“Son zamanlarda Atatürk’le ilgili çok iğrenç akıldışı ve bir o kadar da insana yakışmayacak iddialar, iftiralar, kötü karalamalar duyuyoruz
Aslında ben Atatürk ile ilgili bugün söylenenlerden çok ama çok daha kötü, çirkin, akıl dışı iddiaların kol gezdiği bir çevrede büyüdüm. Öyle iddialar vardı ki burada buna değinmem mümkün değil, yayınlanamaz. Her neyse benim bu yazıyı yazma amacım bu çirkinlikleri deşifre etmek veya neden bu insanların Atatürk’e bu kadar düşman
oldukları değildir. Benim bu yazıyı yazma sebebim, Atatürk’ü
seven, ona bağlı olanların bu gelişmelere gösterdikleri tepkiler ve şaşkınlıklarıdır.

*  *  *

Medyadan görüyoruz Sayın Kılıçdaroğlu konuşmalarında özellikle YSK üyelerine, yüksek yargı mensuplarına suçlama ve ağır sitemlerde bulunuyor. Sadece Kılıçdaroğlu değil, milyonlarca kişi “Olacak gibi değil, böyle bir hüküm nasıl verilebilir” diye şaşırıyorlar. “Birçoğu dindar olduğunu söylenen, bu yargıçlar, savcılar nasıl oluyor da
göz göre göre böylesine adaletsiz haksız vicdan sızlatan kararlar
alabiliyorlar” şeklinde yorum
yapıyorlar.
Sayın Kılıçdaroğlu ve Atatürkçü aydın kesimin görmediği şey şudur; bu gelişmeler sonuçtur. Yani skoru görüyor, skordan rahatsız oluyorlar. Ancak bu kötü skorun nedeni üzerinde düşünmüyorlar. Oysa bu kötü sonuçların kaynağı yani bu kadar iyi yetişmiş insanların adalet konusunda özellikle böylesine haksız vicdansız karar verebilmelerin arkasındaki tek sebep; Şah damarı sorunudur.

*  *  *

Şah damarı Kuran’da geçen KAF- 16 Ayetidir ve ayette “Biz insanlara şah damarından daha yakınız” demektedir peki bu ayetin neresi sorun, işte hassas nokta budur. Çünkü bu insanların şah damarında adına şeyh, evliya, mürşit dediği Allah”tan bile daha yakın hissettikleri kişiler vardır ve Kuran hükümlerinden çok bu kişilerin hükümleri kararları dine yön vermektedir.
Peki bu benim tespitim midir? Elbette hayır. Bu bir Kuran ayetidir. FURKAN- 30- Elçi de: “Ya Rabbi, kavmim, bu Kur’an’ı terk edilmiş bıraktılar” demiştir. Ayete göre bazı Müslümanlar Kuran’ı tamamen terk etmemişler ama hayatlarına da sokmamışlar. Dikkat edilirse “Kavmim” kelimesi kullanılmıştır. Yani Kuran’ı terk etme Peygamber döneminde başlamıştır.
Peki Müslüman bir toplum Kuran’ı dışlayıp dinini nasıl sürdürebilir? Cevap basit. Dini uygulamak için Kuran’ın yerine başka kaynaklar ve zatlar koymuşlar ve onlara itibar etmişlerdir. Maalesef asırlardır bu zatların, bu kaynakların söyledikleri din hükümleri olarak kabul edilip, Kuran’ın da önüne geçmiştir. Öyle ki adeta vahiy muamelesi görmüş ve de uygulanmıştır!
Ben bu konuyu ayrıntılı olarak yazmaktayım ama burada kısaca şunu söyleyeyim; Kuran herhangi bir beşere insanları Allah’a yaklaştırma ona götürme gibi bir izin bir yetki vermez. Buna peygamberler de dahildir. Bunun da nedeni beşer şaşabilir durumudur. Bundan dolayı din konusunda insanları Kuran dışında herhangi bir kaynağa yönlendirme yapmaz.

*  *  *

“Oku” diye başlayan yüzlerce ayette bilimi emreden Kuran’ı iyi okuyan Atatürk, ondaki bu gerçekleri görmüştür. Dolayısı ile Kuran’ı bilime emanet etmek için Diyanet İşleri’ni, imam hatip okullarını kurmuş ve Kuran’ın Türkçe mealini hazırlatmıştır. Pek tabii ki onun Kuran’ı bilime emanet etme çabası din tacirlerini çok rahatsız etmiştir. Çünkü Kuran’ın bilimle bulu şması demek, kendileri olmaksızın Allah’a ulaşılamayacağı yalanıyla asırlardır insanlara hükmetmelerinin sonu demekti. Bundan dolayı her yerde her fırsatta yoğun bir şekilde akıl dışı insaf ve vicdan dışı iftiralarla Atatürk’ü karaladılar ve hâlâ düşmanlıkları devam etmektedir. Oysa bugün ülkemizde okuldan çok cami var. Kimsenin ibadetine müdahale edilmiyor. Bütün bunları padişah gibi işgal kuvvetlerine teslim olmayan Sevr Antlaşması’nı kabul etmeyen Atatürk’e borçlular.

*  *  *

Önemli soru şudur; toplumumuz nasıl olur da Atatürk aleyhine böylesi yalanlara inanır? Cevabı gayet basit, oku diye başlayan kitaba inanmalarına rağmen matbaayı üç yüz sene getirmeyen, ilgilenmeyen bir toplum doğal olarak okuduğuyla değil duyduklarıyla hareket eder ve inanır. Bundan dolayıdır ki Kuran’ı da okuyup anlamaya çalışmamışlardır. Duydukları şekilde, kendilerine ne söylendiyse o şekilde inanmış ona göre hareket etmişlerdir. Maalesef aynı zihniyet fen dersleri din derslerinden daha çok diye kurulan imam hatip okullarına bile itibar etmemişlerdir. Oysa Kuran’ı anlayarak okusalardı, onun imandan önce okumayı yani bilimi emreden bir kitap olduğunu görürlerdi. Bu nedenle din adına yaptıkları için Atatürk’e teşekkür eder onu takdir ederlerdi. Ne yazık ki bu olmadı.

*  *  *

Bu gelişmelere Kuran perspektifinden bakarsanız ve de eğer Kuran’a inanıyorsanız, emin olun onu yani dini bilime teslim etmek ona yapılacak en büyük hizmettir ve Atatürk bunu yapmıştır. Hiç merak etmeyin Kur’an’daki verilere göre; onun dine yaptığı bu hizmeti asıl takdir edecek olan çoktan takdir etmiştir ve Atatürk, Peygamberlerin, bilim adamlarının bulunduğu makamda ağırlanmaktadır. Orada ki adalet buradakilere benzemez...”

*  *  *

Sevgili okurlarım,
Size bu yazımda Atatürk’e düşman bir çevrede büyümüş olmasına karşın, Kuran’ı çok iyi okuyup anlayarak, Atatürk’ün dinimize yaptığı büyük hizmetin farkına varmış olan değerli su ve deniz ressamı Mustafa Günen’in çok önemli gördüğüm düşüncelerini aktardım.
Çünkü okuduğunuz satırlar, gerçekte dinimizle hiçbir ilgileri bulunmayan din tacirlerinin Büyük Önder Atatürk’e niçin hayasızca saldırıp iftiralar attıklarını çok iyi anlatıyor...