Devlet, ortak bir hayatı ve kültürü paylaşan toplumda, toplumu düzenleme, topluma güvenlik, refah ve huzur sağlama amacıyla vardır. Devlet, sonuçta bir kurumlar bütünüdür ve bu bütünü var eden de toplumun kendisidir. Devlet iradesinin ne yönde ve ne şekilde gerçekleşeceğini belirleyenler, devleti oluşturan kurumların her birinde görev alan insanlardır. En başta da en büyük erke hakim olan, seçimle göreve gelen hükümetler ve meclislerdir...
Güçlü ve adil bir devlet, sadece güvenliğin değil, toplumun genel refahının sağlanması için de zorunludur. Sağlık, eğitim, iletişim, ulaşım, sosyal güvenlik gibi temel ihtiyaçlar, farklı kaynaklarla da olsa devletin idari sorumluluğunda yerine getirilir. Toplumda fırsat eşitliği, adil rekabet, sürekli gelişim ve yaşam standartlarında düzenli bir yükselme ve refahta hep daha iyiye doğru gidişi sağlamak ancak doğru yönetişimle, devletin idaresi altındaki kamu kaynaklarının en verimli kullanılmasıyla başarılabilir...

*  *  *

Devletleri var eden ve sürdüren unsur, onun kucağında birlikte yaşama isteğinde bulunan ve bunu koruma azmi ve kararlılığında olan milletidir. Devletin görevlerinden biri de, kendi bekasını ve güvenliğini sağlayan milletini oluşturan her bir yurttaşını, doğduğu günden itibaren, en iyi ve en sağlıklı şekilde yetiştirmesi, eğitmesi, yetenekleri ve seçimleri doğrultusunda en uygun fırsatları yaratması ve elbette yaşamı boyunca daha pek çok imkânın, kendisini geliştirme ve öğrenme fırsatlarının sunulmasıdır. Çünkü her şey insanla başlar, insanla sona erer. Devlet, insanına yatırım yaptığı ölçüde güçlenir ve yeni kuşaklara o nispette iyi bir gelecek sunar. Bu hizmet anlayışı karşılıklıdır ve birlikte ilerlemeyi ve büyümeyi getirir. Devlet ve yurttaşı arasında karşılıklı güven ilişkisinin sağlandığı ortamlarda devlet kazanır, yurttaş kazanır, herkes kazanır. Devletin bekası ve güvenliği, milletin huzuru ve refahı ve her ikisinin de özgürlük ve bağımsızlığı korunur ve çağın gereklerine göre geliştirilir, yenilenir.
Atatürk’ün dediği gibi, bir ulusu özgür, bağımsız, şanlı, yüksek bir toplum olarak yaşatan da, köleliğe, yoksulluğa düşüren de eğitimdir. Eğitimden amaç bireyi nitelikli ve mutlu kılmak, nitelikli bireylerin katılımı ile mutlu, kalkınmış, güvenli ve çağdaş bir toplum yaratmaktır. Çağdaşlık insana yapılan yatırımla doğru orantılıdır. Eğitim, sağlık, spor, kültür, sanat alanlarına doğru yatırımlar ve planlamalarla insan kaynakları niteliğinin geliştirilmesi, tüm nüfusun özellikle kadınların ekonomik ve siyasi hayata katılmaları sağlanmalıdır. Bir bebek dünyaya geldiği andan itibaren hatta annesi ve babası çocuk yapmaya karar verdiği andan itibaren o bebeğe, yeni dünyaya gelecek yurttaşına sahip çıkmalıdır. Yeni potansiyel yurttaşını doğum öncesi risklerden başlayıp ömrü boyunca önlenebilir risklere karşı korumalı, gerekli önlemleri almalıdır...
Her şeyden önce insan vücudu dokunulmaz olmalıdır. Kasten birisinin vücuduna, vücut bütünlüğüne zarar veren, vermeye çalışan kişi tavizsiz şekilde cezalandırılmalıdır. Suçun faili eşi, annesi, babası, kardeşi, çocuğu, birinci dereceden akrabası dahi olsa. Suçtan zarar gören kişi veya öldüyse geride kalan ailesi, suçla ilgili şikayetini geri çektiğinde, yasanın vereceği cezada hiçbir değişim olmamalıdır. Suç sonuçta sabitse, ailenin kendine göre gerekçelerle suçlamayı geri çekmesi ne değiştirir ki? Devlet nasıl vatandaşını o daha dünyaya gelmeden önce korumakla yükümlüyse, öldükten sonra da haklarını korumalıdır...

*  *  *
18 yaş altında çocuk yaşta, yetişkin olmayan birinin vücudu devlet koruması altında olmalıdır. Devlet, rızası vardı gibi iğrenç bir bahaneyle tacizciler, tecavüzcüler lehine ağırlığını koymamalıdır. Bir kişinin işlediği ve yasal soruşturma gerektiren suç kabilinden olaylarda, soruşturma için amirinden, Adalet Bakanı’ndan vs izin alınması gerekmesi akıl almaz, hukuka sığmaz bir uygulamadır. Hukuk sadece kanıtla yürümelidir. Amirin, Bakanın izni ve onayına göre değil. Irkçı söylemlerle nefret suçu işlemek ve şiddet çağrısı yapmak cezalandırılmalıdır. Medya araçları kullanılarak bilerek yalan haber yapmak, kişilere, kurumlara kasten iftira atmak, itibar cinayetleri işlemek caydırıcı yöntemlerle engellenmelidir...
Ülkemizi, içinde bulunduğu dışa bağımlı, sanayileşememiş, gelişememiş, vatandaşları arasında eşitlik, adalet, sosyal güvenlik ilkelerini tam olarak tesis edememiş dolayısıyla devletine ve birbirine güveni sarsılmış bir halk konumundan çıkarmanın en etkin yolu siyasi, sosyal, ekonomik, teknolojik, eğitimle ilgili bütün yenilik ve çağdaşlaşma hareketlerinin süratle ve kararlılıkla yapılmasıdır.
Devleti yüceltmenin yolu eğitimli, donanımlı, duyarlı yurttaşların çoğalmasından geçer. Devlet bekası ve güvenliği için, milletin huzuru ve refahı için yurttaşını, çağdaş dünyanın gerektirdiği ve çağdaş dünyadaki rakipleriyle rekabet edebilecek şekilde eğitmeli ve yetiştirmelidir...
Türkiye 20. yüzyıl dünyasında, 1950’ye kadar örnek gelişme gösteren bir ülkeydi. Muhafazakar iktidarlar dışa bağımlı yolsuzluk ekonomileriyle giderek ülkenin taşıyıcı kolonlarını sarstıkça ve Atatürk karşıtı görüşün iktidarları uzadıkça, güçlendikçe ülkemiz başka yerlere savruldu. Bizim çocukluğumuzda Türkiye kendine yetebilen dünyanın 7 ülkesinden biriydi. Türk Ordusu dünyanın sayılı ordularından biriydi. Bugün ne kendimize yetebiliyoruz ne de ordumuz artık eskisi gibi caydırıcı. AKP’yle hukuksuzlukla dolu geçen 14 yılın sonundaysa, artık devasa sorunlarımızın hiçbirinin kısa ve kolay bir çözümü yok. Tek olası çözüm, demokrasiye ve hukuka geri dönmek ve süratle nitelikli insan yetiştirmektir.