Türkiye’nin terörden sonraki en büyük sorunu, sanırım Milli Eğitim’deki çarpıklıktır.
Çocuklarımızı maalesef iyi yetiştiremiyoruz. Çağdışı ilkel eğitim sistemi ile gençlerimizi cahil cühela bırakıyoruz.
Bu eğitim sistemi ile gelecek kuşakların Türkiye’yi çağdaş ülkeler düzeyine getirmeleri imkânsız!
Diyanet İşleri Başkanlığı Eğitim Hizmetleri Genel Müdürü
Prof. Ali Erbaş:
“500 imam hatipten 3 bin 500 imam hatibe çıkmışız. İlahiyat Fakültesi sayısı 17’den 100’e çıktı. İmam hatip öğrenci sayımız ise 60 binden 1,5 milyona yaklaşmış durumda” diye övünüp ekliyor:
“İmam hatipli olmak bir ayrıcalık ve imtiyazdır.”
Acaba öyle mi?
Eğitimin dini temeller üzerine oturtulması ne dereceye kadar doğrudur?
Dünyada din eğitimi veren medreselerle çağı yakalamış bir tek ülke var mıdır?
Batı ülkelerinin, dini devlet işlerinden ayırdıktan sonra bugünkü gelişmiş duruma gelip dünyaya hâkim olması bir tesadüf müdür?

*  *  *

Ben bu yazıyı yazarken, Semih Kalkanoğlu’ndan bir mektup aldım. Bir elektrik mühendisi ve araştırmacı yazar olan Semih Bey, aynı zamanda eğitimcidir. Tesadüfe bakın ki o da mektubunda bu konudan bahsederek şöyle diyordu:
“Sayın Turan... Dünyada din okulları ile gelişen, çağı yakalayan tek bir ülke yoktur.
Pakistan’da 24 bin medrese olduğunu biliyorum. O ülkenin hâli malûm.
TV’de ‘Kardahar Yolunda’ adlı bir film izledik. Tüylerimiz diken diken oldu.
İşte, Türkiye’nin bu kafalarla gideceği nokta orasıdır.
Bir 10 yıl sonra aynı olacağız o ülkelerle...
Tevhid-i Tedrisat Kanunu tamamen çiğnenmiş ve yok edilmiş durumda...
İslâm’da reform yapılmadan ‘Demokrasi ve İslâm’ bir arada olamaz!
Günümüzde İslâm dini, yobazlar tarafından akılcılıktan uzaklaştırılmıştır.
Oysa İslâm gerçekte akıl dinidir. Allah ve Peygamber adına konuşan yobazlar, İslâm dinini gerçek noktasından almışlar ve tüm insanlığı yanıltan başka veçhelere sokmuşlardır.
Türkiye’de hiçbir zaman gerçek demokrasi olmadı. Olamaz da...
Çünkü demokrasi, kültür düzeyi yüksek toplumların rejimidir.
Hıristiyan dünyası 1300 yıl karanlık çağ yaşamış, bu çağın ardından müthiş bir gelişme içine girmiştir.
İslâm dünyası ise karanlık çağı yaşamaktadır. Ne zaman ki bu karanlık çağ ortadan kalkacak ve İslâm aslına, yani akla dönecek, işte o zaman İslâm ülkeleri de gelişmeye başlayacaktır.
Günümüzde her şeyi dine dayandırmaya çalışan yöneticiler, bu ülkeye büyük kötülük yapıyorlar.”

Yerli otomobil iyi de yediğimiz kazık fena!


Şimdi büyük bir hevesle yerli otomobil yapmaya soyunduk!
Fakat nasıl?
Tedavülden kalkmış bir İsveç otomobilini satın alarak!
İsveç’in ölmüş bir markası olan SAAB’ı bize 40 milyon Euro’ya (135 milyon liraya) kakaladılar. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık:
“İşte size yerli bir otomobil!” dedi.
Herkes dalga geçmeye başlayınca:
“Bu aşağılık kompleksidir. Yani bir şirketin yaptığını bir ülke neden yapmasın? Türkiye muz cumhuriyeti mi? Hiç tecrübesi, birikimi yok mu?” dedi.
İyi de Bakan beyefendi... Türkiye madem o kadar gelişmişse, o zaman ne diye dünyada artık esamisi okunmayan “SAAB otomobili” alıyorsun?
Bu “SAAB” markasında 40 milyon Euro eden ne var?
Ayrıca arabanın tasarımını yeniden yapacak olan Alman ve Hollanda firmalarına da milyonlar ödenecek.
Türkiye’de bunu yapacak firmalar yok mudur?
Madem arabayı değiştiriyorsunuz, bunun tasarımlarını Türk firmalarına yaptıramaz mıydınız?
Eleştirilere sinirlenen Bakan Bey “Bizde bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma hastalığı var” diye köpürdü.
Bakan Fikri Bey, Hereke Lisesi Matematik öğretmenliğinden Sanayi Bakanlığı’na geçtiğinden bu yana, dünyanın en grift sanayii olan ‘otomotiv endüstrisinin’ tüm sırlarını çözmüş anlaşılan. Helâl olsun!

TEBESSÜM


Mini etek ve otomobil


Temel, arkadaşı Dursun’a anlatıyor:
“Bir gün yolda çok güzel bir bayan durdu ve beni arabasına aldı. Bir süre gittikten sonra kadın arabayı kuytu bir köşeye çekti. Mini eteğini iyice yukarı kaldırıp dudaklarını ıslattı ve ‘Benden ne istersen alabilirsin’ dedi, ben de arabasını aldım”
Dursun:
“iyi etmişsin be Temel... Mini etek sana hiç yakışmazdı zaten!”

Günün Sözü
Despot bir iktidarı kendi yalakaları kadar kimse kandıramaz!