İstanbul’da, “şortlu kadına tekme” olayı ülke çapında tepkiyle karşılandı.
Okurlarımdan olayı lânetleyen mesajlar alıyorum.
İsmet Kurtulan adındaki bir okurum da, bundan on yıl kadar önce Londra’da yaşanan bir olayı hatırlatıyor.
O olayı biliyorum. Londra’da yaşayan gazeteci arkadaşım Bora Paran yollamış, biz de haber yapmıştık. İlginç olay şöyle cereyan ediyor:

* * *

Londra’lı genç bir İngiliz kızı, havanın iyice karardığı bir saatte, yolunu kısaltmak için Regent Park’tan geçerek evine gitmek istiyor.
Yalnız bizde değil, İngiltere’de de serseriler, magandalar, kötü niyetli yaratıklar var.
Genç kız, gece elektriklerin az aydınlattığı karanlık yolda yürürken, magandanın biri çirkin lâflar atıyor, önünü kesiyor, kızı çok korkutuyor.
Dehşete düşen genç kız çığlıklar atarak kaçmaya başlayınca, etrafta bulunan ve kızın sesini duyan İngiliz gençler koşup saldırganı yakalıyorlar.
Adam yargılanıyor. İngiliz hâkim ona “7 yıl ve 7 gün hapis cezası” veriyor.
Hâkime soruyorlar:
“Adam kıza elini bile sürmemiş, sadece korkutmuş. Bu 7 yıl, 7 günlük ceza çok ağır değil mi?”
İngiliz hâkimin cevabı hukuk tarihine geçecek düzeydedir. Şöyle diyor:
“Kızı korkutmanın cezası sadece 7 gündür. 7 yıllık ilâve ceza ise İngiliz kızlarının gece parkta dolaşma ve parktan geçme özgürlüklerine saldırmanın cezasıdır!”
İşte, demokrasi, hukuk ve yargı bu...

Kaçmak çare değil!

Birkaç gün önce yazdığım (Buruk bir ‘Vatana veda’ yazısı) geniş bir ilgi yarattı.
Çok sayıda mesaj aldım. Türkiye’yi terk edip Kanada’ya gitmeye karar veren aileyi destekleyenler de var, şiddetle karşı çıkıp eleştirenler de...
İki görüşten de birer örnek veriyorum. Yorum sizlerin...

* * *

Dr. Suat Suna adındaki okurum Frankfurt’tan yazıyor:
“Köşenizde, ülkenin gidişatından umudu kesip, Kanada’ya taşınma kararı alan ve işlemlerini tamamlayan bir çiftin duygularını yazmışsınız.
Evet, yazı içerik olarak doğru, benim Almanya’da yaşadıklarımla hemen hemen aynı.
Bizim gibi insanların Kanada’da, Almanya’da veya dünyanın başka yerinde katlanmak zorunda oldukları durumlar bu saatten sonra hep aynı olacak. Nereye gitsek aynı meseleler karşımıza çıkacak.
Başka insanları sevmek, onlara yardım etmek gibi duyguların günümüzde bir önemi kalmadı artık...
İyi yaşamak ve bir yerlere gelmek istiyorsanız, acımasız, çıkarcı, yalancı, yalaka, riyakâr olmak zorundasınız. Aksi takdirde hep hüsran...
Benim bir fizik doktoru olarak Almanya’da yaşadığım şeylerin, o çiftin Türkiye’de yaşadıkları ile çok benzer yanları var. Artık ne Avrupa’da, ne de dünyanın başka bir yerinde liyakate, insanlığa, dürüstlüğe, çalışkanlığa önem verilmiyor. Her yerde durum aynı ve daha da kötüleşiyor.”

* * *

Bu da, Barış Yeşilyurt adındaki okurumun, Türkiye’ye veda eden umutsuz çifti eleştiren mesajı:
“Ülkemiz adına, geleceğimiz adına, mücadele etmeyerek yurt dışına kaçıp nereye varabiliriz?
Ülkemizin geleceği için mücadele etmeliyiz?
Kaçmak kolay!
Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk kaçtı mı? Mücadele etti, başardı. Biz de başarırız.”

Tebessüm

İyilik meleği!


Adamın işi varmış. Ankara’ya gidiyormuş, tam uçağa binerken kulağında esrarengiz bir ses:
“Binme, bu uçak düşecek!” diye fısıldamış.
Dönmüş bakmış, kimse yok ama içine de bir kurt düşmüş, “Tedbirli olmam gerekiyor” diyerek uçağa binmemiş.
İkinci uçağı beklerken kara haber ulaşmış:
“Uçak düştü, kurtulan olmadı!”
Dehşete kapılarak uçak yolculuğundan vaz geçip trene koşmuş, bilet almış, tam trene binecek, aynı ses kulağında:
“Binme bu trene, raydan çıkacak!”
Dönmüş bakmış yine kimse yok. Korkudan trene binmemiş, gelmiş eve. Sabah gazeteyi açınca tüyleri ürpermiş, haberi dehşet içinde okumuş:
“Tren Polatlı’da raydan çıktı, şu kadar ölü, şu kadar yaralı var...”
Allah’ına şükretmiş. Koşup otobüse bilet almış, tam binerken yine o ses:
“Bu otobüse binme, yolda freni patlayacak!”
Dönmüş, yine kimse yok! Dayanamamış, bağırmış:
“Sen kimsin yahu?”
Gizemli ses cevap vermiş:
“Ben senin iyilik meleğinim!”
Adam iyice kızmış:
“Ulan madem öyle, ben evlenirken sen neredeydin?”

GÜNÜN SÖZÜ

Hayyam diyor ki: “Uyan ey millet! Uyumak için önünde sonsuzluk var!”

1