AKP Türkiye’sinde ortaya çıkan sosyolojik bir durum var:
İnsanlar, oy verseler de vermeseler de, iktidardaki partinin sandıktan istediği sonucu alacağına inanıyor.
Oysa gerçek bu değil.
Gezici araştırma şirketinin son anketi, referandumda sandığa gitmeme bedelinin ‘evet’ sonucu çıkması olduğunu açık seçik ifade ediyor.
Murat Gezici’ye göre, sokaklar ‘hayır’ diyor:
“Ankara’da da, İstanbul’da da, Diyarbakır’da da, İzmir’de de, hatta Yozgat’ta bile sokaklar hayır diyor. Ancak insanlar öğrenilmiş çaresizlik nedeniyle, ‘tek oydan bir şey çıkmaz’ diyerek, pikniğe, şehir dışına gider, oy kullanmazlarsa, sandık sonucu sokaklara rağmen ‘evet’ olacaktır.”
Gezici durumu net rakamlarla da ortaya koyuyor:
- Eğer oy verme oranı yüzde 82’de kalırsa, referandumdan yüzde 53.3 ‘evet’ çıkacak.
- Ancak oy verme oranı artar, seçmenlerin yüzde 88’i sandığa giderlerse, sonuç yüzde 52.2 ‘hayır’ olur.
Murat Gezici’nin katılımı artırmak için önerisi ise ‘artı bir projesi’.
Bunun anlamı şu; Siz sandığa giderken, beraberinizde kardeşinizi, komşunuzu, iş arkadaşınızı da alacaksınız. Beraberce, önce onun sandığına, sonra sizinkine gidip, her ikiniz de oylarınızı verecekseniz.
Gezici, “Sandığa gitmeyenlerin yüzde 25’i piknik gibi, sinemaya gitmek gibi sosyal aktiviteleri tercih ediyorlar. Yüzde 45’i ise tatil gününden yararlanıp, şehir dışına çıkmayı tercih ediyor. İstanbul’daysanız, seçim günü gidip mesela bir Sapanca’ya, bir Bolu’ya, Abant’a bakın. Ne çok insan görürsünüz” diye durumu özetliyor.
‘Artı bir’ projesi başarılı olursa, oy verme niyetinde olmayıp da sizin sandığa götürdüğünüz arkadaşınız da, “haydi pikniğe gidelim” diye arandığında, arayan kişiyi oy vermeye ikna edebilir. Böylesine zincirleme bir reaksiyonla da ‘öğrenilmiş çaresizlik’ aşılır.
Haydi sandığa! Tek başınıza değil yanınıza mutlaka birini de alarak...

‘Şii’ değil ‘Pers’...


Türkiye 16 Nisan referandumunu tartışırken, arada kaynamasın:
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçen hafta çok ilginç bir ifade kullandı; “Pers milliyetçiliği...”
Erdoğan, bu tanımı İran’ın Ortadoğu’daki yayılmacı politikalarına işaret etmek için dile getirdi.
Bu, öylesine söylenmiş bir söz değil. Belli ki üzerinde düşünülmüş, hesap yapılmış bir ifade.
Peki ne olabilir bu hesap?
İşte birkaç olasılık:

- ERDOĞAN, BAĞDAT’I KENDİ TARAFINA ÇEKMEK Mİ İSTİYOR? Suriye’de Fırat Kalkanı operasyonunun bittiğinin resmen açıklamasının ardından Erdoğan yeni hedef olarak Sincar’da yuvalanan PKK’yı gösterdi. Ancak referandum öncesinde Sincar ya da Kandil’deki bölücü terör örgütü PKK unsurlarına yönelik kapsamlı bir harekatın yolu, Bağdat yönetimiyle iyi ilişkilerden geçiyor. Bağdat’taki Şii hükümetin ilişkilerinin en iyi olduğu ülke ise elbette Şii İran.
Erdoğan’ın hesabı, İran’ı ‘Şii’ cephenin parçası/başı olmak yerine ‘Pers’ milliyetçiliğinin merkezi gibi gösterip, Irak’taki Arap milliyetçiliğine mesaj vermek olabilir.
- YENİ “DÜŞMAN” İRAN MI OLACAK? 16 Nisan referandumu öncesinde Erdoğan, geleneksel oy kitlesini konsolide etmek için söylemini “haçlı-hilal” çatışması üzerine kurdu. Avrupa’ya yönelik çıkışlar, AB liderlerinin Vatikan’da Papa’yı ziyaretlerinin hemen her mitingde Erdoğan tarafından dile getirilmesi hep bunun nedeni...
Ancak son anket sonuçları gösteriyor ki, “Avrupa/Hıristiyan düşmanlığı” evet oylarını yükseltmeye yetmedi. Yeni bir “düşman” bulmak gerekirse, en uygun ülkelerden biri, Türkiye’nin geleneksel rakibi İran olamaz mı?
Ancak bu kadar zaman propagandayı “Hıristiyan-Müslüman” çekişmesi üzerine kurduktan sonra kendisini Anayasal olarak “İslam Devleti” olarak ifade eden İran’a “Şiilik üzerinden” yüklenmek sıkıntı yaratabilir. O zaman çare, İran’ın “İslami” yönünü kapatıp, “milliyetçi yönünü” açığa çıkarmaktan geçer. “Pers düşmanlığını”, Müslüman bir kitleye anlatmak kesinlikle daha kolay olur.
- TRUMP’IN MÜSLÜMAN KARŞITLIĞINA KARŞI ÖNLEM Mİ ALIYOR? Erdoğan’ın İran’a karşı “Pers” kartını çıkarmasının bir başka nedeni ise ABD’de yeni Başkan Donald Trump ile somutlaşan “Müslüman karşıtlığına” karşı önlem olabilir.
Erdoğan, Trump yönetimiyle ilişki kurmak için çok çaba harcadı.
- Trump’a en yakın isimler -Flynn örneği- “danışmanlık” adı altında paraya bağlandı.
- Diplomatik teamüller bir tarafa bırakılarak Türkiye’nin Dışişleri Bakanı, Trump’ın yemin törenine gönderildi.
- Trump yönetiminin Suriye’de PKK’nın uzantısı PYD-YPG’ye desteğe devam etmesi görmezden gelindi.
- Obama’ya yönelik “Eyyy...” çıkışları Trump’a karşı hiç dile getirilmedi.
Tüm bunlara rağmen, Trump’la istenen o sağlam müttefiklik ilişkisi bir türlü kurulamadı.
Son çare, Trump’ın “baş düşman” ilan ettiği İran’a yüklenmek olabilir.
Ancak bunu yaparken de “Şii kartını” kullanmak, Washington’da “Sünni ya da Şii fark etmez. Hepsi Müslüman” algısı yaratabilir.
İşte bu nedenle de Erdoğan, İran karşıtlığını “Şii karşıtlığı” yerine “Pers karşıtlığı” üzerine kurmaya çalışıyor olabilir.
Aslında İran’a karşı Erdoğan’ın söylem değişikliğinin kısa vadedeki amacı ne olursa olsun, sonuç aynı yere çıkar:
Türkiye’nin Batı’da -ABD ve Avrupa’da- yükselen Müslüman karşıtlığına karşı tek çaresi laiklikten geçiyor.
Bakmayın siz referandum sürecinde kullanılan ağır dini söyleme... Önümüzdeki dönem Türkiye’de laikliğin yükseldiği dönem olacaktır.
Bizzat Erdoğan’ın İran’a karşı “mezhep” yerine “milliyet” kartını açmasının nedeni de aslında budur.

“Eyy Katar!..” gelir mi?


Dış politikaya yönelik küçük bir oyun oynayalım.
İki soru sorup, yanıtlarını arayalım.
İlk soru; AKP’nin tüm dünyadaki en büyük müttefiki kim?
Malum Kral’ın ölümünde yas filan ilan ettik ya... İlk akla gelen Suudi Arabistan olabilir ama detaylı bakıldığında doğru yanıt Katar olur.
Erdoğan gerek Başbakanlığı, gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde en çok ziyareti, görüşmeyi, telefon görüşmesini hep Katar Emiri’yle yaptı.
Suriye’de iki ülke hükümetleri birlikte hareket etti. İran’a karşı ortak cephe kuruldu. Hatta Erdoğan’ın iktidarda olduğu dönemde evlendirdiği iki evladının düğününde de, uçakla Katar’dan gelen üst düzey misafirler ağırlandı. Trabzon’da stadyuma Katar Emiri’nin dev portresi asıldı.
Şimdi gelelim ikinci soruya; Türkiye’nin dış politikadaki en kritik milli davası nedir? Elbette Kıbrıs.
Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Dışişleri Bakanları, bunu göstermek için göreve başladıktan sonra ilk ziyaretlerini hep KKTC’ye yaparlar. Kıbrıslı Türk yetkililerle zaman zaman siyasi anlaşmazlık, itiş-kakış yaşansa da, Kıbrıs davası ve Kıbrıs Türkü’nün bekası Türkiye’nin en önemli dış politika gündemi olmaktan çıkmaz.
Şimdi bu iki sorunun yanıtını birleştirelim.
Normalde, AKP’nin dışardaki en büyük müttefikinin de, Türkiye’nin en kritik milli davasında dayanışma göstermesi gerekir. Ama ne yazık ki durum öyle değil...
Katar milli petrol şirketi Qatar Petroleum bu hafta Kıbrıslı Rumlarla bir anlaşma imzaladı. Buna göre şirket, Amerikalı ExxonMobil ile birlikte, Akdeniz’de Rumlar’ın “kendilerine ait olduğunu iddia ettikleri” yerlerde petrol aramaya başlayacaklar.
Oysa Türkiye, Kıbrıs sorunu çözülmeden Ada’nın gerek kıta sahanlığı, gerekse ekonomik alanında petrol arama çalışması yapılmasını, “milli menfaatlerine aykırı” görüyor.
Yani AKP’nin en kritik müttefiki Katar, Türkiye’nin milli menfaatlerini bizzat ayaklar altına almış oluyor.
İki soru dedik ama bu durumda üçüncüyü de sormak gerek:
Sizce “Eyy Katar!..” gelir mi?