CHP, “başkanlık diktasına” karşı yurt çapında seferberlik ilan etti...
Ne güzel! Biz de “sonunda ana muhalefet partisi üstündeki ölü toprağını atıyor, ayağa kalkıyor” diye sevindik... Seferberliğin başlangıç yeri olarak Adana seçilmişti. On binler büyük devrimci Mustafa Kemal’in adını anarak, büyük bir coşkuyla bu ülkeyi gericilere peşkeş çektirmeyeceklerini haykırıyorlardı...
Sonra sahneye CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu çıktı, aldı mikrofonu eline başladı konuşmaya... Söylediklerinde yeni bir şey yoktu; ta’ki kalabalığa bir grup gazetecinin tutuklu olduğunu, isimlerini tek tek sayacağını, her isimden sonra “burada” diye haykırmalarını rica ettiği ana kadar.... Sonra tek tek saymaya başladı; Cumhuriyet gazetesinin yazarları, Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay veee... Şu isimler:
-Nazlı Ilıcak, Mehmet Altan, Ahmet Altan, Şahin Alpay, Ali Bulaç!..
Hiç abartmadan söyleyeceğim; kanımın damarlarımdan çekildiğini, buz kestiğimi hissettim!.. Ergenekon, Balyoz, Casusluk, OdaTv kumpaslarının başrol oyuncuları, The Taraf isimli “misyoner gazetenin” elleri kan içindeki silahşorları, yıllar yılı, çöp sepetine postalanana dek iktidarın her türlü melanetine alkış tutan, akıl veren kalemşorlar, kumpas savcılarını “kahraman” ilan eden, insanların zindanlarda çürümesine, intihar etmesine, onulmaz hastalıklara yakalanmasına neden olan vicdansızlar için şöyle diyordu Kılıçdaroğlu:
-Onlar şu anda hapiste, ama onlar aynı zamanda Adana meydanında, yüreklilerin bulunduğu meydanda, cumhuriyete, demokrasiye sahip çıkan meydanda, Mustafa Kemal’in meydanında onlar şimdi...
Kılıçdaroğlu’nun adına çok ama çok utandım; “Yurtdışında vatan hasreti çeken soysuz savcı, hakim artıklarını, gazeteci müsveddelerini unutmuş ne ayıp” diye düşündüm...
-Pek yakışırdı!..

Cumhuriyet ve demokrasi aşıkları öyle mi?..


“Bu isimleri okurken CHP genel başkanının yüreği biraz olsun sızlamadı mı?” diye düşünebilirsiniz...
Hayır! Okuyuş tarzı, her isim ardından “burada” diye bağırılmasını rica etmesi, kullandığı sözcükler işini gönülden yaptığını gösteriyordu!.. Diyelim ki, bu saydığı muhterem zevat, gerçekten o meydanda olsaydı, sahneye davet edilselerdi, ne yapacaklar, neler söyleyeceklerdi acaba?..
Örneğin Ahmet Altan, o ortalığı bulandıran “Atakürt” başlıklı yazısını mı okuyacaktı, yoksa “Atatürk, Cumhuriyeti balolar düzenlemek, dans zevkini yaşamak için kurdu” tiradını mı seslendirecekti?.. Yoksa koştura, koştura genel yayın yönetmenliğini üstlendiği, kumpasların millete yedirilmesi, yurtseverlerin zindanlara tıkılması görevini şevkle, zevkle yapan The Taraf’ın Ergenekon iddianamesinin kabul edilmesinin ardından “dokuz sütuna manşet” yaptığı şu aşağılık sloganı mı paylaşacaktı, “burada” diye haykıran kalabalığa:
-1923’te kuruldu, 2008’de arınıyor!..
Nazlı Ilıcak mesela; ne söyleyecekti o meydanda toplananlara?.. Cemaat gazetelerine yazdığı “Ergenekon, Balyoz savcı ve hakimlerinin kahramanlık öykülerini mi” anlatacaktı, yoksa en son yaptığı gibi “aldatılmışım, Zekeriya Öz beni fena aldatmış” diye gözyaşlarına mı boğulacaktı?.. Yoksa daha da gerilere gidip, hemen 12 Eylül karşıdevrimi öncesi istihbaratçı orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu tarafından nasıl tepe tepe kullanıldıklarını mı bir kez daha itiraf edecekti?!.
Ya Mehmet Altan; İkinci Cumhuriyet fikrinin yılmaz savunucusu, “sömürge olmanın erdemleri” üzerine güzellemeler döktüren Mehmet birader ne söyleyecekti, hiç sıkılmadan o insanlara?.. Kurtuluş Savaşı’nın asla bir kurtuluşla ilgisi olmadığını, Türk Ordusu’nun yalnızca Yunan’la savaştığı üfürmesini mi? Yoksa zalim cumhuriyetin bu iktidar sayesinde pisliklerinden arındırıldığını mı?. Belki de Ergenekon ve Balyoz davalarının AKP’yi de aştığını, dünya liderliğinin Türkiye’yi adam etmeye soyunduğunu anlatacaktı!..
Ya bir zamanların sıkı solcusu, uzun yılların “Zaman” yazarı Şahin Alpay hangi yüzle, hangi hikayeyi dillendirecekti acaba?. Fetullah Hocaefendi hazretlerinin ne nurlu bir yüce insan olduğunu mu anlatacaktı, yoksa CHP’nin miadını doldurmuş, hiçbir işe yaramaz bir parti olduğundan mı dem vuracaktı?.. Ya da o entelektüel birikimiyle Kemalizm hastalığı, sosyal demokrasinin işe yaramazlığı, nurlu ufukların ne kadar yakın olduğu üzerine nutuk mu çekecekti?!.
Kemal Bey de herhalde beşuş bir çehreyle dinler, yürekten alkışlardı...

O kahramanların ahı yeter Kemal Bey!..


İyi, güzel de Kemal Bey, yıllarını zindanlarda geçirmiş kendi milletvekillerinin, Mustafa Balbay’ın, Mehmet Haberal’ın, Dursun Çiçek’in, İlhan Cihaner’in, zulme uğramış yurtseverlerin, ölüme yatırılmış kahraman subayların, onların ailelerinin yüzüne nasıl bakacak dersiniz?..
Mesela şakağına tabancayı dayayıp tetiği çeken Deniz Yarbay Ali Tatar’ın ağabeyi Ahmet Tatar ile karşılaştığında başını öne eğip görmezden mi gelecek?.. Açık görüşte, küçücük kızıyla “yakan top” oynarken onun gözleri önünde fenalaşıp ölen Albay Murat Özenalp’in “babacığım ne olur kalk, vallahi bir daha yakan top oynamayacağım” diye ağlayan Duru’yu, oğlu Batu’yu gördüğünde biraz olsun utanç duymayacak mı?..
Türkan Saylan, İlhan Selçuk, Uçkun Geray, Kurmay Albay Berk Erden, Kuddusi Okkır, Kurmay Albay Tarık Akça, Kaşif Kozinoğlu, Albay Abdülkerim Kırca... Daha niceleri bu alçakça kumpaslarda yaşamını yitirdi, yakınlarını yitirdi... Onların aileleri, eşleri, kızları, oğulları yakanıza yapışıp, “Allah belanızı versin” derse şayet nasıl bir karşılık düşünür acaba Kılıçdaroğlu?..
Sevgili Nihat Genç, Adana’daki kepazeliği görünce “çıldırmış”, şu sözcüklerle tepki göstermiş; onunla bitireyim bari:
-Kılıçdaroğlu, senin belanı Allah’a bırakanın da Allah belasını versin!..