Güneydoğu’da ilan edilmemiş bir savaş var. Bazılarına göre “düşük yoğunluklu bir savaş” bu...
Savaş, hangi yoğunlukta olursa olsun, savaştır. Kanlar akar, canlar yanar, insanlar ölür, ocaklar söner!
Hemen her gün üç-dört şehit veriyoruz.
Onlar bu vatan için ölüyorlar.
Gözyaşları akıyor, ağıtlar yakılıyor. Ancak...
Ülkenin her yanında aynı hassasiyetin olduğunu söyleyemeyiz.
İstanbul Boğazı’nın en gözde semtlerinden biri olan Kuruçeşme’den bir arkadaşım aradı:
“İnan ki utanıyorum” dedi.
“Neden utanıyorsun?”
O anlattı:

*  *  *

“Her gün şehit verirken, buradaki müzikli mekânlar ‘Vur patlasın, çal oynasın’ gürültülü müziklerle, bağırarak, haykırarak söylenen şarkılarla şehitlerin kemiklerini sızlatıyor! Yaa be mübarekler... O kahramanlar sayesinde sizler İstanbul’da rahat yaşıyorsunuz. Hiç değilse biraz saygılı olun. Halkı için, ulusu için, vatanın bütünlüğü için canlarını veren yiğitlere biraz saygı gösterin. Hiç değilse öyle gürültü patırtı yapmayın! Eğlenecekseniz sessizce, adam gibi eğlenin...”
“Çok mu ses çıkarıyorlar?”
“Evet... Sanki PKK’yı kutlar gibi davranıyorlar. Dedim ya... Vur patlasın, çal oynasın. Pompei’nin son günleri gibi... Bre Allahsızlar! Bu vatan için canını veren şehitler sizi hiç mi ilgilendirmiyor?”
“Bu, İstanbul’un en nezih semtlerinden olan Kuruçeşme de oluyor ha?
“Evet, öyle... Bu insanlarda ruh kalmamış... Milli birlik duygusu yok olmuş... Millet olmak, mutlulukta olduğu gibi acıda ve ıstırapta da ortak olmak demektir. Oysa Kuruçeşme barlarında ve müzikli mekânlarında ‘Onlar ölsün, biz eğlenelim’ düşüncesi var sanki. Beni bu kahrediyor! Bunlar topluma zarar veriyor...”
“Peki, belediye var, kaymakamlık var, valilik var... Bunlar devleti, temsil eden makamlar. Neden bu kepazeliğe müdahale etmiyor?”

*  *  *

Arkadaşımın acı acı gülme sesi telefonda yansıdı:
“Sen ne diyorsun dostum... Bu kentte belediye de yok, valilik de, kaymakamlık da yok! Eğer olsaydı böyle ipini kopartan herkes ortalığı gürültüye verir miydi?”
Uzun uzun dinledim arkadaşımı ve:
“Sana hak veriyorum” dedim.
Yapılanlar en azından ayıptır. Her gün üç-dört şehidin geldiği şu günlerde herkesin o acıyı yüreğinde hissetmesi gerekir.
Terör belâsını yok edelim, o zaman milletçe eğlenir, şarkılar söyleriz. Bu kritik dönemde ulusça birbirimize bağlılığımızı, sevinçte olduğu gibi kederde de birlik olduğumuzu göstermeliyiz.
Bu vatan hepimizin.

Halkımız mutlu imiş!

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yaptığı anketlere şaşırıyorum.
Mesela, Güneydoğu illerinde kan gövdeyi götürürken, İstanbul ve Ankara’da canlı bombalar patlarken, Muğla gibi sakin bir ili “Türkiye’nin en tehlikeli ili” ilan edebiliyor.!
TÜİK’in son yaptığı “Yaşam ve Mutluluk Araştırması” anketi de ilginç.
Türkiye’de hayatından memnun olanların oranı yüzde 56,3’ten, yüzde 56,6’ya yükselmiş!
Mutsuz olduğunu beyan edenlerin oranı ise yüzde 11.7’den, yüzde 11,4’e düşmüş!
Vatandaşın kamu hizmetlerinden memnuniyeti de artarak yüzde 74 olmuş.
Özetle söylemek gerekirse TÜİK’e göre Türk halkı mutlu, memnun ve huzur içinde yaşıyor! Eee, ne yaparsın? Devlet kurumu dediğin böyle olur!

Te­bes­süm
“Osman” koleksiyonu!

Yargıç mahkemede, kadın tanığa kaç çocuğu olduğunu sorar.
Kadın “10 çocuğum var” diye cevap verir.
Adları sorulunca tanık kadın yargıca on defa “Osman...Osman... Osman” der.
Yargıç merak eder:
“10 çocuğunun onunun da adı Osman mı?”
Kadın “Evet” deyince yargıç merakla:
“Peki, çocukların bahçede oynarken onları içeri nasıl çağırırsın?” diye sorar.
Kadın bu soruyu gülümseyerek yanıtlar:
“Ben yüksek sesle bir kez ‘Osman’ diye bağırırım, bir anda onu birden eve gelir.”
Yargıç yine merak ve de kuşkuyla:
“Peki, yemeğe nasıl çağırırsın onları?”
Kadın yine gülümser:
“Yüksek sesle bir kez “Osman, yemek hazır. Haydi sofraya’ derim. Çocuklarımın onu birden sofrada yerlerini alır.”
Yargıcın merakı gittikçe artar:
“Peki” diye sorar “İçlerinden yalnız birine bir şey söylemek istediğinde ne yaparsın?”
Kadın bu soruyu da kolaylıkla yanıtlar:
“O zaman onları soyadlarıyla çağırırım!”

Gü­nün Sö­zü
Köle misin? Öyleyse dost olamazsın? Zorba mısın? Öyleyse dostun olmaz!