ANALİZ

Rüşvetin adı devlet sırrı oldu


Bundan 20 ay önce Rıza Zarrab adlı kişi Amerika’da tutuklandığında dönemin Cumhurbaşkanı “Bize ne, bir konuda davalık olmuş. Avukatları düşünsün” demişti. 8 ay önce Halkbank’ın bir genel müdür yardımcısı Amerika’da tutuklandığında iktidardan kimse yorum yapmadı. Amerikan mahkemesi bir iki ay önce bir eski bakan ve bir eski banka genel müdürü hakkında “yakalama” kararı aldı. AKP genel başkanı bu kez biraz öfkelendi ve “bunun arkasında başka bir şey var” dedi. 10 gün önce davanın başlayacağı duyuruldu. “Bize ne” denilen sanık Rıza Zarrab’ın Türkiye’deki hükümet aleyhine ifade verip vermeyeceği henüz belli değildi. Ama gelen haberlere göre Rıza Zarrap’ın “itirafçı” olma ihtimali ağır basıyordu. İktidarımız son bir gayretle belki de “itirafçı olmaz” hayaliyle Amerika’ya aynı günde iki ayrı “nota” verdi ve “can güvenliğinden endişeliyiz, ey Amerika göster bize vatandaşımızı” dedi. Amerika vatandaşımızı mahkeme salonunda gösterdi. O artık “itirafçı” olmuştu. İktidarımız çok kızdı. Rıza Zarrab’ın itirafçı değil iftiracı olduğunu ilan etti. Bütün yandaş medyadaki fedai kalemler ki çoğu daha önce Rıza Zarrab’ı milli kahraman ilan etmişlerdi, “bu adam rezilin teki, ahlaksız” demeye başladılar. Rıza Zarrab konuşmaya başladı. Bakanlara dağıttığı “dudak uçuklatan” rüşvetleri bir bir sıraladı, verdiği hediyeleri anlattı, İran’la altın işinin yapılması için dönemin başbakanından talimat alındığını, ekonomi bakanının da işleri bizzat takip ettiğini ileri sürdü. İktidarımız karşı çare olarak Zarrab’ı “hain” ilan etti ve hakkında casusluktan soruşturma açarak tüm mal varlığına da el koydu.

Gerekçe aynen şöyle açıklandı; “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin güvenliği, iç veya dış siyasal yararları bakımından gizli kalması gereken bilgileri yabancı devlet lehine siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin etme.” O halde sormak gerekmiyor mu? “Rıza Zarrab’ın casus olduğu bakanlara rüşvet verdiğini söyleyince mi” anlaşıldı. Rıza Zarrap’ın anlattıklarını artık herkes biliyor. Bu anlatılanlardan acaba hangisi “devletin gizli kalması gereken” bilgilerinden biri? Rüşvetler ve hediyeler mi, ambargonun delinmesi mi, bazı bankaların usulsüz olarak para transferleri yapmaları mı, altın ticareti adı altında çok büyük bir kayıt dışı para oluşturulması mı? Evet, bunlardan hangisi devlet sırrı? Aslına bakarsanız fosseptik çukuru patladı. İktidar şimdi bunun üzerini örtebilmek için akıl almaz şeyler yapıyor ki yaptıkça daha da batacağını bile göremiyor.

FIKRA GİBİ

Genç mühendisin “genelev” macerası


Fıkralarıyla tanıdığınız ve sevdiğiniz Yıldırım Tuna aslında bir mühendis. Gençlik yıllarında henüz mesleğinin baharındayken yaşadığı bir anısını paylaştı benimle. Ben de Yıldırım Tuna’nın başından geçen fıkra gibi olayı sizlere de anlatmak istedim;
Sene 1978, Ankara’da Türkiye’nin ilk Hasır Çelik Firmasında fabrika müdürü olarak çalışıyorum. Çalıştığım firma o zamanlar Suudi Arabistan’dan inşaat işi almaya çabalıyor. O nedenle de bir Suudi Arap, firmamızın misafiri olarak Ankara’ya gelmiş ve Meclis’in karşısındaki Ankara Oteli’nde kalıyor.
Şirketimizin sahibi Erkan bey “Yıldırım” dedi, “ Sen misafirimizi otelden al, Etnografya Müzesi’ne, Anıtkabir’e falan götür, saat 15.00 e kadar büroya getirme. Biz o arada fiyat teklifimizi hazırlayacağız.” Patrona “Peki” dedim, şirketin kullanmam için bana verdiği Murat 124’e atladım, doğru Ankara Oteli’ne. Resepsiyonda misafirimizin adını verdim, lobide Suudi yerel kılığı ile şişman, asık suratlı birine doğru baktı ilgili memur, “O..” dedi, kendisine doğru yürüdüm, beni görünce gayet isteksiz doğrulmaya çalıştı ve birlikte otoparka doğru ilerledik, kapıyı açtım, öne tam yanıma oturdu, hareket ettikten sonra İngilizce  “Sir” dedim, “Sizi Etnoğrafya Müzesi’ne ve Anıtkabir’e götüreceğim..” “ Hayır” dedi,  “Oralar ilgimi çekmiyor. Ben şehri tanımak istiyorum.” Yola koyulduk. Ankara o zamanlar bu kadar gelişmemiş ve bir “ARTI“ şeklinde bir uçta Ulus, öbür uçta Cumhurbaşkanlığı konutu, artının diğer uçları Bahçelievler ve Cebeci. Yavaş yavaş gidiyorum önümde en az geçirmem gereken 3- 4 saat var. Adam son derece suratsız, sağ kaşı kalkık “Ulan buraya da nerden geldik?” havalarında. Çok zengin olduğu söylendi bana. İngiltere’de Londra’da yaşıyor. Dünyada gezmediği yer yok, böyle bir adam işte. Ulus, Kızılay bitti, hoopp ordan “Sir burası Cumhurbaşkanlığı köşkü.” “Mmmm..” Döndük ordan Bahçelievler, vee Cebeci.. Cebeciden döndüm, gidecek yer kalmadı, cezaevinin yanından Sakalar ve hooopppp direk gecekonduların arasına girdik. Dağlar tepeler Altındağ, Aktaş, Bent Deresi tarafları olduğu gibi gecekondu. “Bunlar ne?..” dedi o suskun ve suratsız adam ilk defa. Ama Tanrım.. Nerden geldik buraya.. İşin kötüsü gecekondunun İngilizcesini bilmiyorum.. “Immm..Mmmm” hay Allah kilitlendim resmen. “Şeyy” dedim “Bunlar ‘Yasak evler” O an doğacak sonucu bilemedim ama o cevabımı genel ev olarak algılamış. (Sonradan anladım tabii) “Nee?” dedi “Hepsi mi?” yerinden hafif doğrularak. “Evet” dedim “N.. Nasıl oluyor böyle?” “Niçin hayret ettiniz bu kadar?” diye sordum, “Bütün dünyada bu maalesef böyle.. Örneğin Brezilyada falan. Adam “Yok..Yok... Yok...” dedi, “Orada ufacık bir mahalle veya sokaktır.. İngiltere’de de. Ne kadar büyük burası inanılmaz.” “Evet.. 300.000 kişi burada yaşıyor” dedim üstüne basarak. “300.000 mi? Nasıl olur?” Coştum ya artık;“Eee.. Köylerden şehirlere geliyorlar, tabii iş güç de yok, sonra buralara doluyorlar.” “Doktor muayene ediyor mu bunları?” “Hastalanırlarsa giderler doktora.” “Odalarda duş falan var mı?” “Nerde.. Bir tek odada 5 kişi birden.” “Ne diyorsunuz inanamıyorum..” başladı gülmeye. Yerlere yatıyor adam. Ben anlayamadım tabii adamın yıkılma nedenini ufacık Murat 124 sallanıyor adamın tepinerek gülmesinden. “Beni de götür” dedi, “Hadi götür, gidelim, görmek istiyorum.” “Olmaz” dedim.“Hoş olmaz şimdi siz bu kıyafette, bütün çocuklar peşimize takılırlar.” “Çocuklar mı? Onların ne işi var?” “E çocukları da var tabii. Korunmayı falan pek bilmezler. Ne yapsın o çocuklar?” Konuşma aynen böyle devam etti, o suratsız Suudi bir şirinleşti ki sormayın.. Koluma giriyor, sırtıma bir şaplak indiriyor, böylece saati 15.00 yaptık. Erkan Bey gayet ciddi bir şekilde karşıladı bizi hazırladığı teklif “acaba kabul edilecek mi?” gerginliği ile, baktı ki adam yumuşamış, “Sir” dedi, “Gezdiniz mi? Memnun kaldınız mı?” “Evet” dedi adam, “Yıldırım beni geneleve götürdü!” Buz gibi dondum kaldım resmen.. Bana Etnografya Müzesi’ni gezdirme talimatı verilmiş sanki ben onu geneleve götürmüşüm gibi oldu bu tabii. “Noo..Nooooo” diye girdim araya ve başladım izah etmeye tek tek. Bu da güzel bir anı olarak kaldı belleğimizde. Ne zaman Erkan Bey’le yemek yesek sofrada başkaları da varsa hele, mutlaka bunu anlattırır bana. Hep güleriz, bazen “Yahu bu saçmalık da nerden çıktı..” dediğiniz şey yıllar sonra tatlı bir anı, güzel bir renk olarak kalabiliyor belleklerde...

KOMİK

Bu haftanın aforizmaları


Mizah yazarı İbrahim Ormancı’dan gelen aforizmalardan seçtiklerimi sizlere de sunuyorum;
Dünyanın en pahalı benzinini kullanan ikinci, en pahalı elektriğini kullanan yedinci ülkeymişiz. Su fiyatları da artışa geçti. “Ama yol yaptık birader” diye avunmaya devam edelim en iyisi.

***

Ayrıldığımız sevgilimizin fotoğraflarını silmez isek eğer 1-4 yıl arası hapis cezası alabilirmişiz. Ben demiyorum, Yargıtay öyle diyor. Sıkıysa eski sevgilimizin hatıralarını gönlümüzden sil Yargıtay. Hadi bakalım.

***

Sürekli aranılan bir insanım. Santralde telefonlara bakıyorum da !.

***

Altın gibi bir kalbim vardı eskiden. Altını oydular iyi mi?

***

Ferman padişahınsa, dağ gibi sorunlar bizimdir.

***

“Nohut oda, bakla sofa bir ev” imiş... Bir kilo nohudun fiyatından haberin var mı kızım?

***

Kim demiş “Sarışın kadınlar aptaldır” diye. Hayatıma giren bütün sarışın kadınlar beni söğüşledi be.

***

Deveye “neren eğri” diye sormuşlar. “Lan oğlum o kadar da değil. Türkiye’de yaşamıyorum” demiş.

***

Hep saçlarını süpürge eden kadınlarsa neden kel kalanlar genelde erkekler oluyor  acaba?

***

Ülkemizde bu kadar sığır varken, dışarıdan ülkemize ithal et gelmesi oldu mu ya şimdi?

***

Yerli uçağımızı, yerli otomobilimizi üretiyormuşuz. İyi de marketten aldığım paket kıymanın menşeyi Polonya ne iş?

***

Kadının adı var mı bilmem ama feryadının çok olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

***

Cep delik, cepken delik.Ama cep telefonu maşallah çeşit çeşit.

***

Erkekler kuantum fiziğini bile çözebilir ama kadınların mantığını çözemezler.

***

Kızımızı ne doktorlar, ne mühendisler istedi vermedik. Sonra baktık ki elde kalıyor. Turşusunu kurmayalım diye turşucuya verdik gitti.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

İnanmama üzerine kurulu bir algı bombardımanı


Yandaş medya tam saha pres yapıyor. Ne CHP’nin açıkladığı belgeler ne Rıza Zarrab’ın itirafları bu medyada hiç yok. Yandaş medyayı ve iktidar sözcülerini izleyenler hiç bilmedikleri skandalların yalanlandığını öğreniyorlar sadece. Neyin yalanlandığını bile bilmiyorlar. Klasik yandaşlardan olmayan ama zorunluluktan boyun eğen medyanın yazarları da “merak etmeyin bu şerefsiz hükümeti düşüremez” diye yazıyorlar. Yazdıkları ise üstü kapalı şu; Hırsızlık oluyordur belki ama vatandaş oy veriyorsa yapacak bir şey yok. İktidar şunun farkında; halkın bir bölümü ne söylense inanmıyor. İnansa bile inanmamış gibi yapıyor. O halde bu duygu körüklenmeli, başta CHP olmak üzere bütün muhalefet FETÖ’cü, hain, Amerikan işbirlikçisi olarak ilan edilmeli. Hatta kimileri daha da ileri gidiyor, “böyle bir dönemde devletin yanında olmak yerine Amerika’nın yanındalar” diyerek yapılan hırsızlıkları yolsuzlukları kabul ediyor ama “şimdi sırası mı” mantığı ile kitleleri etkiliyorlar. Öyle ki güya muhalefette olanlar bile “Amerika bizi yargılayamaz, hükümetimizin yanındayız”  mesajları veriyor. Tabii ki Amerika bizi yargılayamaz ama bunu bize anlatmasınlar, Amerika’ya anlatsınlar. Dün bir arkadaşım “Bunların sayısı fazla seçimde yine kazanırlar nasıl olsa” dedi. Ben de “Öyle deme” dedim ve ekledim;  “Bu kez nicelik değil nitelik ağır basacak. Sayısal olarak hırsızlığa ses etmeyenler daha fazla olabilir ama bu kez Türkiye’nin niteliği kazanacak hiç kuşkum yok.”

BUNU YAZMAK GEREK

Kendilerini kurtarmak için Zarrap haberlerine MİT TIR’ları muamelesi yapabilirler


Basit bir mantık yürütelim. Çok kısa bir süre sonra “yayın yasağı” bile konmadan Rıza Zarrab’la ilgili yazan için soruşturma açılabilir. Çünkü hükümet Rıza Zarrab’ın bir casus olduğunu de devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal ve askeri casusluk maksadıyla temin ettiğini ileri sürüyor. Ancak Rıza Zarrab’ın hangi açıklamalarının devlet sırrı olduğunu bilmiyoruz. Rıza Zarrab bir bakana verdiği rüşveti söylüyor. Dönemin başbakanından talimat aldıklarını ileri sürüyor. Bir banka genel müdürünün öksürdüğünde bile rüşvet istediğini belirtiyor. İran’a ambargonun nasıl delindiğini şekiller çizerek tarif ediyor. Bu durumda muhtemelen bunları açık açık yazmak da casusluk olarak nitelenebilir. Tıpkı MİT TIR’larında olduğu gibi bunu yazanları da “hain” ilan edebilirler. Gerçi tıpkı MİT TIR’ları haberi gibi Zarrab’ın sözleri de “devlet sırrı” olarak açıklandığı için bunların aslında doğru bilgiler olduğu da kanıtlanmış olur ama iktidar için fark etmiyor. Bir kişiyi kurtardıktan sonra ülkeye ne olmuş hiçbirinin umurunda değil nasıl olsa.