Türk filmlerindeki ‘’Kara Murat” misali...        “En hakiki Syriza acaba hangi partimiz?” kavgası, Türk siyasetinin yeni sıcak muhabbeti.
Maalesef, filmdeki gibi,
“Hepimiz Kara Murat’ız” diyebilmenin, siyaset raconuna uymadığı da ortada.
Bari, Syriza’nın parçalar değil bütün, kavim değil millet, ev değil mahalle anlayışıyla iktidara yürüdüğünü görebilsek.
İnanın yolun yarısı eder!

* * *
CHP İstanbul İl Başkanı Murat Karayalçın’ın düzenlediği toplantıda iki değerli konuşmacıdan Syriza’yı dinledik.
Hukukçu/tarihçi/yayıncı Foti Benlioğlu ile Mehmet Karlı Hocamız Yunanistan’daki sol iktidarın geçmişini, mimarisini ve daha önemlisi ufuktaki riskleri anlattı.
Benlioğlu’nun tarifi çok dikkatimi çekti:
“Syriza’nın ne kadar radikal olduğunu ve verdiği rahatsızlığı  ölçmek için sadece söylemine değil, çevre koşullarına bakmak lazım.”
Çok doğru!
Dış borç yeniden yapılandırması, bazı özelleştirmelere itiraz ve iptal, işten atılan 600 işçinin dönüşü, yoksullara elektrik ve sağlık yardımı vb.
Olsa olsa Merkel Teyze  ile Varyemez Amca’yı panikletir, o kadar.
Asıl dert başka...
Syriza iktidarı başarılı ve örnek olsun istemiyorlar.
Devrim ihracından korkuyorlar.
Üstelik haklı sebeple...
Çünkü daha şimdiden, İspanya’da Podemos, İrlanda’da Sinn Fein, Syriza ilham ve örgüt modeli ile iktidara yürüyor.

* * *
Bakın Avrupa eski Avrupa değil...
Özellikle Latin Avrupa için, (Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz) işgal günlerini andıran emir-komuta zinciri var. Almanya-Fransa ittifakı, Brüksel üstünden, tüm kıtayı yönetiyor.
Yani parayı veren düdüğü çalıyor.
Sıkıysa vergini indir, işçine yüksek zam ver, gümrük koruması koy...
Yapamazsın!
Büyük ağabeyler, izin vermez.
İşte Syriza depreminin sarstığı, hatta meydan okuduğu mimari bu. Sistemin içinde kalarak çare arayan Blair ve Schröder tarzı soldan farkı da o. Blair ve Schröder kapitalist sistemi tamamen ret yerine, “Biz daha iyi yaparız” iddiasıyla yola çıktı, seçmende güven yarattı, kazandı. Syriza ise “Öyle yapmayacağız” diyerek isyanla iktidara geldi. Tehlikede olan temel paradigmadır. Yoksa 10 milyonluk Yunanistan’ın ekonomik faturası kimin umrunda olur ki?

* * *
Syriza tarzı sol hareketler, sokakları örgütlemek yerine, sokağın talepleriyle güçleniyor.
(Bizdeki Gezi örneğindeki gibi.) Oysa Avrupa ve Anglosakson politik evreninde, tabir yerindeyse doğrudan demokrasi riskine yer yok.
Taleplerin nasıl derlenip toplanacağı, kimler tarafından ve nasıl temsil edileceği kutucuklarda yazılı...Dışına çıkan cezalı...
Bazı talepler dini, diğerleri kültürel nedenlerle sakıncalı.
Hele ekonomi, tamamen tabu...
Bu alanda siyasi talepte bulunmak bile ayıp sayılıyor.
Faizi sadece Merkez Bankası bilir, karar verir. Vergiyi, bağımsız idare koyar ve toplar.
Benzin fiyatından ihalelere kadar her karar, siyasi otoritenin, hatta siyasetin, egemenlik alanı dışındadır.
Son 30-40 yıldır küresel itikat budur! Karşı çıkmak, adeta günahtır, batıldır.

* * *
Sanırım derdimi anlatabildim...
Cennet ülkemize dönersek.
Syriza’dan korkan ey Türk işadamı.
Farkında mısın neler oluyor?
Kamu ihale kanununu 164 kez değiştirdiler, paçavra ettiler, sesini çıkartmadın.
Akaryakıt şirketlerine her gün, sıkıyönetim bildirisi gibi emir yağıyor.
Merkez Bankası zaten şamar oğlanı...
Ey Türk işadamı, karar ver artık.
Hangisi daha tehlikeli?
Sol Syriza mı, yoksa yarattığın canavar mı?
Çünkü belli ki bu ekonomik düzen sürdürülemez!
Ya sol gelenekle ve demokrasi çerçevesinde değişecek, gücünü ve paranı paylaşmak zorunda olacaksın.
Veya tüm sistem tek adam karikatürünün hezeyanları ile kırıp dökülerek, can ve mal kaybıyla iflasa sürüklenecek.
Ne gücün ne de paran kalacak.
Tercih senin.