YENİ ÖĞRENDİM

Cumhurbaşkanı Erdoğan son birkaç gündür yaptığı hemen tüm konuşmalarda 16 Mayıs’ta Amerika Başkanı Donald Trump’la yapacağını söylediği görüşmeye atıflarda bulunuyor.
Türkiye’nin Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’taki oldubittilere asla izin vermeyeceğini söylüyor, konuyu Trump’la yapacağı görüşmede dile getireceğini belirterek “Biz baş başa görüştüğümüzde sorunların çözeceğimize inanıyoruz” diyor.
Saray’da da Amerika gezisi nedeniyle hummalı bir çalışma olduğunu öğrendim. Amerika’ya gidecek ekip harıl harıl çalışıyor, Trump’a verilecek belgeler ve bilgiler sürekli olarak yeniden değerlendiriliyor.
Buna karşı Amerika’dan aldığım bazı haberler bu görüşmenin tehlikeye düşebileceği yönünde sinyaller veriyor.
Beyaz Saray’la ilişkileri güçlü, birçok gazeteye haber servisi yaptıktan sonra artık emekliliğinin tadını Amerika’da çıkaran eski bir gazeteci dostumla son günlerin ışığında Türk Amerikan ilişkilerini konuştum cumartesi akşamı telefonla.
Gazeteci dostum “Beyaz Saray ve Pentagon’un Türkiye ile gündeminde iki konu var” dedi.
Bunlardan birincisi Türkiye’nin Kuzey Orak ve Suriye’ye yönelik askeri operasyonları.
Amerika Türkiye’nin bu askeri operasyonlarından rahatsız. Çünkü Türkiye’nin operasyon yaptığı bölgede Amerikan askeri varlığı da var ve onların can güvenliği her an tehdit altında.
İkinci konu ise Rıza Zarrap davası. Gazeteci dostum “tam teyit edemedim ama Salı günü (yarın) yapılacak Rıza Zarrap duruşmasında çok ilginç bir gelişme olabilirmiş. Mahkemede Rıza Zarrap’ın işlediği suçlarda Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin de dahli olduğu konusunda bazı belgeler açıklanacakmış” dedi.
Ardından şunları anlattı; “Amerika’da Trump’ın başı hayli sıkıntıda. Bakmayın esip gürlemesine, günler geçtikçe Amerikan derin devletinin hakimiyeti artıyor. Amerikan derin devleti Erdoğan’ın başına buyruk olarak nitelediği davranışlarından rahatsız. Bu nedenle başkanın şu aşamada Erdoğan’la görüşmesine karşı çıkıyor. Beyaz Saray’a bu nedenle şiddetli baskı uygulandığı haberlerini aldım.”
Amerika ile ilişkilerde büyük beklentilerin yaşandığı şu günlerde gazeteci dostumun aktardıklarını şaşırarak dinledikten sonra “Erdoğan bunun farkında değil midir?” diye sordum.
Cevabı ilginç oldu; “Bence durumu gayet iyi biliyorlar. Muhtemelen bu nedenle sanki bu görüşme mutlaka gerçekleşecekmiş gibi davranıyor Erdoğan ve söylemleriyle karşı tarafı da görüşme yapmak için çaresiz bırakmaya çalışıyor. Bana göre Trump görüşmeden yana ama Zarrap olayında hükümetin dahli olduğu konusunda iddialar ortaya atılırsa Amerikan Başkanı da çaresiz kalabilir.”
Anladığım kadarıyla yarın çok önemli. Zarrap olayı zaten çok çetrefilli bir konu. Öyle ya da böyle işin iktidarla bağlantısının kurulması çok şaşırtıcı olmayacaktır.
Gazeteci dostumun dediği gibi Zarrap olayında yarın bu flaş gelişme yaşanırsa Türk Amerikan ilişkilerinde çok tatsız bir dönem başlayacak demektir.

BAŞIMDAN GEÇENLER

İş Meclis’te açık oy kullanıldığında bitmişti


Referandumun sonucu YSK tarafından resmen açıklandı ama tartışması hiç bitmeyecek. Çünkü bu referandum siyasi tarihimize bir “yolsuzluk rezaleti” olarak damga vuracak. Etkisinin çok uzun yıllar süreceği ve bundan sonraki pek çok seçime gölge düşüreceği kesin.
Hafta sonunda bir grup CHP’li ile sohbet ediyordum.
Hepsi çok dertli. “Halk hayır dedi ama evet açıklandı” sloganı çok tutmuş belli ki, kimsenin ağzından düşmüyor.
Herkesin öfkesi “hiçbir şey yapılamamasına” yönelik. “Tuz kokmuş Can Bey” dedi bir CHP’li ve devam etti “Adamlar kanunu uygulamayacaklarını söylüyorlar, buna karşı bir çare yok ki, bütün yargı ellerinde zaten. Hani o meşhur fıkradaki gibi kimi kime şikayet edeceğiz?”
Bir CHP’li ise “Aslında bunun böyle olacağı daha Meclis’teki oylamada belli olmuştu ama o zaman da bir şey yapamadık. Şimdiki nedir ki?” dedi.
Herkes konuyu aynı anda hatırlayamadığı için “Neyi kastettin?” diye sordular.
Anlattı; “AKP’liler anayasa değişikliği oylamasında kabinlere girmediler bile, evet pullarını herkesin görebileceği biçimde açıkta zarfa koydular. Oysa bu bir anayasa ihlaliydi. Ne yapsak kâr etmedi. İşte o an referandum da kaybedilmişti.”
Bunu dinleyen CHP’lilerden biri “Şimdi belli oldu” dedi “YSK Meclis’te açık oylamayı örnek alarak halkın oylarını da açıkta kullandı ve göz göre göre referandumu çaldılar.”
Hepimiz güldük tabii. Ama ülkemizdeki hukuk ve demokrasinin açıkça katline karşı çok acı bir gülüştü bu.

ŞAŞIRDIM

Bu “Hulusi Akar vakası” da nereden çıktı?


Birkaç gündür sosyal medyada bir fotoğraf geziniyor.
Bir parkta yan yana dizili üç şezlongta oturan üç kişi görülüyor. Üçü de hemen tanınıyor. Biri eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, diğeri gazeteci Fehmi Koru, üçüncü isim ise halen Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlarından Şükrü Karatepe. Kayseri eski Belediye Başkanı olan Karatepe referandumdan birkaç gün önce yaptığı “eyalet sistemi önerisi” ile gündeme oturmuştu. Bir “nostaljik fotoğraf” olarak sosyal medyada ilgiyle bakılan bu fotoğrafa birden çok farklı bir isim daha katıldı birkaç gün önce.
Bu isim Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’dı.
İnsan ister istemez “ne alaka” demeden edemiyor. Ama işin aslı başka. Bu dört isim de Kayserili. Aşağı yukarı aynı yaştalar ve hepsi de Kayseri Lisesi’nden arkadaş. Bu arkadaşlıkları üniversite ve sonrası yıllarda da devam etmiş.
Burada aykırı isim gibi duran Hulusi Akar. Özgeçmişine baktım, bütün kaynaklarda (Wikipedia’ya girilemiyor, yasaklı biliyorsunuz) Akar’ın özgeçmişi 1972 yılında Harp Okulu’ndan mezun olmasıyla başlıyor. Öncesi yok. Ama şunu anlıyoruz ki Hulusi Akar askeri liseden gelme değil. Bu önemli mi? Şu açıdan önemli. Eski bir askere sordum, bugüne kadar Genelkurmay Başkanları arasında askeri liseden gelmeyen kimse yok. Akar ise normal lise mezunu olduktan sonra Harp Okulu’na girmiş ve Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükselmiş ilk kişi.
Bu olayı neden ben de yazıyorum? Çünkü ilginç bir durum söz konusu.
Akar’ın, Gül, Karatepe ve Koru ile çok geçmişe dayanan ilişkisinin dile dolanmasıyla birlikte aynı anda cemaatin önde gelen isimlerinden ve halen kaçak olan gazeteci Faruk Mercan’ın tam bir yıl önce attığı tweet’ler de yeniden servise kondu.
Bakın Faruk Mercan bu tweet’inde ne diyor;
“Necdet Özel ve Hulusi Akar Ergenekon’la yapılan kararlı mücadele neticesinde bu görevlere gelebildiler. TSK’daki mevcut birikimin ürünleri.”
“TSK’nın kurumsal duruşu ve birikimi olmasaydı ne Necdet Özel ne de Hulusi Akar Genelkurmay Başkanı olabilirdi. TSK sarayın oyuncağı olamaz”
“Hulusi Akar’ın Genelkurmay Başkanı olması kolay olmadı. Hilmi Özkök ve Necdet Özel çizgisindeki TSK kurumsal yapısı onu bu göreve getirdi.”
“Hulusi Akar Ergenekon mücadelesinin bir ürünüdür. Bunu Ankara temsilcisi olarak karargâhta kendisiyle yaptığım iki görüşmeden biliyorum”
Bir yıl önce cemaatin dinci faşist darbe kalkışması öncesi yazılmış bu tweet’ler. O tarihte demek ki bir etki yaratmamış. Şu günlerde “o fotoğrafla” birlikte yeniden servis edilmesi “Bu bir Hulusi Akar vakasıdır” izlenimi bırakıyor bende.
Başka yorum yok.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Taksim’e kimse gitmiyor ama İstanbul yine kâbus yaşayacak


Sendikalar ve bazı sivil toplum kuruluşları iktidarın baskısına karşı direnemediler ve bu yıl 1 Mayıs’ta Taksim’e çıkma talebinden vazgeçtiler.
Bu durumda şu anda Taksim’e çıkma niyeti taşıyan kimse yok. Muhtemelen bazı goşist gruplar ortaya çıkmaya çalışacaklardır ama etkili olabilmeleri mümkün değil ki zaten hiç olmadı da.
Bugün belli ki Taksim ve çevresinde kimse olmayacak ama İstanbul yine bir kabus günü yaşayacak.
Taksim alanı dün itibarıyla tamamen bariyerlerle çevrilmiş durumda. Yarın sabahtan itibaren Taksim’e doğru giden bütün yollar kapatılacak. Muhtemelen deniz yolunu, metro ve tramvay ile tüneli de kapatacaklardır.
1 Mayıs’ta Taksim’de miting yapılmasına “Trafik engelleniyor, İstanbul halkı perişan oluyor” gerekçesi uyduranlar bırakın Taksim ve çevresini bütün İstanbul’da trafiği felç edecekler yine.
İktidarın başı göğe erecek mi bilmiyorum artık. Ama şunu da bilmeliler. Bu tür 1 Mayıslar bu iktidar zihniyetine “zafer kazanılmış” duygusu tattırıyor olabilir ama bütün bunlar tarihimize geçen kara lekelerdir, günü gelir bunun hesabı da sorulur.

ÇOK GÜLDÜM

Hukukun çiğnenmesine de slogan bulurlar 

Yüksek Seçim Kurulu göz göre göre sandıklardan hayır çıkmasına rağmen sonucu evet olarak açıkladı. Yapılan “tam kanunsuzluğu” savundu ve hiçbir itirazı da kabul etmedi.
Tabii bunda asıl pay sarayda. Çünkü daha YSK sonuçlarla ilgili bir açıklama yapmamışken Cumhurbaşkanı halkın karşısına çıktı ve “Atı alan Üsküdar’ı geçti, bunlar farkında bile değil” dedi. Sonra AKP’nin kalelerinden biri olarak bilinen Üsküdar’da hayırın kazandığını görünce pot kırdığını düşünüp “Geçti Bor’un pazarı sür eşeğini Niğde’ye” atasözünü “zafer belgesi” gibi sundu. (Niğde evet dedi, Üsküdar’daki pot düzeltilmiş oldu)
Önceki gün de “Yahu bitti bu iş anlamıyor musunuz, daha ne çabalıyorsunuz” dedi.
Bunların hepsi olumsuzluklar için kullanılan sözlerdir.
Yüksek Seçim Kurulu da buradan yola çıkarak uzun uzadıya anlamsız ve hukuk dışı gerekçeler için kafa patlatacağına “Minareyi çalan kılıfını hazırlar” atasözüyle bütün ağızları sustursun bari.