Kadir Has Üniversitesi “Türkiye’de Sosyal-Siyasi Eğilimler Araştırması”nın beşincisini 2015 yılı aralık ayında yaptırmış. Bu araştırmanın özetini gazeteniz Sözcü’de okudunuz. Araştırmayı tasarlayan hocalar, aralarında benim de olduğum bir grup köşe yazarıyla sonuçları birlikte yorumladı. Araştırmanın ortaya koyduğu en çarpıcı sonuç, 2015 yılında vatandaşların, ekonomik meselelerden çok daha fazla bir nispette “terörü” daha doğrusu Kürt İsyanını Türkiye’nin en büyük sorunu olarak görmesidir. O kadar ki; 2014’te halkın sadece yüzde 14’ü “terör (Kürt İsyanı) bir numaralı sorundur” derken 2015’te bu oran yüzde 39’a çıkmış. Diğer yandan 2014’te halkın yüzde 33’ü “işsizlik en önemli sorundur” derken, bu oran 2015’te yüzde 16’ya düşmüş. Üstelik halkın yüzde 53’ü, 2015 yılında “ekonomik durumum kötüleşti” demesine rağmen terör, ekonominin önüne geçmiş. Benim Sözcü’deki görevim, iktisadi yorumlar yazmaktır. Yukarıda bahsi geçen araştırmanın ortaya koyduğu “önem sırası değişikliğini” galiba ben de hissettim ki; terör sorununun analizine köşemde sıkça yer verdim.

İKTİSAT VE İKTİSATÇILIK


İktisat biliminin bir bakıma kurucusu sayılan Adam Smith (1723-1790), ahlak felsefesi profesörüymüş. Onun yaşadığı dönemde, “economics” (iktisadiyat veya bugünkü değişiyle iktisat) diye bir bilim dalı yokmuş. Zaten bu bilim dalı ilk dönemde “ekonomi-politik” (siyasal iktisat) olarak adlandırılmıştır. İktisadın, iktisat olması daha sonradır. Özellikle, bağımsız devletlerin “ben yaptım oldu para” (FIAT Money) gibi, yoktan “değer” yaratan bir şeytan ürünü keşfetmesi, yepyeni bir ortam yaratmıştır. Her ülkede bir “para fabrikası” (yani ulusal merkez bankası) kurulması, iktisat kanunlarının işleyişini kökten değiştirmiştir. Yeni pür iktisatçılar; para, milli gelir, istihdam, faiz, finansman, borsalar-piyasalar üzerinde çalışmış ve yeni kuramlar geliştirmiştir. Ancak görülmüştür ki; iktisadın da esası para değil insandır. Daha doğrusu insan davranışlarıdır. İktisatçılar da analiz ve sentezlerinde “faydayı azamileştirme” ilkesine sadık kalarak, araştırma sahalarını “paralı işlemlerden, insanlı eylemlere” doğru genişletmiştir.

İkinci çözüm yolu yok


Giderek tüm ülkeye yayılma eğilimi gösteren Güneydoğu’daki düzensiz savaş, ulusal ekonomimizin gelişmesinin önünde çok büyük bir engeldir. Bu sürdürülemez feci tablonun ortadan kalkması herkesin ortak arzusudur. Ancak böyle bir ortak arzu olması, sorunun çözümü için ortak bir irade olduğu anlamına gelmemektedir. Çünkü ortada varılmak istenen birden fazla “faydayı azamileştirme” modeli” vardır. Ortada kesinlikle barış veya savaş istemek diye iki seçenek yoktur. Dolayısıyla kişilerin ve Sivil Toplum Örgütleri’nin veya ister CHP, ister AKP ister HDP olsun, siyasi partilerin “biz barıştan yanayız” demesi kadar büyük ödleklik veya sahtekârlık olamaz. Hakeza ortada “müzakere” veya “mücadele” yoluyla sonuca varmak diye de iki yol yoktur.

İKİ ÇÖZÜM MODELİ VAR


Ortada, sürecin sonunda varılacak iki ayrı anayasal yönetim modeli vardır. Birincisi TC’nin kuruluşunda tercih edilen “tek uluslu bir devlet”; ikinci ise “çok halklı bölümlü devlet” tablosudur. Bu tablolar farklı tonlarda resmedilebilir. Ama anlaşmazlığın esası budur. Mücadeleye devam diyenler, esas olarak birinci tablodan yanadır. Barış diye söze başlayanlar ise çok açık ki; “ikinci tablo”dan yanadır. Silahlı mücadele bitsin, masada müzakere başlasın demek “Kürtler haklıdır veya haksızdır tartışmasını bırakın, savaş haline son vermek için PKK/HDP taleplerini kabul etmekten başka çare kalmamıştır” demekten başka bir şey değildir. Nitekim Kadir Has Üniversitesi araştırmasına göre de 2012’de halkın yüzde 50’si çözüm için askeri yöntem kullanılmasından yanayken, 2015’te, üstelik askeri yöntemler dibine kadar uygulanırken, bu oran yüzde 31’e düşmüş.
Son söz: Başarının ölçüsü, rakibinin zararı değil.