AKP erken seçimde sadece yüzde 34 oy aldığı halde, çoğunluk partisinin işine daha çok yaradığı için ısrarla düzeltilmeyen, demokratik dünyanın en yüksek ve en anti demokratik yüzde 10 seçim barajı sayesinde, yüzde 66 sandalye elde ederek iktidara geldiği 2002 yılından bu yana, egemenlik alanını genişletmek için her fırsatı ölçüsüzce kullandı. İlk günden itibaren, bitaraf olan bertaraf olur dayatmasıyla, müthiş bir kadrolaşmayla, sadece biat edenleri devlet kademelerine yerleştirerek devlet aygıtının sağlıklı işleyişinin temeli olan ehliyet ve liyakati bozdu ve zamanla hepsi tek kişiye bağlı kendi parti devletini oluşturdu. Bu sürecin başında, yeni kurulan AKP teşkilatından çok daha örgütlü, çok daha eğitimli ve çok daha yetkin kadrolara sahip olduğu için cemaatle doğrudan işbirliği yaptı ve 17-25 Aralık hamlelerine kadar, sadece ülkemiz ve demokrasi için değil kendileri için de çok büyük bir tehdit olan cemaati başta TSK, MİT, emniyet ve yargı olmak üzere her yerde yasa dışı bir şekilde güçlendirdiler, güçlenmelerine göz yumdular. Cemaat kumpası kurbanı eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan’a; “Bugün bize yarın size” dediğinde, “Komutanım siz bunları çok büyütüyorsunuz” cevabı almıştı. Bu konuda kendilerini uyaranların sözlerine kulaklarını tıkadılar. Çünkü o gün, cemaatin söylendiği gibi tehlikeli bir suç örgütü olduğuna inanmamak ve hareketlerini kısıtlamamak, TSK’nın gücünü kırmak olan ortak çıkarlarına daha uygundu...

*  *  *

Ergenekon, Balyoz gibi baştan sona dijital sahte kanıtlar ve PKK’lıların bile gizli tanık yapıldığı yalan ifadelerle kurulan kumpaslarla en başarılı, en nitelikli subaylarımızın TSK’dan uzaklaştırılmasıyla boşaltılan kadrolara, 15 Temmuz darbe girişimine kalkışan subaylar yerleştirildi. Hepsinin kararnamelerinde AKP hükümetlerinin imzası vardı. Cemaatin koca ülkeye darbeye kalkışacak güce erişmesinde en büyük sorumluluğu olan AKP, şimdi hiç sorumluluk almadan, kendi dışındaki, zamanında cemaate dokunan dokunmayan istediğine cemaatçi diye OHAL yasaları uyguluyor...

*  *  *

15 Temmuz kanlı darbe girişiminin ardından 3 ay OHAL kararı bu şartlar altında yanlış bir karar değildir hatta belki de gereklidir. Ama büyük sloganlarla, renkli tasarımlarla pahalı reklam kampanyalarıyla, gözümüze sokarak yaptığı algı yönetimi kampanyalarıyla, Güneydoğu’da OHAL’i kaldırmasıyla övünen AKP’nin, AÇILIM saçmalığı sayesinde PKK’nın hendek stratejisiyle Güneydoğu’da taş üstünde taş bırakmaması, milyonlarca insanı evinden, yurdundan, alıştığı hayattan etmesi ve 14 yıl boyunca göz yumduğu, TSK’dan atılmasına izin vermediği, atılanlarına iş verdiği cemaatçi subayların akıllara zarar intihar darbe girişiminden sonra, sadece PKK’nın etkin olduğu Güneydoğu’da değil bütün Türkiye’de, 81 ilde OHAL ilan etmesi ve bunu 1 yıla uzatmayı düşünmesi ironiktir, trajikomiktir ve çok acıdır...

*  *  *

Burada önemli olan AKP’nin bypass ettiği TBMM’nin, yani milletin yetkilerini OHAL sürecinde ne şekilde kullanacağı, evrensel hukuk ilkelerine, demokratik değerlere, temel insan hakları ve özgürlüklerine ne kadar bağlı kalacağı ve ne kadar uzaklaşacağıdır. Ancak ne yazık ki elimizdeki bütün veriler ve giderek artan şekilde yağan OHAL mağduru mektupları, OHAL’in AKP tarafından günlük siyasi çıkarları için ağır şekilde suistimal edildiği yönündedir. Hepimizin eşit, özgür ve egemen T.C. vatandaşları olarak sahip olduğumuz vatandaşlık haklarımız, temel hak ve özgürlüklerimiz AKP’nin OHAL’e bakış açısı ve OHAL yetkilerini kullanma biçimi nedeniyle büyük baskı altındadır...

*  *  *

TBB Başkanı Metin Feyzioğlu; “OHAL KHK’ları, OHAL sebeplerinin dışına çıkıp olağan bir yönetim aracı haline getirilmiştir. Ve maalesef bunu getirenler bu yönetim biçiminin kendilerine sağladıkları kolaylıktan büyük mutluluk ve rahatlık duymaktadırlar. Oysa 79 milyonluk dinamik, her mezhepten, dinden, inanıştan, her etnik kökenden, her siyasi düşünceden insanın yaşadığı bu koskoca ülkenin tek adam rejimi ile yönetilmesi mümkün değildir. Şu halde geçici hissedilen bu mutluluk Türkiye’yi bir düdüklü tencerenin içine tıkıp, kapağını sıkıca kapayıp, düdüğünün de üzerine parmak basmak anlamına gelmektedir. Türkiye’nin bu şekilde sürdürülmesi mümkün değildir” diyerek uyarıyor.

*  *  *

AKP açıkça, önlenememesinde başından sonuna kadar en büyük sorumlusu kendisi olan 15 Temmuz darbe girişimini bahane ederek ilan ettiği OHAL sürecinde, KHK’lerle, olağanüstü halle hiç ilgisi olmayan eğitim sistemi, üniversite rektörlerinin atanmaları, askeri okulların ve hastanelerin kapatılarak devredilmesi gibi konularda bağlayıcı kararlar alıyor, telafisi mümkün olmayan zararlar veriyor ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurumlarını yeni baştan şekillendiriyor. OHAL KHK’leri, OHAL süreciyle ilgili konuların kapsamı dışına da taşınıp, olağan bir yönetim aracı haline getirilmiş durumda. Devlet yönetiminde artık TBMM’nin etkisi yok, muhalefetin yaptırımı yok, devlet denetleme mekanizmalarının kontrol ve denge güvencesi yok, dolayısıyla ‘Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir’deki ortak olarak hepimize ait olan Milli Egemenliğimiz artık yok. Çünkü OHAL bahanesiyle hiçbir denetlemeye tabi tutulmayan hükümet, yasaya uygun olsun olmasın, başkanlık hedefine doğru her tür KHK’yi istediği gibi çıkarabiliyor. İnsan peki nereye kadar diye sormadan edemiyor?