Konkordatoya giden iş adamlarının villasında oturmaya ve lüks araçlarına binmeye devam etmesini eleştiren Baran “AB ülkeleri konkordato ilan etmek isteyenin öncelikle bütün mal varlığına el koyarak, ona asgari ücret bağlıyor. Diğer taraftan, bütün borçlarını üstleniyor ve ödüyor. Böylece suistimallerin önüne geçilmiş oluyor”dedi.

Piyasalarda kimsenin birbirine güveninin kalmadığını kaydeden Baran “Çek ödenmediğinde, hiçbir yaptırım gücü yok. Yasalarımız borcunu ödemeyenlerden yana. Öyle olunca da kimse borcunu ödemiyor” diye konuştu.

KONKORDATO’YA AVRUPA MODELİ ÖNERİSİ


Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran, Türkiye’deki konkordato yöntemi nedeniyle ticaret yapamaz hale geldiklerini belirterek, Avrupa’daki konkordato sisteminin Türkiye’de uygulanmasını önerdi. Baran, “Bizdeki konkordato, ilan edene yararken, piyasayı bitiriyor. Avrupa’da devlet, konkordato ilan edene asgari ücret bağlayarak, tüm mal varlığına el koyuyor. Ve piyasaya olan bütün borçlarını üstlenip, ödüyor” dedi.

Türkiye’de uygulanan konkordato yönteminin, konkordato ilan eden dışında tüm piyasa oyuncularını ‘iş yapamaz’ hale getirdiğine dikkat çeken Ankara Ticaret Odası Başkanı Gürsel Baran, “AB ülkeleri konkordato ilan etmek isteyenin öncelikle bütün mal varlığına el koyarak, ona asgari ücret bağlıyor. Diğer taraftan, bütün borçlarını üstleniyor ve ödüyor. Ancak fabrikasını, dükkânını, evini, arabasını elinden alıyor. Böylece suiistimallerin önüne geçilmiş oluyor”dedi. Baran, Ankara Temsilcimiz Ferit Parlak’ın ticari hayatı etkileyen uygulamalarla ilgili sorularını yanıtladı.

Konkordato ilan edenlerin piyasaya zarar verdiği konuşuluyor. Duyum alıyor musunuz?

Son zamanlarda konkordato ilan eden firmaların sayısı arttı. Biz de piyasalardan bu yönde duyum alıyoruz. Firmalar konkordato ilan ederek “Ben devlet garantisi altındayım” diyor. Bu durum karşısında alacaklıların eli kolu bağlanıyor. Diğer taraftan firma sahipleri kendi lüks yaşantısından ödün vermiyor. Villasında oturmaya, en lüks arabaları kullanmaya devam ediyor. Alacaklı firmalar ise zor durumda kalıyor, hatta bu nedenle iflasın eşiğine gelen firmalarımız bile var.

Avrupa’daki konkordato modeli çözüm olabilir mi?

Elbette… Özellikle gelişmiş ülkelerde ne şekilde uygulanıyor, bunu inceleyip ülkemiz koşullarına uyarlayarak hayata geçirebiliriz. Bu ülkelerde uygulanan farklı modeller var. Buralarda devlet konkordato ilan etmek isteyenin bütün mal varlığına el koyarak, ona asgari ücret bağlıyor. Diğer taraftan, bütün borçlarını üstleniyor ve ödüyor. Ancak fabrikasını, dükkânını, evini, arabasını elinden alıyor. Böylece suiistimallerin önüne geçilmiş oluyor.

Bizim uyguladığımız yöntemle, ticareti de tüccarı da bitiriyoruz değil mi?

Tüccar olarak bizim asli işimiz ticaret. Benim, işimi nasıl geliştirebilirim; nerelere yatırım yapabilirim; nasıl daha çok kazanırımı düşünmem lazım. Ama ben, buradan alacak geldi mi, o para ödendi mi, bankadan şu kredi çıktı mı, bu senet tahsil oldu mu, çekin karşılığı geldi mi gibi sorularla zamanımı harcıyorum. Bunlarla uğraşmaktan neredeyse ticaret yapamaz hale geliyoruz. Tüccar, dünyanın hiçbir tarafında, bizim gibi risk analiz uzmanı değildir. Türk tüccarı şu andaki ticaret ortamında, iyi bir risk uzmanı oldu. Piyasalarda kimsenin birbirine güveni yok, kimse kimseye arkasına dönemiyor. Bankaların çeki, kurumsal bir güvence değil midir? Ancak bakıyorsunuz öyle değil. O çek ödenmediğinde, hiçbir yaptırım gücüm yok. İcraya veremiyorum, tahsil edemiyorum. Yasalarımızın tamamı borcunu ödemeyenlerden yana. Öyle olunca da kimse borcunu ödemiyor.

Cezası yoksa neden ödesin ki?

Cezaların amacı caydırıcı olması. Ancak bizde belirli aralıklarla borç yapılandırılıyor, taksitlendiriliyor, erteleme getiriliyor, af getiriliyor... Bunlar düzgün, dürüst mükellef için mutsuzluk kaynağı oluyor.

Bunların ticaret hayatı için doğru uygulamalar olmadığını düşünüyorum. Ödemesini düzgün yapan, vatandaşlık görevini yerine getiren herkes de doğru olmadığını düşünüyor. Bir örnek vermek istiyorum. Yük taşıyan kamyonların İstanbul’da 3’üncü köprüden geçme zorunluluğu vardı. Devlet, 1’inci ve 2’inci köprüden geçenlere ceza uyguluyordu. Diyelim ki ben düzgün, namuslu, dürüst çalışan; kanunları tanıyan ve kurallara uyan bir kamyon şoförü olarak, çok daha fazla para ödeyip, akaryakıt tüketerek kurallara uydum ve 3’üncü köprüden geçtim. Bir başka şoför ise kural tanımadı ve diğer köprülerden geçiş yaptı. 1 yıl sonra dönüp bakıyorsunuz, o köprülerden geçenlerin cezaları affedildi. Eğer ceza parası ödediyse, o paralar da iade edildi. Bu durumda ne yazık ki kurala nizama uyan zararlı çıktı. İşte bu tür durumlar insanların yasalara, kurallara uymasına engel oluyor.

Rahmetli babamın bize bir vasiyeti vardı; “Devlete borcunuz varsa son güne kalırsa iki elim yakanızda” demişti. Devlete borcunu ödememek nedir? 38 yıldır tüccarım, bir tek kuruş borcum olmadı devlete. Bu övünç kaynağı değil. Görevim bu benim.

İnsanlar beni arıyor “biz de borcumuzu ödemeyelim o zaman” diyorlar… 2 yıldır altını çizerek söylüyorum; bizdeki ticaretin önündeki engelleri kaldırmak için anayasasını A’dan Z’ye yeniden yazmak lazım.

Düzenli ödeme yapanların ödülü, yeterli bir ödül müdür? Ödemelerin düzenli yapılması için neler yapılabilir?

SGK primlerini düzenli olarak ödediğim için %5 indirimden faydalanıyorum. %5 yeterli değil, ama yine de motive edici. Maliye Bakanlığı da bunu başlattı. SGK ödemelerinde otomatik düşülüyor. Ancak Maliye Bakanlığı öyle değil. Mali müşavirimin 2 gün uğraşması gerekiyor. Düzenli ödeme yapanların işleri basitleştirilmeli. Yurt dışında kimsenin kimseye borcu olmaz, olamaz. Var sayalım oldu, o adam ev kiralayamaz, çocuğunu okula gönderemez, ev satın alamaz. Her gittiği yerde karşısına çıkar. Önce borcunu kapatması istenir. Ver Avrupa’daki gibi ceza, hapsi kaldır.

Aynı işi yapan yüzlerce esnaf ve kapasite fazlası olmasına rağmen, piyasaya her gün yeni bir oyuncunun girmesi de ciddi bir sorun. Kendisini de mevcudu da sıkıntılı bir maceraya sürüklüyor. Bu girişimler önlenebilir mi?

Bir ayakkabı markamız Fransa’ya gidiyor, mağaza açmak için. Dükkânın yerini belirliyor ve tüm belgelerini hazırlayıp, ruhsat için belediyeye gidiyor. Belediye, o bölgede üç tane daha ayakkabı mağazası olduğu için mağaza açmasına izin vermiyor. “Sen, diğerlerine sıkıntı yaşatırsın” diyor. “O üç mağazadan biri satmak veya devretmek istiyorsa devral ya da başka ihtiyaç olan bir yerde açabilirsin” diyor.

Başkentteki otel ve konaklama sektöründen örnek vermek istiyorum; Oteller Ankara’da %40 doluluk oranıyla çalışıyor. Buna rağmen hala 5 yıldızlı otel yapılıyor. Otel dediğin büyük bir yatırım. Param gücüm varsa tabi ki açarım. Ama, “Şu semtte arsam var, bina satın aldım, otel yapabilir miyim?” diye sormalıyım bir sorumluya. O da “Ankara’nın nüfusu bu, gelen turist şu kadar, kurulu kapasite bu. Müsaade etmiyorum ya da başka bölgede aç” diyebilmeli.

Kamu alımlarında, yerli malına getirilen avantaj işe yaramadı mı?

Kamu yerli malı alımını desteklemediği sürece biz bu işlerin içinden çıkamayız. Devlet “Yerli malı yüzde 15 pahalı olsa da al” diyor, yine olmuyor. Yerli malını korumamız gerekiyor.

Geçen Almanya’da bir fuarda, bizim firmalardan biri ile karşılaştım. Silikon köpük üretiyor. Almanya’ya ve Fransa’ya satmaya çalışıyor. Ancak, Fransa’da zorlanıyormuş. Neden? Fransa ürünün satışı için firmadan SNFJ sertifikası istiyor. Ve bu belgeyi oradaki yerli üreticiyi korumak adına istiyor. Yabancının maliyetlerini artırıyor, böylece kendi üreticisini korumuş oluyor. Bizde ise ne yazık ki tam tersi bir durum var.

Gelişmiş ülkelerdeki konkordato sistemi özetle şöyle işliyor…

Devlet, konkordato ilan edene asgari ücret bağlayarak, tüm mal varlığına el koyuyor… Ve piyasaya olan bütün borçlarını üstlenip, ödüyor… Sonra, el koyduğu fabrika, ofis, araba, gayrimenkul gibi varlıkları satmaya ve/veya çalıştırmaya odaklanıyor… Bu yöntemle, ekonominin çarklarını durdurmamış oluyor… Bizdeki konkordato sistemi mi? Konkordato ilan eden, son model otomobiliyle gittiği tripleks yazlığında, ardında bıraktığı ‘batma olasılığı yüksek alacaklılarını’ ve ‘güveni kaybetmiş piyasayı” seyrediyor!