BUNU YAZMAK GEREK

İşçi bu kez fena korkuttu


Metal sanayinde çalışan 130 bin işçi için yürütülen toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlandı ve işçiler “MESS tarafından sunulan ilk gün teklifinin” çok üzerinde zam ve sosyal haklara kavuştular. Şimdi diyeceksiniz ki “Patronlar ile sendikalar arasındaki görüşmelerin doğası bu değil mi?” Çok haklısınız ama bu gelişme tam olarak öyle değil. Anlatayım; Kısa adı MESS olan Madeni Eşya Sanayicileri Sendikası çeşitli fabrikalarda çalışan 130 bin işçi adına ağırlıklı olarak Türk Metal Sendikasıyla masaya oturdu. Masada ayrıca Birleşik Metal İşçileri Sendikası ve Çelik İş de vardı. MESS işçiye zam olarak yüzde 4 önerdi. Sendikalar bunu kabul etmediler. MESS’in diretmesi üzerine sendikalar 3 Şubat’ta greve başlayacaklarını açıkladılar. Bunun üzerine devreye AKP hükümeti girdi. Bugüne kadar “CHP’li belediyelerde başlatılacak grevler hariç” hiçbir greve izin vermeyen hükümet bu kuralı yine bozmadı ve Bakanlar Kurulu metal sanayindeki grevi “ulusal güvenliği bozacağı” gerekçesiyle 6 ay erteledi. Bu tabii ki kimse için sürpriz olmadı. Gerçi hangi sektörde olursa olsun bir grevin ulusal güvenliği neden etkilediğini anlamak da mümkün değil. Galiba söylenmeyen “AKP hükümetinin güvenliği” olmalı.  Zaten AKP Genel Başkanı daha kısa bir süre önce Olağanüstü Hal’i savunurken “Ohal’e karşı çıkan patronları anlamıyorum, onlar için çalışıyoruz, grevlere izin vermiyoruz, daha ne istiyorlar ki” diye konuşmuştu. Türk Metal ve Çelik İş çaresizlik içinde ertelemeyi kabullenmeye hazırlanırken Birleşik Metal İşçileri Sendikası “grevin ertelenmesi haksızlıktır ayrıca anayasaya da aykırıdır, hakkımızı almak üzere belirttiğimiz tarihte greve çıkıyoruz” açıklaması yaptı. Ne olduysa bu açıklamadan sonra oldu. Hükümet işçinin kararlığını görerek MESS’e “Masaya oturun ve zam oranını da biraz artırın” talimatı gönderdi. MESS zorunlu olarak tekrar masaya oturdu. MESS ilk teklifi olan yüzde 4’ü önce yüzde 14’e yükseltti. Ancak oluşan yeni ortamda üç sendika da kararlı davranınca zam oranı yüzde 26’ya kadar çıktı. Ayrıca işçilere pek çok sosyal hak da verildi. Öyle sanıyorum ki AKP hükümeti kitlesel bir tepkiden çok çekiniyor. Türkiye işçi sınıfı tarihinin en dirençli ve en kalabalık işçileri metal sanayinde çalışıyor. Buradan başlayacak bir direnişin dalga dalga büyüyeceğinden çekinen hükümet ilk kez patrondan değil işçiden yana tavır koyarak soruna bir çözüm bulmuş oldu. Demek ki iktidar ne kadar ceberut olursa olsun ciddi bir direnişle karşılaştığında paniğe kapılabiliyor.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Muharrem İnce reklamlarındaki fotoğrafa bir daha bakmalı


İnternet sitelerine girenler CHP’de genel başkanlığa adaylığını açıklayan Muharrem İnce’nin reklamlarını mutlaka görmüşlerdir. Birçok haber sitesinde yayınlanıyor bu reklamlar. Kim hazırlamışsa bana göre çok güzel bir fotoğraf seçimi yapmış. İnce “çok tatlı” bir gülüşle bakıyor ve çevresine adeta umut ışıkları yayıyor.

01krk05a_ist_izm_ant_ank_trb

Şimdi, bakın ne oldu, onu yazayım. Dün bu haber sitelerinden birinde Muharrem İnce’nin CHP Genel Merkezi’ne gittiği ve Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşmenin haberini okuyordum. Şansa bakın ki bu haberin tam üstünde Muharrem İnce’nin reklam spotu vardı. Üstte reklam altta günün haberinin görüntüsü. Bir anda fotoğraflar dikkatimi çekti. Reklam fotoğrafındaki Muharrem İnce ne kadar hoş ne kadar sevecen ve umutlu ise haber fotoğrafındaki Muharrem İnce o kadar asık suratlı, umutsuz ve itici görünüyordu. Muharrem İnce’ye naçizane tavsiyem Kurultay günü bu gerginlik içinde olmasın. Bu kadar umutsuz ve asık bir yüz herkesin moralini bozar. Şu iki fotoğrafa bu gözle bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız herhalde.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Kuvayı Milliye’yi Amerika kurmadı


İnsanın gerçekten içine oturuyor bazı milli konulardaki garip çıkışlar. Ne olduğu belirsiz bir Özgür Suriye Ordusu’nu yüceltmek isteyen AKP Genel Başkanı’nın “Onlar Kuvayı Milliye gibi” demesi sanıyorum birçok vatandaşın yüreğini zedeledi. Amerika’nın kurduğu başı sonu olmayan, dinci terör ağırlıklı bir örgütü Kurtuluş Savaşı’nın kahramanlarıyla kıyaslamak nasıl bir mantıktır anlamak mümkün değil. Erdoğan bu tür sözleri niye söylüyor? Tarihi bilmediği için mi? Dilim yazmaya varmıyor ama bazen acaba “Cumhuriyet tarihimizi bu yolla mı karalamak istiyor?” diye düşünmeden de edemiyorum bazen. Öyle ya Kuvayı Milliye düzenli ordunun ilk adımıdır. Ne Amerika ne de o dönemin güçlü devletleri tarafından kurulmamış, yardım ve desteği onlardan almamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun battığını ve ülkenin elden gittiğini gören bir avuç vatansever subayın kurduğu müthiş bir direniş örgütüdür. Özgür Suriye Ordusu denilen yapının ise Amerika ve Türkiye tarafından kurulduğunu bizzat AKP Genel Başkanı Erdoğan açıklamıştı zamanında. Amerika’nın kurduğu, bugüne kadar silah mühimmat vererek desteklediği ve desteğini de hâlâ sürdürdüğü böyle bir yapıya “özgürlükleri için savaşıyorlar, tıpkı Kuvayı Milliye gibi” demek gerçekten yakışık alan bir söylem değildir. Dün de benzerini yazmıştım, ama inanın canım o kadar sıkılıyor ki bir daha yazmadan edemedim.

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Fatih Altaylı’ya teşekkürler


Sabah Halk TV’deki yayına gitmek için Beşiktaş motoruna bindiğimde geldi ilk mesaj. Bir arkadaşım “Fatih Altaylı’yı oku” diyordu. İçeriği bilmiyorum tabii, “ofise gidince bakarım” dedim kendi kendime. Halk TV’ye vardığımda iki üç mesaj daha gelmişti. Hepsi aynı “Fatih Altaylı’yı mutlaka oku.” Bir mesajda ise “Senden bahsetmiş” yazıyordu. O zaman iyice meraklandım. İster istemez aklıma da olumlu bir şey gelmedi. Malum bizde genellikle gazeteciler birbirinden pek iyi söz etmezler. Günlük gazeteler önümde zaten, önce Habertürk’ü aldım önüme, Altaylı’nın yazısına baktım. Fatih Altaylı’nın “Doğru ama sen bırakma” başlıklı yazısı aynen şöyleydi; “Sevgili Erdoğan Aktaş, Can Ataklı’nın bir yazısı üzerine “Böyle bir şey var ise mesleği bırakırım” diyor. Aman Sevgili Erdoğan, seni ne kadar sevdiğimi bilirsin. İyi bir gazeteci, iyi bir insan olarak bu meslekte her zaman olmanı isterim. Ama bu konuda çok kesin konuşma sevgili dostum. Çünkü Can Ataklı’nın yazısında bahsettiği konuyu Ankara’da bilmeyen yok. Hele hele AK Parti içinde. Konunun seninle alakası yok ama senin kanalında program yapan iki gazetecinin, bir başka gazetecinin görevine son verilmesi için “Beştepe’den böyle istediler” diyerek patronu kandırdığını ama Beştepe’de hiç kimsenin böyle bir şeyden haberi olmadığını ve iki gazetecinin bir başka gazeteciyi harcamak için “sözde” Beştepe isteğini uydurduklarını ve bunun ortaya çıkmasıyla birlikte o gazetecinin görevine geri döndüğünü, hatta Beştepe’den bir konuğu ağırlayarak Beştepe’nin böyle bir tavrı olmadığını ispat ettiğini herkes biliyor. Sevgili Erdoğan tüm bu gelişmelerin senin dışında olduğunu da herkes biliyor. O yüzden senin mesleği bırakmana falan gerek yok. Utanması gerekenler başkaları”  Çok hoşuma gitti bu yazı. Yıllar içinde kazanılan deneyimler insanları çok olgunlaştırıyor ve geçmişin tatsızlıklarını unutturabiliyor. Bu nedenle Fatih Altaylı’ya teşekkür etmek istedim.