BUNU YAZMAK GEREK

Meğer o tapeler gerçekmiş


İktidar Zarrab davası nedeniyle çok telaşlı. Gerçi artık bundan sonra telaşın faydası var mı bilemem. İran asıllı Türk vatandaşı Rıza Zarrab artık bir “itirafçı” olarak anlatıyor da anlatıyor. Önemli olan bu itiraflarında kimi nasıl ve neyle suçlayacağı ya da mahkeme heyetinin Zarrab’ı itiraflar konusunda hangi yöne iteceğidir. Reza’ya sorulacak sorularla projektörler dönemin Türkiye Cumhuriyeti hükümeti üzerine çevrilebilir. Nitekim artık dönemin başbakanının adı da dava dosyasına girmiş durumda. Kişisel izlenimim buradan Türkiye hükümeti aleyhine çok ciddi bir karar çıkmayacağı yönünde. Gerçi hüküm olarak bir şey çıkmamasının çok da önemi yok. Sonuçta şu anda Türkiye dünyanın “rüşvetçi ülkeler” sıralamasında en tepeye oturmuş durumda zaten. Üzerimize yapışan bu kara lekeyi çıkarmamız ne kadar süre alır artık bilemem. Tabii hükümet hüküm olarak bir yara almasa bile mevcut sanıklarla ilgili verilecek hüküm dolaylı olarak da olsa bazı isimlerin Türkiye’den çıkışları zorlaştırabilir. Hatta bazı isimler muhtemelen korkuya kapılarak ömürleri boyunca Türkiye’den dışarı adım atamayabilirler. Bunlar kimler olur, şu anda bilemem. İktidar ve yandaş medya bu nedenle çok telaşlı. Zarrab 20 aydır tutuklu. Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı 8 ay önce tutuklandı. Bir eski bakan ve Halk Bankası Genel Müdürü hakkında üç ay önce yakalama kararı verildi. İktidar ve yandaşlar nedense hep sessizdi. Ne zaman ki Başbakan Amerika’ya gitti ve geldi o andan itibaren Zarrab haberlerinde patlama yaşandı. Meğer bu yandaş medyanın elinde ne bilgiler belgeler varmış da haberimiz yokmuş. Davanın nasıl siyasi olduğunu, belgelerin nasıl elde edildiğini, Amerika’nın böyle bir mahkeme kuramayacağını anlatıyorlar. Gerçi şu anda yakınan bizimkilerin yaptığı derdini biraz mübaşire anlatmak gibi oluyor ama belli ki amaç Amerika’daki mahkemeyi değil buradaki kamuoyunu etkilemek. İktidar, çıkacak sonuç Türkiye’yi dünyada yerin dibine soksa bile Türkiye’deki etkisini kırmaya çalışıyor. Şimdiden dava üzerine gölge düşürerek asıl amacın Türkiye’yi batırmak olduğu, dünyanın elbirliği ile Erdoğan’ı yok etmeye çalıştığı algısı yaratılmak isteniyor. Bunda başarılı olunur mu? Neden olunmasın ki? Bu milletin yarısı 17-25 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluğa bile aldırmadı. Buna mı aldıracaktır? Ancak belki gözlerden kaçıyordur ama bu dava nedeniyle çok önemli bir konu da açıklığa kavuştu. 17-25 Aralık olayı elbette cemaatin hükümeti devirme operasyonuydu. Ama önemli olan içeriktir. Cemaatin amacı hükümeti devirmek olsa bile iddiaların doğru olma ihtimali çok yüksekti. Çünkü nasıl elde edilmiş olursa olsun ortaya dökülen telefon kayıtlarında çok ciddi suç işlendiği anlaşılıyordu. İktidar ve yandaşları bu kayıtların “sahte, montajlama” olduğunu ileri sürdü. TÜBİTAK’tan da bu konuda rapor alındı. Ancak aynı telefon kayıtlarının Zarrab davasında da kullanılacağı belirtiliyor. Ve mahkeme herhangi bir kuşkuya yol açmamak için bu kayıtları dünyanın en ileri teknolojisinin beşiği olan Slikon Vadisi’nde inceletmiş ve gerçek olduklarını ortaya çıkarmış. Sonuç şudur; Bazı konuşma kayıtları Amerikan yasalarına göre kurallara uygun biçimde elde edilmemiş olabilir, bu nedenle hiçbir suçlamada kullanılamaz. Ancak bu kayıtların gerçek olduğunun saptanması Türkiye’deki bir algıyı da yıkacaktır. Hukuken belki hiçbir şey yapılamayabilir ama Slikon Vadisi’ndeki incelemeler sonunda 17-25 Aralık olayının aslında çok büyük bir yolsuzluğun kaynağı olduğu en azından vicdanlarda vücut bulacaktır. Bu saatten sonra kimse suçlanmasa, bir ceza almasa da kamuoyu gerçeği bilecek ve sanıyorum bundan sonraki siyasi kararını da buna göre verecektir.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Bu ihanetin hesabı mutlaka sorulmalı


İktidar “İstanbul’a ihanetten” söz ediyor bir süredir. Bana “En büyük ihanet nerede?” diye sorulsa Ataköy sahilini gösteririm. İstanbul’un bütününe büyük bir ihanet yapıldı ama Ataköy sahili çok daha büyük bir ihanete ve çok büyük bir suça tanıklık ediyor.  Türkiye yaklaşık 40 yıldır, iyi kötü “Kıyı Kanunu’na” uymayı becermişti. Ancak Ataköy’de ihanet edenlerin gözü o kadar kararmış ki ne kıyı kanunu dinlemişler, ne vicdan, ne ahlâk, ne doğa. Böyle bir hukuksuzluk böyle bir rezalet herhalde ancak bizde veya bizim gibi ülkelerde yaşanabilir. Yukarıdaki fotoğrafa bakınca görüyorsunuz değil mi?  Ataköy sahilinde denize sıfır noktadan gökdelenler yükseliyor.  Parasını bastıran yeni zenginler evlerine tekneleri ile gidip geleceklermiş. Burada ne büyük rüşvetler dönmüş ki, Kıyı Kanunu’na rağmen denize sıfır noktada imar izni çıkmış. En geç bir yıl 5 ay sonra yerel seçimler var. İstanbul’da büyükşehir belediye başkanlığına aday olanlara “bu kepazeliği yıkacak mısınız?” diye soracağım. Oyumu da “evet” diyene vereceğim. Yerel seçimlerde adaylara bu tür sorular sorulmalı bence. “Şunu yapacağım, bunu yapacağım” diye parlak vaatleri dinlememek gerek. Mevcutların hesabını kim soracaksa oylar da ona verilmeli. Vatandaşa öneriyorum. İngiltere’de 205 yıl öncesinin Oxford’u ile bizim Ataköy sahilinin 4 yıllık farkını zihinlerine kazıyın ve seçim hesabınızı da buna göre yapın. Ya hesap sorulacak ya da sorulacak, bence o kadar.

02krk05a_ist_izm_ant_ank_trb

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Yabancılar Türkiye’den iyice korkar oldu


İş dünyası sesini pek çıkarmıyor, tabii korkudan, özellikle yurtdışı işler yapanlar son günlerde çok dertli. Çünkü yabancı ortakları artık hiçbir toplantıyı Türkiye’de yapmak istemiyormuş. Nedeni basit, Türkiye’de OHAL var, hükümet basit nedenlerle insanları tutukluyor, yabancı düşmanlığı da had safhada. Durum gerçekten böyle mi? Bizim bakış açımıza göre bunlar yalan dolan. Ama yabancı gözüyle bakıldığında durum hiç öyle değil. Türkiye’yi bir “dehşet ülkesi” olarak görüyorlar. Bakın son örnek medyaya da yansıdı. İnternet üzerinden yayın yapan Netflix diye bir televizyon portalı var. Bu portalın içinde yayınlanan “Designeted Survival” adlı dizinin son bölümlerinde Türkiye’deki darbe ele alınmıştı. Bu haber medyada yayınlandığı sırada Netflix’in Türkiye sorumlusu olan kişi İstanbul’daymış. Genel merkez hemen mesaj atarak “Derhal ülkeden çık, tutuklanabilirsin” demiş. Türkiye’nin en büyük beyaz eşya üreticilerinden birine de Macaristan’da showroom açmasını önermiş Batılı alıcılar “Türkiye’ye gelip sipariş vermek istemiyoruz” demişler. Çünkü “birinin kafasının bozulması halinde tutuklanabileceklerini” sanıyorlarmış. Böyle bir şey olacağı yoksa bile algı ne yazık ki bu. İktidar yetkilileri “Ver papazı al papazı” muhabbeti yaparsa bu dünyaya “şantaj ve rehin alma” yansıması yapar. İktidar sahipleri hangi ülkeye ayar veriyorsa o ülkenin iş insanları “gidersek bizi de tutuklar ve koz olarak kullanmaya kalkarlar” endişesine kapılır.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Zamanlamanın ne alakası var?


Artık panik saklanamıyor. AKP genel başkanı, başbakan, kimi bakanlar, AKP sözcüsü her gün ekranlarda canlı yayınlardalar. Hepsinin söylemi aynı. “Cehape yalan söylüyor, Cehape, FETÖ’nün hizmetinde, Cehape’nin bütün iddiaları çöktü.” Gerçi iddiaların ne olduğunu bu sözcüleri izleyenler hiç bilmiyor. Cephape’nin iddiaları var, bunların hepsi fos çıktı ama bunlar nedir? Bunu bir türlü söylemiyorlar. Hep aynı hakaret cümlesi kullanılıyor, “Cehape lideri eline tutuşturulan sözde belgelerle…..” Şimdi buna son günlerde bir de “zamanlama manidar” yakınması eklendi. Bana göre işte o andan itibaren AKP ve fedailerinin bütün taktikleri de çökmüş oldu. Çünkü “zamanlamadan” kasıt New York’ta Zarrab davası görülürken burada da milyonlarca dolarlık skandalın ortaya çıkması. AKP ve fedaileri CHP’nin bu olayı ortaya çıkarmasına çok öfkeleniyor. Aslında açıkça söylemedikleri şu; New York’taki mahkemede bütün kirli çamaşırlar ortaya dökülüyor. Türkiye’yi dünyaya rezil oluyor. Bakanlarının, bürokratlarının milyonlarca dolar rüşvet aldığı dillere düştü. Bundan sonra Türkiye’nin ekonomik ve siyasi alanda ciddiye alınması pek mümkün görünmüyor. Ayrıca bu büyük rezaletin arkası müthiş bir ekonomik kriz dalgası olarak Türkiye’nin üzerine yürüyecektir. AKP bu dalgayı ancak sert bir milliyetçilik söylemi ile atlatabileceğini düşünüyor. Yurtdışında tartışılan milyonlarca dolarlık rüşvet olayı bu yöntemle bastırılacakken AKP genel başkanının aile fertlerinin ve bazı yakınlarının milyonlarca dolarının olduğunun ortaya çıkması iktidarın elini haliyle zayıflatıyor. Gerçi aynı yüksek tonla “hainler, namussuzlar, Türkiye düşmanları” korosu ile bu da bastırılmak isteniyor ama başarı şansı bana göre çok az. Zaten aklı başında kamuoyu “Zamanlama” lafını duyduğu an herhalde buna “yakalanmanın telaşı” içinde başvurulduğunu anlayacak durumdadır.