ANALİZ

Okulları dualarla açıyorlar ama eğitim sistemi yürekler acısı halde


Okullar Erdoğan propagandasının yapıldığı parlak “kahramanlık edebiyatı” içerikli törenler ile açıldı, açılışlarda Fatihalar, şehitler ve gaziler için kimi okullarda Kuran okundu.
İktidarın “dindar-kindar” nesil yetiştirme çabasının artık tümüyle hayata geçirildiği de gözler önünde.
Dualı, Kuran’lı açılışlar yapılırken eğitimin kalitesinin ise yürekler acısı hale geldiğini görmemiz gerek.
“Dindar-kindar” nesil yetiştirme planının önemli halkaları zaten yürürlükte.
4+4+4 sistemi ile neredeyse bütün okullar İmam Hatip haline getirildi.
Dinci faşist cemaatin kapatılan okullarının hepsi şimdi İmam Hatip Lisesi olarak faaliyet gösteriyor.
Bütün devlet ortaokulları da İmam Hatip yapıldı.
Buna karşı benzer “meslek okulu” statüsündeki diğer okulların orta bölümü açılmıyor.
Bütün okulların İmam Hatip’e devşirilmesi karşısında çaresiz kalanlar, çocuklarını “özel okullara” vermek zorunda kalıyor.
Velider’in araştırmasına göre özel okul sayısında yüzde 183 artış olurken bu okullara giden öğrenci sayısındaki artış da yüzde 201 oldu.
Böylelikle pek çok aile çocuklarını “dindar-kindar” eğitimden korumak için bütçelerini aşırı zorlamak durumunda bırakılıyor.
“Dindar-kindar” nesil yetiştirme projesinin en çarpıcı sonuçlarından birine çok çabuk ulaşıldı.
Yine Velider’in yaptığı araştırmaya göre son iki yılda okulu bırakan kız öğrenci oranı yüzde 41’e çıktı.
Yani kızların neredeyse yarısı ilk dört yılı bitirdikten sonra okuldan alınıyor ve okutulmuyor.
Kız çocuklarının okutulmasına karşı olan iktidar zihniyeti böylelikle ilk 4 yılı okutup okuma yazma öğrettiği, bu arada din eğitimi adı altında “Kuran kurslarına yönlendirdiği” kız çocuklarının erken yaşta evlenmelerinin ve köle gibi çalıştırılmalarının önünü açıyor.
“Dindar-kindar” nesil yetiştirme projesinin başarılarından biri de kızları eve kapatırken, erkekleri de okuldan uzaklaştırıp ucuz işçi olarak çalışmalarını sağlamak oldu.
1 milyon 470 bin 434 öğrenci okula gitmeden açık öğretime devam etmeye başladı.
Bu şu anlama geliyor; erkeklere “ne de olsa bir diploma gerekli, bu nedenle okuyormuş gibi yapın” diyerek açık öğretime itiyorlar, bu çocuklar da “hem çalışıp hem kazanıyoruz” zannederek hiçbir ciddi eğitimden geçmeden büyüyorlar.
Sonuçta ortaya iktidara biat etmiş, eğitim ve kültür açısından çok zayıf, “ne iş olsa yaparım” diyen bir nesil çıkacak.
Bir şey bilmeyecekler belki ama dindar ve kindar olacaklar, iktidara yeten de bu.
Yine bu “kindar-dindar” nesil yetiştirme projesinin ayaklarından biri olan “çocukları dinci bilgilerle donatma” operasyonu da yeni eğitim döneminde hayata geçirildi.
İnsani Yardım Vakfı (İHH), Ensar Vakfı, Kimse yok mu, TÜRGEV gibi “iktidarın yan kolu gibi çalışan” vakıf ve derneklere okullarda faaliyet yapma izni imzalanan protokollerle uygulanmaya başlandı.
Bu dernek ve vakıflardan okullara gelenler yarışma, panel, konferans, yaz okulu adı altında çalışma yürütüyorlar. Ancak okullara gelen bu kişilerin hiçbirinin eğitimci kimliği yok.
İktidarın uyguladığı bu “Yeni Türkiye-Yeni Eğitim” projesi böyle devam ederse, 20 yıl sonra Türkiye “tanınmayacak” bir ülke haline gelecektir.

BUNU YAZMAK GEREK

Tepki büyük oldu ama “şortçu’nun” eylemi hedefi tam ortasından vurdu


Bir belediye otobüsünde şort giydiği için “İslam anlayışına aykırı kıyafet” diyerek bir genç kıza tekme ile saldıran “densiz dinci” önce serbest bırakılıp sonra tutuklandı ama aslında hedefi de tam ortasından vurmuş oldu.
Bu kişinin serbest bırakılması ve sırıtarak evine gitmesi kamuoyunda büyük tepki çekmiş ve mahkeme bu kez “tepeden gelen” emirle tutuklama kararı almıştı.
İktidar ve yandaşları da bu olaya büyük tepki gösterdiği için yapılan tutuklama toplumda “bir ferahlama” sağladı elbette.
Ancak bir de işin arka yüzüne bakalım.
O saldırgan toplum içinde “şortlu gezmenin İslam anlayışına aykırı olduğunu” ileri sürerek bir kıza tekme attı.
Tutuklanması iyi ve doğru ama bu olayın yarattığı travmayı atlatmak o kadar kolay değil.
Her seferinde olduğu gibi iktidar zihniyeti güdümünde olmayanlar “yaşanan olayı büyük tehlike” olarak algılayacak ve bırakın şortla sokağa çıkmayı, biraz kısa etekle, hafif göğüs dekoltesiyle, kısa kollu ya da kolsuz bluzla bile sokağa çıkmaya çekinecektir.
Sabah kızını, kardeşini benzer kıyafet içinde görenlerin çoğu “Aman böyle çıkma ne olur ne olmaz” diyecektir.
Kısacası toplumda yaratılan “dinci baskı korkusu” saldırgan isterse ömür boyu hapis yatsa da etkisini sürdürecektir.
Türkiye “sıradanmış” gibi görünen bu tür saldırılar sonucu giderek daha muhafazakar bir görünüm alıyor. İnsanlar çevre baskısından ve hiç ummadıkları anda başlarına gelebilecek bir tehlikeye karşı “dindarmış” gibi görünmeyi tercih ediyor.
Zaten iktidarın amacı da bu. Dindar olmasan bile dinci bir yönetimin egemenliğine boyun eğilmesini istiyor.

ÇOK GÜLDÜM

Doktorculuk oynayan çocuklar


Yıldırım Tuna’dan bir fıkrayla güne biraz gülümseyerek başlayalım isterseniz;
Anne, genç kızının komşunun oğlu ile doktorculuk oynadığını öğrenince sinirle oğlanı kulağından tutup annesine götürmüş.
“Oğlanların ve kızların karşı cinsin seksüel yapılarını öğrenmeleri için doktorculuk oynamaları çok doğal bir şey..!” demiş oğlanın annesi…
“Ne seksüel yapısı..!” diye bağırmış kadın “Oğlunuz kızımın dün apandisitini almış…!”

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Mahmut Övür efendice itiraf etti


Yandaş medyanın en irisi Sabah’ta Mahmut Övür 4 CHP milletvekilinin Fethullah Gülen’i Pensilvanya’daki malikânesinde ziyaret ettiğini bir AKP’li milletvekilinin tanıklığı ile yazmıştı.
Bu yazı elbette fırtına yaratmıştı. CHP milletvekillerinin Gülen’i ziyaret etmeleri elbette çok büyük haberdi.
Övür CHP milletvekillerinin adını veriyordu ama nedense olaya tanıklık eden AKP milletvekilinin adını saklamıştı.
Üstelik Övür konuyla ilgili yazdığı yazıyı gazetesine vermeden önce, bilgi aldığı kişilere göndermiş onlar da yazı yayınlanmadan önce bunu bazı kişilere servis etmişlerdi.
Bunları daha önce yazdım biliyorsunuz.
Mahmut Övür dünkü köşesinde “efendice” bir itirafname yayınladı.
Buna göre 4 milletvekilini Pensilvanya’da malikaneden çıkarken gördüğünü söyleyen kişi Meclis Tarım Komisyonu ile birlikte Washington’a giden AKP Bayburt eski Milletvekili Bünyamin Özbek’miş.Bu kişi Gülen’i ziyaret ettikten sonra Washington’a dönmüş ve gördüklerini AKP Milletvekili İbrahim Yiğit ile CHP Milletvekili Osman Kaptan’a anlatmış.
Övür’e göre İbrahim Yiğit “O zaman anlatmıştı ama şimdi ne der bilemem” demiş.
Övür daha sonra Bünyamin Özbek’i aramış ama Özbek sorudan çok rahatsız olarak söylenenleri kabul etmemiş. Mahmut Övür CHP milletvekili Osman Kaptan’ı aramamış ama diyor ki “O da konuyu çevresine anlatıyormuş, bana da CHP eski PM üyesi Korkmaz Karaca aktardı.”
Bu efendice itiraf iyi oldu tabii de, yalnız Mahmut Övür yazdığı yazıyı gazetesinde yayınlanmadan önce neden bu bilgileri kendisine verenlere gönderdi onu söylemiyor.
Gazetecilikte bazen kaynak göstermeden bazı duyumları aktarabilirsiniz. Yeter ki bu bilgiler doğru ve sağlam olsun. Bu olaydaki gibi “kullanılırsanız” hem çok mahcup olursunuz hem de itiraflarda bulunarak “gerçek dışı haber kaynaklarınızı” da ifşa etmek zorunda kalırsınız.
Ve bir son not: Bilgilerime dayanarak yazıyorum. Mahmut Övür yakın zamana kadar ev ziyaretleri yaptığı bazı CHP üst düzey yetkililerinden aldığı ve CHP’yi karıştıran bilgileri de köşesine taşırdı.
Şimdi öfkeye kapılıp bu isimleri de açıklarsa şenlik olur vallahi.

FIKRA GİBİ

Kim bu kadar alkış alan adam


Yer Lütfi Kırdar Kongre Merkezi.
Tarık Akan’ın anısına tören düzenleniyor.
Salon tamamen dolu. Fuayede iğne atsan yere düşmez, kapının dışı ise insan seliyle kaplı.
Bu sırada salona bir kişi giriyor.
Kendisini görenler heyecanla alkışlamaya başlıyor. Alkış sesleri salondaki diğer kişilere de sirayet ediyor, gelen kişiyi görenlerin alkışları adeta bir tufana dönüşüyor.
Salondaki kameralar ve fotoğraf makineleri da doğal olarak gelen kişiye yöneliyor, flaşlar patlıyor. Gazetecilerin bir bölümü fotoğraf ve film çekiyorlar ama çoğunun yüzünde bir şaşkınlık da var.
Derken bu gazetecilerden biri sahnede düzeni sağlamaya çalışan ve “herkesi tanıdığını” düşündüğü birine soruyor “Abi kim bu gelen?”
Sahnedeki kişi o sırada çok meşgul “Ünlü bir sanatçıdır?” diyor ilgisizce.
Gazeteci “Yok abi, sanatçı değil gibi başka bir şey bu adam” diye üsteliyor.
“Hangisi?” diye sorunca gazeteci işaret ediyor. Sahnedeki görevli şaşırmış biçimde “Haaa o mu?” diyor “Ahmet Necdet Sezer. Abdullah Gül’den önceki Cumhurbaşkanı.”
Gazetecilerimizin bir bölümü bu hale geldi işte.

Bİ SORALIM BAKALIM

Adil Öksüz olayı artık aydınlığa çıkarılmalı


Cemaatin dinci faşist darbe kalkışmasında çok önemli rol oynadığı ileri sürülen ve “Ordu imamı” olarak anılan Adil Öksüz’ün “çift taraflı ajan” olabileceği ihtimalini ilk kez Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi ileri sürmüştü.
İktidara çok yakın kaynaklara sahip olduğu bilinen Abdülkadir Selvi’nin bu iddiasına farklı bir destek CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan geldi.
Kılıçdaroğlu önceki akşam CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın konuğu oldu.
Burada bir parantez açayım; Ahmet Hakan Kılıçdaroğlu karşısında aşırı rahattı. Sosyal medyada “AKP’liler karşısında da bu kadar rahat olabilir misin, bu kadar soru sorabilir misin” mesajları gece boyunca milyonlara ulaştı. Bir de sırası gelmişken Ahmet Haka’a şunu söylemek isterim. Köşe yazılarını artık “Twitter” mesajı gibi yazıyor. Bir cümlelik espri ile birçok yazı yazmış gibi yapıyor. Ama içerik yok, bir süre sonra bayabilir.
Geçelim konumuza; Kılıçdaroğlu bir soru üzerine Adil Öksüz ile ilgili şüphelerinin olduğunu elinde bazı bilgiler bulunduğunu ama belgesi olmadığı için şimdilik açıklayamayacağını söyledi. Buradan çıkan şudur; Kılıçdaroğlu’na belli ki Adil Öksüz’ün aynı zamanda “devlet görevlisi” olduğu yolunda bilgiler gelmiş.
Zaten bu kişinin garip biçimde serbest bırakılması ve hala yakalanamaması hatta Türkiye’de mi yoksa yurtdışında mı olduğunun bile anlaşılamamış olması bu şüpheyi güçlendiriyor.
İktidar Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden sonra kamuoyunu tatmin edecek bir açıklama yapmak zorundadır artık.