Türkiye’nin zorbalığa ve diktatörlüğe karşı şanlı direnişi, GEZİ PARKI eylemlerinin 3. yılında GEZİ’yi konuşmak gerekir. Olay sadece Gezi Parkı’ndaki ağaçlar değildi elbette. O ağaçlar bardağı taşıran son damla oldu. Olay, Türkiye’de son 10 yılda, Türk toplumunun DNA’sına aykırı olan her konunun, hiçbir uzlaşma aranmadan, baskı ve dayatmayla, tehdit ve sopayla; “Biz % 50 oy aldık, biz ne dersek o olur, halk da böyle istiyor”, zihniyetiyle gidiyor olmasıydı...
Olaylar özellikle Erdoğan’ın; “Evet cami de yapacağız. Ben bunun iznini gidip de CHP genel başkanından alacak değilim, birkaç çapulcudan alacak değilim. Bize oy verenler bunun yetkisini verdi zaten” ve “Ne yaparsanız yapın. Orası için karar verdik. Yapacağız”, diyerek her zamanki aşırı özgüveniyle ateşin üstüne benzinle gitmesiyle kontrolden çıkmıştı. GEZİ, doğrudan Tayyip Erdoğan’ın şahsına karşı başlatılan bir başkaldırıdır. Kendisi de zaten bunu çok iyi bildiği için, Çevik Kuvvet polisini acımasızca yurttaşların üzerine saldırtmıştır. Sokakta adam öldüren polisleri, kahramanlık destanı yazdınız, Çanakkale’den sonra 2. destanı yazdınız gibi korkunç ifadelerle korumuştur...

*  *  *

AKP iktidara geldiğinde ülkedeki polis sayısı 120.000’di, GEZİ öncesinde Erdoğan bu sayıyı iki katından fazlaya, 250.000’e çıkardı, çünkü eninde sonunda zorbalıklarına halkın isyan edeceğini biliyor ve bekliyordu. Bu isyanları bastırmak için kendi polis ordusunu göz göre göre kurdu. Çevik Kuvvet polisinin eğitimi, donanımı, görevi halk ayaklanmalarını bastırmaktır. GEZİ’de doğruyla yanlışı ayırt edemeyen başta Çevik Kuvvet olmak üzere, Türk Polisi’ni kendi halkına öldüresiye saldırtan ve haşerat gibi zehirleten İçişleri Bakanı Güler’in, oğluyla rüşvet yediği, uluslararası suçlu Reza Zarrab’ın önüne yattığı ve Türk Milleti’nin menfaatlerine ihanet ederek görev, yetki ve sorumluluklarını bir çete reisi gibi kullandığı da unutulmamalıdır...
En iyi niyetli, insani uyarıların bile hiçbirini dikkate almadan yoluna devam eden, demokrasi ve uzlaşma kültürünün en temel kurallarını hiçe sayan bu baskıcı ve zorba zihniyetin, bir de üzerine, şiddet ve hakaret içermeyen yöntemlerle, demokrasi kültüründe önemli bir yeri olan protesto hakkını kullanan gencecik insanlara, orantısız ve aşırı şiddet uygulatarak bastırmaya kalkması sonucunda, Türk Milleti’nin; “Yeter, biz kendi vatanımızda daha fazla bunu çekmek zorunda değiliz” diyerek, kendi bireysel hak ve özgürlükleri için, demokrasi için hep birlikte mücadele etmeye karar vermesidir GEZİ. Türk Milleti’nin, kendisini bugüne dek rahatsız eden tüm bu olan bitene daha fazla sessiz kalırsa, giderek daha az özgür, daha az kendisi ve daha az mutlu olacağının farkına varması, uzun zamandır görevini yapmayan, yapamayan kurumlara güvenmektense, kendi geleceği için mücadele etmekten ve direnmekten başka hiçbir seçeneğinin kalmadığını sonunda görmesi ve bu yüzden de dayanışmak, birleşmek, birlikte hareket etmek gerektiğini kavramasıdır...
Her geçen gün, her birimizin birey hak ve özgürlüklerinin budandığı, ne kadar çocuk yapacağımıza, ne zaman yapacağımıza, bankta nasıl oturacağımıza, nerede öpüşeceğimize, ne zaman içeceğimize, nerede güleceğimize vs her şeye karışma hakkını kendinde gören, kızlarla erkeklerin birlikte görünmesinden bile rahatsız olan, tüm okulları imam hatibe çevirmeye çalışan, dindar nesil yetiştirince tüm sorunlarımızın çözüleceğini zanneden, ülkede demokrasi ve hukukun giderek erozyona uğratıldığı, demokrasinin tamamen seçim sandıklarından çıkan oy oranına indirgendiği, hiçbir kontrol ve denge mekanizmasının, şeffaflığın ve hesap verilebilirliğin kalmadığı son derece yanlış ve hastalıklı bir mantıkla yürüyen sisteme, artık gençlerin, “buraya kadar” demesidir aslında GEZİ...
GEZİ, aynı çağdaş değerlere inanan ve tüm sistemin, insanın temel hak ve özgürlükleri üzerine kurulması gerektiğini düşünen, çağdışı tüm yasakları ve baskıcı zihniyeti reddeden, kimseyi ötekileştirmeyen ancak bugüne dek örgütlenme ihtiyacı hissetmemiş veya bunu nasıl yapacağını bilmeyen milyonlara örgütlü mücadelenin gücünü gösterdi...
GEZİ’de ayağa kalkan ve hepimizde hayranlık uyandıran gençlik, dünyanın geri kalanıyla iletişimde ve etkileşimde, bireyselliğinin de toplumsallığının da daha fazla farkında bir gençlik. Bireyselliği de, toplumsallığı da değerli görüyor ve dengeli tutmaya daha fazla özen gösteriyor. Birey hak ve özgürlükleri konusunda gayet kıskanç ama bu bencilliğinden değil, insanın buna layık olduğuna inanmasından geliyor. Kendisi için istediği hak ve özgürlükleri, tüm insanlar ve insanlık için isteyecek kadar da demokrat ve eşitlikçi. En önemlisi de, artık bu uğurda amansız ve tavizsiz mücadele etmek zorunda olduğunun farkında ve gereğini yapacak kadar da cesur...

*  *  *

Hükümet, halkın neden isyan ettiğini ve yaşanan bu korkunç süreçte kendi payına düşen hataları kabul edip özeleştiri yapabilmeliydi ve göstericilere karşı pozisyonunu da bu özeleştiriye göre belirlemeliydi. Erdoğan, Afrika gezisindeyken, buradaki hükümet yetkilileri, olayların ciddiyetini kavramışlar ve özür bile dilemişler, mesaj alındı diyerek süreci yumuşatmaya çalışmışlardı. Ancak Erdoğan gelir gelmez, başkaldırının kendisine karşı olduğunu çok iyi bildiği için, mesaj alındıları, özürleri elinin tersiyle itip, tüm bu yaşanan hak arama mücadelesini ve haklı isyanı, dış mihrakların, faiz lobisinin, uluslararası medyanın, Türkiye’nin son yıllardaki başarısını kıskanan dış güçlerin ülkemizdeki oyunlarına, provokatörlere bağlayınca, Gezi Parkı direnişçileri, sokaktaki halk bir anda terörist haline geliverdi...
Provokatörler için, Gezi Parkı direnişinde yanlış üstüne yanlış yapan hükümet ve polisin şiddeti ve acımasızlığından daha iyi ortam mı olur. Böyle bir kaos ortamı yaratılırsa mutlaka provokasyonlar da olacaktır. Gezi Parkı direnişi halkın % 100 haklı direnişidir. Provokasyonlar bu asil mücadelenin değerini azaltamaz...