Erdoğan ve Davutoğlu reddediyor ama aralarındaki çekişme gözle görülür duruma geldi.

AVRUPA BİRLİĞİ: AB ülkeleri üzerlerinde sürekli göçmen krizini bir koz olarak kullanan Erdoğan’la yaşamaya mecbur olduklarını biliyorlar ama bu kadere hiç razı değiller. Türkiye’nin giderek Avrupa değerlerinden uzaklaşması, fikir özgürlüğüne yönelik saldırılar, Kürt parlamenterlere yönelik baskı ve hapis tehdidinin faturası hep Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kesiliyor. AB kendi dertlerine boğulmuş durumda, ama tercih şartları olsa daha kolay iletişim kuracakları Ahmet Davutoğlu’yla yola devam etmeye hazırlar.

ALMANYA: Türkiye’de gözden kaçırılan tartışmalardan biri şiir okuyan komedyenin Alman kamu yayıncılığında halihazırda kutuplaştırıcı bir figür olması. Pek çok muhafazakar Alman “Biz vergilerimizi devlet destekli televizyonlar belgesel yayınlasın, diye veriyoruz” görüşünde. Karşılığında ise ZDF’nin Jan Böhmermann’a ekranını açması tepki topluyor. Angela Merkel biraz da bu eleştirilerin ışığında tam bahanesini bulmuşken Böhmermann’a soruşturma açılmasına izin verdi, ama elinde patladı. Almanya’da ZDF’nin vergilerle ayakta kalmasına rağmen bağımsız yayıncılığı da tartışılan konular arasında. Dolayısıyla göçmenlerden dolayı Erdoğan’a muhtaç olmasına rağmen Merkel’in tek motivasyonu Türkiye’yi mutlu etmek değildi. Elinde patladı. Ama Almanya AB’den farklı olarak Davutoğlu-Erdoğan ayrımı yapmıyor; kim işine gelirse. Şu anda Erdoğan.

ABD: Amerikan Dışişleri yetkilileri epey zamandır yüksek sesle Erdoğan sonrası döneme dair senaryoları konuşmaya başladı. Abdullah Gül’ün pasifliğinden dolayı işe yarar bir alternatif olmadığı görüldüğünden beri “Acaba yola Davutoğlu’yla devam etmek daha mı iyi olur” diyenler ağırlıkta. Pek çok Amerikalı yetkili Türkiye’yle temaslarında Mümtaz Soysal’dan sonra ilk kez kendilerini entelektüel açıdan zorlayan bir dışişleri bakanı olarak Ahmet Davutoğlu’nu biraz zor, hatta yer yer uçuk, ama saygıdeğer buluyordu. Zor ve uçuk kısmı açılmış, Erdoğan’a kıyasla ılımlı ve iyi geçinilebilir imajı kabul görmüş durumda.

CEMAAT: CHP’nin asla iktidar olamayacağını az çok gören Cemaat eski dostluklara dayanarak Ahmet Davutoğlu’ndan yana kartlarını oynamaya hazırlanıyor. Eğer bu savaşı Davutoğlu kazanırsa Cemaat’e yönelik operasyonların da önce yavaşlayacağını, bir süre sonra da tamamen duracağını varsayıyorlar. Tabii kendi kendilerine umut ettikleri senaryo da bu olabilir.

ESKİ YANDAŞLAR: Mustafa Karaalioğlu gibi bir dönem Recep Tayyip Erdoğan’ın en yakınında olup sonradan uzaklaştırılanlar yavaş yavaş bir Davutoğlu medyasının adımlarını zaten atmıştı. Karar gazetesi şimdilik ‘ortada’ gibi gözükse de her an Davutoğlu için çarpışmaya hazır bir şekilde pusuda bekliyor. Bir etkileri yok tabii, dolayısıyla güçleri de sınırlı. Ama mesele iktidar ve kaybedilen statünün geri kazanılması. “Belki bizi yeniden kabul ederler, eski gücümüze kavuşuruz, uçaklara yeniden alınırız” derdindeler. Ama Karaalioğlu ve arkadaşlarının geçmişteki dostluklara güvenerek avantajlı görünmelerine rağmen önlerinde birkaç engel var: Eskimiş isimlere yeni dönemde ihtiyaç var mı, bu bir. İkincisi, Davutoğlu’nun ofisinin önü epeydir kabul görmek isteyenlerle epey kalabalık. 
KULLANIŞLI MUHALİFLER: Önce AKP’nin Türkiye’ye demokrasi getireceğini, sonradan Erdoğan’dan kurtulup Cemaat’le koalisyon kurmayı, HDP’yi desteklemeyi, son kertede HDP düşmanlığını ve yer yer Erdoğan’la barışalım temasını işleyen kısırdöngü içinde bir liberal aydın sınıfı var Türkiye’de. Nuray Mert’in önderliğini yaptığı bu hareket de tıpkı eski yandaşlar gibi geçmişteki dostlukların hatırına inceden inceye acaba Davutoğlu’nun yanında bize de yer var mı, hesabı yapıyor.

17

Hürriyet: Saray’a yakın gazeteci diye Abdülkadir Selvi’yi alıp Erdoğan’ın onu uzaklaştırdığını görmek Hürriyet patronajını da şaşırtmış duyduğum kadarıyla. “Gerçekten biz bir strateji yapmadık, çoktan anlaşmıştık, sonradan böyle oldu” diye açıklama yapmaya çalışıyorlarmış. Ama gün geçmiyor ki hükümete yakın siteler Selvi’yi hedefe koymasın. Hatta Erdoğan bile açıklamalarında Selvi’ye çakıyor. Oysa bu transfer ‘Bilmiyorduk’ diye geçiştirilecek kadar masumane olamaz; Hürriyet safını belli etti.                  
NORA EPHRON BELGESELİ

Her şey yazı malzemesi mi?

Nora Ephron en iyi “Sleepless in Seattle” ve “You’ve Got M@il” filminin yönetmeni olarak tanınıyor. Modern romantik komedi türünün başlangıcı sayılan “When Harry Met Sally” de onun kaleminden çıkma. Ama Ephron’un film kariyerinden önce bir de gazetecilik geçmişi var. Esquire, New Yorker gibi dergilere yazdığı makalelerde, tıpkı filmlerinde olduğu gibi ana ilham kaynağı ve malzemesi kendi hayatı. Hiç çekinmeden kendi hikayelerini yazı konusu yapabiliyor.

Bu öğüt ona senarist annesinden miras. Yaşadığı her şeyin bir gün yazı malzemesi olabileceğini öğütlemiş ve Ephron da yaşadığı süre boyunca bu öğüde sadık kalmış.

En bilinen romanlarından “Heartburn” mesela Watergate’i ortaya çıkaran gazetecilerden Carl Bernstein’le yaşadığı evliliğin bire bir detaylarından oluşuyor; Bernstein’in onu nasıl aldattığını, boşanmalarını aynen kendi yaşadığı şekilde aktarıyor.

Bütün hayatını yazı malzemesi yapan bir kadının kendi kanserini en yakınlarından bile gizlemesi oğlu Jacob Bernstein’in annesi hakkındaki belgeseli “Everything is Copy”nin ana teması. New York entelektüel dünyasının en önemli isimlerinin de konuştuğu belgeselde herkes Ephron’un yazarlığında ısıran bir taraf olduğunu, ama kaleminin büyüsünü ve zekasını teslim ediyor. Ama en yakınları bile hastalığını neden gizlediğini tam olarak çözemiyor.

15

Birkaç sene önce kaybettiğimiz Nora Ephron aslında kadın yazarlar arasında gerçek bir devrimciydi; kadın yazar tanımını özellikle kullanıyorum çünkü kadın olmak, kadınlık halleri üzerine büyük açıklıkla herkesten önce yazmıştı.

Belgeselde benim en çok ilgimi çeken konu kız kardeşi Delia Ephron’un anne-babalarının ölümü hakkında yazdığı romandaki bir ayrıntıydı. Nora, cenazeye katılmamıştı ama Delia romanda bu detayı yazmadı. Herkesin hemfikir olduğu ise roller tersine dönseydi, yazar Nora ve cenazeye katılmayan Delia olsaydı romanda bu ayrıntının mutlaka olacağıydı. Bu fark beni kendi yazarlığımın sınırlarını düşünmeye de itti ve belgeseli izlediğimden beri tam karar veremiyorum. Sahiden, her şey yazı malzemesi mi?

MEDYA DEDİKODUSU

Ahmet Hakan Beykoz’a taşınıyor

Görünen o ki Beykoz Konakları’na doğru yol alıyor Ahmet Hakan.

Bilindiği gibi, geleneksel olarak Hürriyet’in yayın yönetmenlerine Beykoz Konakları’ndan bir ev alınıyor.

Hürriyet’in yayın yönetmenliği için patronajın arayışta olduğu epeydir biliniyordu. Fatih Çekirge, İsmet Berkan öne çıkan isimlerdi. Hatta Mehmet Ali Yalçındağ’ın Erdoğan’a isim sorduğu bile konuşulmuştu - bu bilgiyi yazınca herhangi bir yalanlama gelmedi.


18



Genel Yayın Yönetmenliği için konuşulan son isim Ahmet Hakan. Kendisi de bu göreve talip ve hazır olduğunu bildirmiş. 

Böyle bir dönemde Hürriyet’in başına geçmenin kendini ateşe atmak olduğunu Ahmet Hakan’ın bilmediğini düşünmüyorum. Ama son zamanlarda yazılarındaki aşırı değişimi (Ensar’ı savunma, başkanlık sistemine destek) görünce gerçekten 

Nişantaşı’nı geride bırakmaya mı hazırlanıyor diye düşünmeden edemiyorum.

Geçen hafta Yılmaz Özdil’e saldırması da bilinçli değil miydi?
Kendi mahallesinden çıkıp merkez medyaya geçtikten sonra Ahmet Hakan ve Nişantaşı bir anlamda özdeşleşmişti. Duyduğum kadarıyla Ahmet Hakan bu aralar Nişantaşı’ndan taşınmak üzere. Ama bu bir ev taşıması değil sadece, hatta Nişantaşı’nda oturmaya devam bile edebilir. Ama daha çok zihinsel bir taşınma... 

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.