ANALİZ

Milliyetçilik yapayım derken bu kadar kafasını gözünü yarmayın


Türkiye’de her şeyin suyunu çıkarmakta, kafasını gözünü yarmakta çok mahir olduk galiba. Siyasiler Afrin’deki terörist operasyonu ile birlikte milliyetçi söylemleri alabildiğine artırdılar ama öyle sözler söylüyorlar ki popülizm uğruna lafın nereye gideceğini hiç düşünmüyorlar besbelli. Son günlerde “beni de götürün Afrin’e” korosuna katılan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli Antalya’da gazetecilerle sohbet ederken aynısını yaptı. Şöyle dedi Bahçeli Afrin ve Menbiç konusunda kendince Amerika’yı eleştirirken; “Amerika Vietnam’da yaşadıklarını unutmaz. Yıllarca etkileri sürdü, semptomları hala devam ediyor. 20 milyonluk bir ülke 200 milyonluk bir ülkeye kök söktürdü. Türkiye onların 5 katını yapar.” Şimdi ne diyelim bu söze? Baştan aşağı yanlış bir örnekleme. Hani akım derken ....... demek gibi bir şey.  En iyisi konuyu tane tane ele alalım.

BİRİNCİSİ; Vietnam savaşı 1955 yılında başlamış 1973 yılında sona ermiştir. Savaş önce Fransa Kuzey Vietnam arasındayken, Amerika “bir bomba patlamasını” bahane ederek Fransa’yı devre dışı bırakmış ve savaşı kendi üzerine almıştır.Amaç Vietnam’ın komünist olmasını önlemektir.

İKİNCİSİ; Vietnam savaşı sırasında tıpkı daha önceki Kore savaşında olduğu gibi ülke ikiye bölünmüş durumdadır. Güney Vietnam’da Amerikan yanlısı yönetim varken Kuzey Vietnam Ho Şi Ming başkanlığında komünist rejimle yönetilmektedir. Yani Amerika’ya kök söktürenler komünist Vietnamlılardır.

ÜÇÜNCÜSÜ; Güney Vietnam hükümeti Amerika ile işbirliği yapmış ve Amerikan askerlerinin ülkesinde konuşlanmasına izin vermiştir. Amerika bir anlamda işgal ettiği Vietnam topraklarından Vietnam halkına yönelik katliamlar yapmıştır.

DÖRDÜNCÜSÜ; Vietnam savaşı düzenli ordu savaşı değildir. Amerikan askerleri Vietnam’ın balta girmemiş ormanlarında Vietkong adı verilen komünist gerillalarla çatışmış ve çok ağır kayıplar vermiştir.

GAFLET Mİ; Şimdi bu durumda Bahçeli ne demek istemektedir acaba? Türkiye’nin önce ikiye bölüneceğini, sonra Amerika’nın topraklarımızı işgal edeceğini mi ima etmektedir? Türkiye Amerika ile bir gerilla savaşı mı başlatacaktır? Devlet Bahçeli söz konusu uyarıyı Afrin ve Menbiç için yapıyor, oysa verdiği örnek “kendi vatanlarını savunan” Vietnamlılarla ilgili. Bu bir tarih bilmezlikten mi yoksa milliyetçilik damarını kabartmak için içine düşülen bir gaflet midir? Hassas günlerde siyasiler öne çıkmak ve fazladan prim yapabilmek için popülizme sığınabilir. Ama bunu yaparken kafa göz yarmamak da gerek.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Artık lafla değil eylemle cevap verin


Devlet terbiyesi almış, diplomasiden anlayan çevreler Türkiye ile Amerika arasındaki sorunun bir süre sonra çözüleceğine inanıyor. Dün Halk TV’deki Yazıişleri programında konuğum olan Hüsamettin Cindoruk sorumlu ve ciddi siyaset konusunda ders verir gibi konuşurken Türk- Amerikan ilişkilerine de bu gözle baktığını söyledi. Geçmişten de örnekler veren Cindoruk “Eski Türkiye dedikleri dönemlerde bugünkünden daha ciddi sorunlar yaşadık Amerika ile ama bunları aşmasını bildik, diplomasiyi çok iyi kullandık” dedi. Cindoruk dışişleri bakanının kendisini çok şaşırttığını belirterek “Bir dışişleri bakanı muhatabıyla görüşmeden önce ne söyleyeceğini basına açıklar mı, adam buna göre hazırlanıp gelir” diye konuştu. Elbette siyaset duayeni Cindoruk çok haklı. Türkiye bu krizden akıl ve mantıkla çıkabilecek güçtedir. Ama bugünkü yönetim kademeleriyle bu olur mu bilemem. Şu anda sadece laf üretiyoruz. Söylemler milliyetçi duyguları köpürtebilir, buna karşın sorunu çözmez. Biz konuşurken Amerika ise eylem yapıyor. Pentagon bu yılın bütçesine PYD’ye harcanmak üzere 550 milyon dolar koydu. Bizim de artık laf değil eylem üretmemiz gerek. Örneğin İncirlik Üssü’nü kapatalım bizde ve yarın gelecek olan Amerika Dışişleri Bakanı’na diyelim ki “Sen terör örgütüne bütçenden 550 milyon ayırırsan ben de İncirlik’i sana kullandırtmam.” Bugüne kadar hep söylendi şu İncirlik konusu. Ama bu seferki kadar yeterli gerekçe hiç olmamıştı elimizde.

ŞAŞIRDIM

Bari Amerika’yı kızdıracak bir isim bulsaydınız


Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, Amerika Büyükelçiliği’nin bulunduğu caddenin adını değiştirmiş. Daha önce Nevzat Tandoğan olan caddenin ismi Zeytin Dalı olmuş. Amerika’ya şu sıralarda çok kızıyoruz hatta düşman belledik ya, büyükelçiliğin sokağının adını değiştirince bir tür intikam aldığımızı zannediyoruz herhalde. Amerika sokak adının değişmesinin ne ifade ettiğini anlar mı veya fark eder mi bilemem. Ancak bu uygulama bana hem komik hem de anlamsız geldi. Birincisi daha önümüzde uzun bir süre var. Bu kadar acele edilmemeliydi. İkincisi madem isim değiştiriliyor, birkaç yıl sonra bizlerin bile unutacağı “Zeytin Dalı” adı yerine Amerika’yı gerçekten çok kızdıracak, onu aşağılayacak bir isim bulunmalıydı. Örneğin Amerika’nın dünyadaki en büyük düşmanı kimse onun adı verilebilirdi. Ya da Amerika’yı utandıran bir olayı hatırlatan isim olabilirdi. Chavez Caddesi yapılabilirdi örneğin. Martin Luther King Caddesi de Amerika’yı afallatabilir. Veya Vietnam ya da Yankee Caddesi. O zaman Amerika’nın dikkatini belki çekebilirdi.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Dış politikada geldiğimiz felaket nokta


Afrin operasyonu nedeniyle “milliyetçi baskı” o kadar koyulaştı ki kendimiz dışında hiçbir şeyi görmemeye başladık. Sanıyoruz ki bütün dünya bize karşı birleşti ve büyük bir savaş veriyoruz. Oya çevremizde yaşanan olaylar sadece bize karşı değil veya sadece bizi ilgilendirmiyor. Çok büyük bir oyunun içindeyiz ve biz bunun sadece bir parçasıyız. Kimse bu cümlemden ötürü aşağılık duygusuna kapılmasın, Rusya da oyunun bir parçası, Amerika da, Suriye de diğerleri de. Ancak Türkiye’nin gördüğü hasar daha büyük. Çünkü dış politikada o kadar fahiş hatalar yaptık ki bizi artık ciddiye alan yok. Tamamen bir kenara itilmemizin tek nedeni bulunduğumuz bölge. Mahallede iyi top oynayamadığı halde topun sahibi olduğu için kaleye konan çocuk gibiyiz aslında. Mecburen varız yani. Ciddiye alınmadığımızın iki korkunç örneğini son bir iki günde yaşadık. Türkiye’nin katliamla suçladığı terörist Mihraç Ural Rusya’da ortaya çıkıyor. AKP başkanı öfkeleniyor Putin’i arıyor o da “haberim yok” diyor. Sonra? Sonrası yok. Adam nerede bilmiyoruz bile. Yine terörist olarak aradığımız PYD’nin şeflerinden Salih Müslim de Belçika’da ortaya çıkıyor. Basın toplantıları yapıyor. Ciddiye alınan bir ülkeye karşı kimse bunları yapmaya cesaret edebilir mi?

BUNU YAZMAK GEREK

Sevgililer Günü için kadınlara bir hatırlatma


Bugün Sevgililer Günü. Kutlu olsun, ne diyeyim. Ancak kadınlara, özellikle “bağımsızlığına, özgürlüğüne” çok düşkün olan kadınlara söylemek istediğim bir şey var. Her 14 Şubat döneminde ortalık Sevgililer Günü reklamlarından geçilmez. Bu reklamların neredeyse tamamı kadınlara yöneliktir. Erkeklere seslenir her reklam ve “Sevgiline şunu al” diye haykırır. “Erkeğe, şunu al, bunu yap” diyen bir reklama rastladınız mı, ben bilmiyorum açıkçası. Demek ki Sevgililer Günü deyince erkeğin kadına hediye alması ya da kadın için güzel bir şey yapması öğütleniyor. Kadınların da buna hiç itirazı yok. Oysa bu anlayış kadını “edilgen” hale getirmiyor mu? Hani nerede eşitlik, özgürlük, bağımsızlık? Her alanda mücadele eden kadınlar neden sıra “sevgililer” konusuna gelince nalıncı keseri gibi oluyorlar ve o ana kadar yaptıklarını unutuveriyorlar?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

Yaaa Murat Belge! Bu günleri hiç düşünmediniz değil mi?


Daha önce da yazdığım gibi Murat Belge ilk gençlik yıllarımızın rol model, sembol isimlerinden biriydi. Demokrasi mücadelesi, askeri yönetimlere kafa tutan dik duruşu hepimize örnek olurdu. Daha sonraki yıllarda ise entelektüel birikiminin yarattığı ışıltının hayranıydık. Ancak Murat Belge AKP iktidarıyla önce değişti sonra deforme oldu. O güne kadar savunduğu fikirleri bir kenara bırakıp, ama sanki onları savunuyormuş gibi yaparak dinci bir cemaatin peşine takıldı, onlarla birlikte AKP iktidarını ayakta tutabilmek için kimliğini, kişiliğini erozyona uğratmayı tercih etti. Böyle bir bilgi birikimi, böyle bir entelektüellik nasıl oldu da gerçeği göremedi, gözlerine adeta perde indi hiç anlayamadım. Şimdi geldiği nokta ise Murat Belge için bir felaket. Yandaş yazarların eğlencesi haline geldi. Düne kadar kendisini yere göğe sığdıramayan yandaşlar şimdi Murat Belge’yi karalama, aşağılama ve itibarsızlaştırma yarışına girdiler. Çünkü Murat Belge uluslar arası bir fondan yararlanarak Londra’da ders vermek istiyor. Kendisini “risk altında” sayan Belge, bu tür durumlarda devreye giren bu fon aracılığı ile Türkiye’den ayrılmayı düşünüyor. Sonuç, Murat Belge şimdi zamanında başka insanların aşağılanmasına, karalanmasına, itibarsızlaştırılmasına alkış tutarken kendisi aynı duruma düştü. Yıllar önce çok saygı duyduğum bir ismin bu hale düşmesine üzülüyorum ama bir yandan da çok hoşuma gidiyor açıkça söyleyeyim. Ve sorayım; “Murat belge hocam değdi mi yani yaptıkların?”