bir performans çıkartabiliyor. Kanadalı yönetmen Jean-Marc Vallée ise sinematografik olarak ciddi falsolar vermediği filminde özellikle müzik kullanımında önceki filmlerinde de dikkat çeken titizliğini yine sergiliyor.



3,5 yıldız
Yeniden Başla
Yönetmen: Jean-Marc Vallée
Oyuncular: Jake Gyllenhaal, Naomi Watts, Chris Cooper
100 dakika, 15+


Bunca komedinin arasında...

Açıkçası Eser Yenenler, İbrahim Büyükak ve Oğuzhan Koç’tan oluşan “3 Adam” ekibini ve programını pek sevmem. Programlarını birkaç kere izlemeye çalışsam da onuncu dakikasından itibaren birbirlerinin üzerine bindirdikleri çok da komik bulmadığım esprileriyle kakafonik sunumları yüzünden beni fazla yoran bir tarzları var.
Belki de bu yüzden bu ekipten İbrahim Büyükak’ın senaryosunu Mutfak ekibinden Zeynep Koçak ile yazdığı, başrollerini de birlikte paylaştıkları “Küçük Esnaf”a çok da sevimli bakmıyordum.

Ancak film o eski Ertem Eğilmez komedileri kadar samimi ve ‘çok komik’ olmasa da, tutarlı bir olay örgüsü ve dozunda tutulmuş (yani çok da sulu olmayan) daha doğal görünen bir güldürme amacını hissettirerek akıp gidiyor.



Küçük bir mahallede kendi halinde çilingirlik yapan Berhudar, uzaktan sevdiği kızın evleneceği haberiyle uzun zamandır görüşmediği babasının ölüm haberini aynı gün alır. Üstelik babasının mafyaya yüzbin liralık bir kumar borcu vardır ve bu borç onun üstüne kalmıştır artık. Bu karmaşanın içinde, yine mafyanın hedef listesindeki genç bir kadın avukat olan Ezel’le de tanışır.

Berhudar ve Ezel’in kaçma kovalamacalı yarı romantik komedisi bir küçük adamın kendisini belalı bir işin ortasında bulma klişesi üzerine inşa edilmiş. Ama dağılmıyor ve çok fazla kahkaha attırmasa bile sevimli olmayı başarıyor. Belki biraz daha çalışılsa çok daha komik olabilirdi ama onca kötü komedinin arasında “Küçük Esnaf” yine de onların üstüne çıkabilmiş bir komedi olabiliyor. İki başrol oyuncusu dakikalar ilerledikçe kendilerini sevdirmeyi başarıyorlar. Gupse Özay’ın ise daha önce kendi yazıp başrolünü oynadığı “Deliha”dan sonra bir komedi filminde yan rolde oynamayı kabul etmesi, bence takdir edilesi bir davranış. Özay bu küçük alan içinde bile parlamayı başarıyor...



3 yıldız
Küçük Esnaf
Yönetmen: Bedran Güzel
Oyuncular: İbrahim Büyükak, Zeynep Koçak, Gupse Özay
106 dakika, 7+ 13A