Günümüz iktidarının sahipleri ve onun kurucularının şu soruyu açık kalplilikle cevaplandırmaları gerekiyor: Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni, ortaçağ İslam düşüncesinden tevarüs ettikleri kavramlar olan Daru’l-Harb olarak mı, yoksa Daru’l-İslam olarak mı görüyorlar? Makyavelizme sığınmadan, dürüstçe cevaplandırılması gereken bir soru bu! Ancak, bugüne kadarki muğlak “dava” söylemleri -ki bu terim aslen Şii siyaseti kökenlidir- ve dillerinden düşürülmeyen “kindar nesil“ ifadesi göz önüne alınırsa, çıkan sonuç, üzerinde doğup yaşadıkları toprakları daru’l-harb olarak addettikleridir ve İslamcılar için, memleketleri bir savaş kapısıdır. Demokrasinin olmazsa olmazı laikliğe karşı bitmez tükenmez kavgaları, mezhepçi siyasetleri,kanlı mı, kansız mı?“ tehditleri başka türlü nasıl izah edilebilir? Aslında, çoğulculuğu dikkate alan, ne ciddi anlamda bir demokrasi, özgürlükler ve insan hakları söylemleri mevcuttur -ancak dini söylemi suiistimal ederek, sömürerek oy alabilirler- ne de içinden geldikleri biat kültürü bunun dışında kalan yeni bir yola girmelerine izin verir. Belirli bir oy potansiyelini elde ettiklerinde ise yaptıkları ortadadır.


KANLI MI KANSIZ MI?
Bu doğrultuda, merhum Erbakan Hoca’nın 90’lı yıllarda söylediği “kanlı mı olacak, kansız mı?“ garabetini hatırlamakta ve biraz açmakta fayda var. Zira Erbakan Hoca’ya göre Atatürk Cumhuriyetinin, yani “zulm“ün suyu 90’larda ısınmıştı ve artık kendisi ve çevresindeki İslamcıların, hamasi bir İslami söylemle istedikleri her şekilde suiistimal edebilecekleri yeni bir düzen, yani; “İslam devrimi“ için ışık görünmüştü. İşte mevzu bahis “kanlı mı olacak, kansız mı?“ tehdidi tam da bu noktada ortaya atıldı. Açıklaması kısaca şudur: “Artık isteniz de, istemesiniz de bu iş olacak; ya tatlı tatlı kabul edersiniz ya da bu işin sonu kandır!“ Hani nerede demokrasi deyince mangalda kül bırakmayanlar? İslamcı olduğunu iddia eden yandaş bir kendini bilmez de, daha dün Suriye’de IŞİD’in yaptığı Alevi katliamını alenen kutlamadı mı?


YENİ OSMANLICILIK
Tabii siyasal İslamcılar için mesele burada da bitmez; hayallerinde dünyayı fethetmek vardır! Yeni-Osmanlıcılık ise bu hayalin bir aracıdır. Tarih boyunca kölesi oldukları iktidar hırsları ve fetihçi söylemlerinden dolayı, hayal dünyalarında yaşattıkları o romantik “tarih”in nice gencin kanı pahasına yazıldığını; nice ana-babanın bin bir emekle yetiştirdiği evladının acısı pahasına yazıldığını göz ardı ederler. İşin trajikomik tarafı “fetih” hülyaları -kendi ülkelerinde oluşturmak istemedikleri- adalet içindir. Suriye örneğinde olduğu gibi!


KİM SAVAŞACAK?
Üstüne üstlük, adeta yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali, bu noktada paçayı kurtarmak için derhal “şehitlik“ makamına sığınılır. Allah muhafaza, yarın öbür gün hırsa kapılıp bir savaş çıkaracak olsalar, İslamcılara yöneltilmesi gereken iki soru var? Kendi hırsları ve fetihçi hayalleri için kılıf yapıp ortaya sürdükleri Yeni-Osmanlıcılık argümanı ile Anadolu’daki gariban Memet amcanın, beli bükülmüş Fatma annenin kınalı kuzusunu beyhude yere cephelerde kırdırıp, sonra da şehadet makamına sığınarak kendi siyasi ve iktisadi hesaplarını meşru göstermeye çalışmak hangi vicdana sığar? Daha da önemli olan soru ise şudur: Madem fetih, madem kızıl elma, madem şehadet; o zaman, o cephelere kendi evlatlarınızı da gönderecek misiniz? Yoksa onlar lüks içinde yaşayıp, gemicilik oynarlarken; Memet amcanın evladı savaşacak, canını verecek ve yeni zenginlerimizin babaları da bu kınalı kuzuların kanı pahasına padişahçılık mı oynayacak? Kimlerin çocuklarının kanı pahasına Yeni-Osmanlıcılık oynadığınızın farkında mısınız?


AKLIMIZI BAŞIMIZA ALALIM
Temennimiz savaşların olmadığı bir dünyadır; ancak bu iktidarın hem ülke içinde hem de ülke dışında, bilhassa Orta Doğu’da yıllardır uyguladığı mezhepçi ve ayrıştırıcı politikalar artık böyle dehşet senaryolarını dikkate almamızı ve bunlara karşı hazırlıklı olmamızı gerektirmektedir maalesef. Kendisinden başka herkesi düşman ve tehdit olarak gören iktidarın 1 Mayıs’ta işçiye yaptığı zulüm de ortadadır; basını ve gazeteciliği getirdiği nokta da; ekonomik vaziyet ise zaten içler acısı... Bu noktada temkinli olmak ve rasyonel hareket etmek herkesin vazifesidir; çünkü istibdat düşkünü iktidarlar, kendi faaliyetlerinin siyasi bedelini asla üstlenmezler ve bu bedeli kendilerinden başka herkese ödetmeye çalışırlar.