Kasım ayının cumhuriyet tarihinde özel bir yeri vardır...
İlk akla gelen çok doğal olarak Büyük Devrimci Atatürk’ün 10 Kasım’da aramızdan ayrılıp, ebediyete intikal etmesiydi... Bir gün gerçekleşecek bu sonucu ulusuna, ölümünden çok önce şu müthiş özdeyişle anlatmıştı:
-Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır...
1 Kasım ise, Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek saygın ve çağdaş bir ülke olarak yaşaması için yapılan iki büyük devrimin tarihidir...
1 Kasım 1922’de, 96 yıl önce yani Cumhuriyetin ilanından bir yıl önce, saltanat lağvedildi; Cumhuriyetin önü açıldı... O gün saltanat yanlıları Meclis’te görüşmeleri kilitlemek için şeytanın bile aklına gelmeyecek numaralar yapıyor, başarılı da oluyorlardı. Mustafa Kemal baktı ki iş iyice çıkmaza giriyor, söz istedi, önündeki sıranın üstüne çıktı ve tarihe kazınacak şu konuşmayı yaptı:
- Efendiler, egemenliği hiç kimse, hiç kimseye, bilimin gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla veremez. Egemenlik, güçle, erkle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk ulusunun egemenliğine el koymuşlardı. Bu yolsuzluklarını altı yüz yıldan beri sürdürmüşlerdi. Şimdi de Türk ulusu bu saldırganlara, “artık yeter” diyerek ve bunlara karşı ayaklanarak egemenliğini kendi eline almış bulunuyor. Söz konusu olan, ulusa egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Sorun, olmuş bitmiş bir gerçeği yasa ile saptamaktan başka bir şey değildir. Bu ne olursa olsun yapılacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir!..
Bu konuşmanın ardından Ankara Milletvekili Hoca Mustafa Efendi “Bağışlayınız efendim; biz meseleyi başka bakımdan ele almıştık. Açıklamalarınızdan aydınlandık” dedi!.. Aynı gün saltanatın kaldırılması oybirliği ile kabul edildi!..
Kasım ayının 17’sinde ise Padişah Vahdeddin İngiliz Malaya Zıhlısı ile ülkeden kaçtı...
-Osmanlı tarihe karışmıştı!..

Çok büyük bir devrim!..


Bu tarihten 6 yıl sonra Türk tarihinin en büyük devrimlerinden birine daha imza atıldı:
-Harf Devrimi!..
Yüzyıllardır özellikle Türk kavmini cehalete iten Arap-Fars kırması, uyduruk Osmanlıca kaldırıldı ve Latin alfabesine geçildi... Siz bakmayın, Osmanlı sevdalısı gerici kafanın “bir gecede tarihimizden, dilimizden koptuk, cahil kaldık”, “mezar taşlarını bile okuyamaz duruma düştük” lakırdılarına; o tarihte toplumun ancak yüzde 7’si Osmanlıca okuyup yazabiliyordu, bunların önemli kısmı da azınlıklardı!..
Kadınların ancak binde 24’ü okur yazardı!.. Harf Devrimi’nin kabulünden sonra yurttaşlar açılan kurslarda yeni Türkçe alfabeyi kolaylıkla öğrendi. 1936’ya gelindiğinde 16 milyonlu Türkiye’de milyonlarca kişi Türkçeyi benimsemişti!.. Darülfünun İstanbul Üniversitesi olmuş, açılan okullara on binlerce öğrenci kaydolmuş, yurtdışına devlet organizasyonuyla çok sayıda öğrenci gönderilmeye başlanmıştı...
-O öğrenciler okuyup, öğrenecek, yurduna dönecek ve ülkenin geleceğini inşa etme seferberliğinde çok önemli roller üstleneceklerdi!..
Yazarken, okurken çok kolay gibi geliyor değil mi?.. Tam tersine, çok zor, çok meşakkatli hatta zaman zaman imkansıza yakındı!.. Tüm dünyanın gözü üzerimizdeydi... Hatta büyük devletler büyükelçiliklerini 1928’e kadar Ankara’ya taşımamış, Türkiye Cumhuriyeti’nin kısa sürede çökeceğinden emin beklemişlerdi!..
Bunların içerideki uşaklarını da hesaba katarsanız, o kahramanlar yıllarca en büyük zorluklara göğüs gerip, deyim yerindeyse “kan kusup, kızılcık şerbeti içtim” diyerek ve de taş taş üstüne koyarak inşa ettiler Cumhuriyeti!..
Artık sıra bizde! dedelerimize, büyükannelerimize “altın tepsi” içinde sunulan Cumhuriyeti, kaldığı yerden inşa etmeye devam etmek, çocuklarımıza, torunlarımıza, o kahramanlara yakışır bir memleket miras bırakmak görevimiz, namus borcumuz...
Aradaki ihanetleri, beceriksizlikleri, yıkıcılıkları telafi edebiliriz. Önemli olan nokta şu:
-Namussuzlardan daha fazla cesaretli, özverili olabilecek miyiz?!.
İşte bütün mesele!..

Adıyaman Filarmoni Orkestrası!..


Şaşırdınız değil mi!..
Açıkçası ben de duyduğumda, davetiyesini gördüğümde çok şaşırdım, en çok da sevindim, mutlu oldum!.. 29 Ekim Cumhuriyet etkinliklerinin yıldızlarından biriydi bence. İstanbul Ataşehir Mustafa Saffet Kültür Merkezi’nde, Şef Özgür Oğuz yönetiminde Brahms, Hendel ve Vivaldi’nin eserlerinin yanı sıra, Rus Halk Ezgileri ile orkestra üyelerinin düzenlemesini bizzat yaptıkları halk türkülerimizi seslendirdiler.
Üstelik bu orkestra yıllardır Adıyaman’da faaliyet gösteriyor. 2012 yılından bu yana Şef Özgür Oğuz’un büyük çabasıyla çeşitli festivallere katılıyor, ödüller alıyor.
Ancak desteğe ihtiyaçları var!. Örneğin bu konser Adıyamanlıların kurduğu “Çağdaş Adıyamanlılar Platformu” nun  çabaları ve katkılarıyla mümkün olmuş. Müzikseverlerin, büyük şirketlerin mütevazı katkıları bu pırıl pırıl gençlerin oluşturduğu orkestrayı çok daha yükseklere taşımaya yeter!..
-Sanata katkı, Cumhuriyete en büyük destektir!..