Sevgili okurlarım, cezaevlerinden sürekli mektuplar alıyorum.
Adalet Bakanı birkaç gün önce rakamı açıkladı.
Cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu olarak yatmakta olanların sayısı tam 260 bin.
Korkunç bir rakam.
260 bin kişiyi gözlerinizin önüne getirmeye çalışın.
Gelen mektupların çoğunda haksızlık ve hukuksuzluk iddiaları dile getirilir. Ancak iki gün önce Tokat Cezaevi’nde hükümlü Necmi Alan’dan aldığım mektup, işin çok farklı ve bizim dışarıda hiç bilmediğimiz bir boyutuna değiniyordu:
“Cezaevlerinde yatmakta olan 260 bin kişiden en az 200 bin’i tütün içer. Çünkü insanlar yoksuldur ve sigaraya verecek paraları yoktur. Tütünün yanında ayrıca satılan ve adına Makaron denilen sigara kağıdı olmazsa olmaz.
Şimdi dikkat, bir yıl öncesine kadar bir paket Makaron fiyatı bir lira idi. Bir süre önce zamlandı, 11 lira oldu. Şimdi 15 lira oldu. Onun yanında dolar ne ki!..
Mahkûmların çoğu artık tütün kağıdı alamıyor ve cezaevlerinde en büyük mağduriyet bu konuda yaşanıyor. Siz gazeteciler artık en çok bu mağduriyeti görmelisiniz...”

★★★

Ben de çok uzun yılların sigara tüketicisiyim ama hiç Makaron kullanmadım!..
Necmi Alan isimli mahkumla haberleşme olanağım olsaydı sorardım:
“Peki arkadaş, madem tütün kağıdı aşırı pahalı oldu, bunu satın alamayanlar tütünü hangi yöntemle içiyor? Herhalde gazete kağıdına sararak değil!..”
Bunları yazmadan önce internette Makaron’a baktım ve ticaretinin çok yoğun olduğunu gördüm.
Neyse, konumuzun biraz dışına çıktık!

★★★

Sevgili okurlarım, bu iktidarın yargı konusunda çok büyük çelişkileri olduğunu artık hepimiz biliyor ve görüyoruz.
Bunu en çok görenler ile bilenler ise cezaevlerini doldurmuş olan tutuklu ve hükümlüler ve onların yakınları.
Varsayalım herhangi bir yargı organı, iktidarın hoşuna giden bir karar verdi...
Hemen ses yükseliyor:
“Bizim yargımız zaten bağımsızdır. Hiçbir yerden talimat almaz. Kararlarını yasaya ve vicdana uygun bir biçimde verir! Bu karar da öyledir!”

★★★

Yine varsayalım iktidarın hoşuna gitmeyen bir karar çıktı...
Sesler aynı iktidardan hemen yükseliyor ama bu kez farklı yönde:
“Böyle karar olmaz. Biz bu karara karşıyız ve uygulamayız. Gerekli hamleleri yaparız!”
Karar Türk yargısından çıktıysa, katkısı ve altında imzası olan hakim ve savcıların kulağı çekiliyor, uyarılıyor ve bazıları görevden alınıyor.
Ama AHİM’den geldiyse, nutuk atıp kınamak dışında yapacak bir şey yok.

★★★

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) birkaç gün önce Türkiye’yi mahkûm eden bir karar verdi.
“Selahattin Demirtaş’a verilen ceza hukuksuzdur. Derhal tahliye edilmesi gerekmektedir.”
İktidar kesiminde hemen feryatlar yükselmeye başladı:
“Vay efendim AİHM kim oluyor da hakkımızda karar veriyor. Kim takar onların kararlarını... Bizim yargımız bağımsızdır, bizim için esas olan Türk yargısının vermiş olduğu kararlardır! Biz AİHM tarafından verilen bu kararı tanımıyoruz.”

★★★

Bu işler öyle sağa sola posta koyarak yürümez... AİHM kararları bizi de bağlayan, anayasa ve yasalarımız uyarınca mutlaka uyulması gereken kararlardır.
Bu anlaşmaların altında Türk Devleti’nin de imzası vardır.
Şimdi biraz geçmiş yıllara gidip anımsayalım...
AKP’nin kurucularından, Recep Bey’in sağ kolu olan Abdullah Gül’ün eşi Hayrünisa Gül, Ankara’da Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne kayıt yaptıracaktı...
Üniversitenin kendisinden istediği belgelerde yer alan fotoğraflarını inadına başı örtülü olarak vermişti.
O sırada üniversitelerde türban yasağı vardı ve kaydı yapılmadı.

★★★

Peki Abdullah Gül ve eşi bu konuda ne yaptılar, nasıl tepki gösterdiler?
Abdullah Bey basın toplantısı düzenleyip bu yasağı kınadı ve insan haklarına aykırı olduğunu vurguladı.
Ya Hayrünisa Hanım?
O da AİHM’e başvurup Türkiye Cumhuriyeti aleyhine dava açtı.
100 bin Euro tazminat istiyordu!
Henüz iktidar olmamışlardı... Ve oldukça doyurucu bir rakamdı!

★★★

Gel zaman git zaman AKP iktidara gelmeyi başardı ve Abdullah Bey Dışişleri Bakanı oldu.
Peki şimdi ne yapacaktı?
Bir yanda karısına Türkiye aleyhine dava açtıran ve tazminat isteyen bir Dışişleri Bakanı...
Öbür yanda ise AİHM’e savunma gönderip “Açılan bu dava haksız ve yersizdir, reddedilmesini isteriz” demekle yükümlü olan aynı bakan!..
Sonuçta aile bu çelişkili durumun altında zora düşeceğini anladı ve dava geri çekildi!

★★★

Recep Bey’in de geçmişte AİHM’de Türkiye aleyhine açtığı davalar vardı, onlara şimdi hiç girmiyorum.
Sen işine gelince AİHM’e gidip dava açacaksın, bu mahkemenin hoşlanmadığın kararları için ise “Bize ne, biz bu kararı tanımıyoruz” diye feryadı basacaksın.
Türk yargısı konusunda da durum aynı...
İşine gelince “Bizim yargımız bağımsızdır, kimseden talimat almaz. Hükümetten hiç almaz!” diyeceksin, çok ender de olsa Yargıtay ve Danıştay dahil işine gelmeyen kararlar çıktığında “Bu karar yanlıştır, uygulanamaz” diye bağıracaksın...
Ve gerçekten de uygulamayacaksın!
Nerede görülmüş böyle bir hukuk düzeni?..
Ne biçim hukuk, ne biçim adalet bu?