Müslümanlığın bir ahlaki hayat tarzından çıkıp, ideoloji haline dönüştüğü andan itibaren maneviyatın tartışılır hale geldiği malumun ilamı. Bu cümle yüzyılların yükünü içinde taşıyor. Ancak yozlaşma o kertede ki, neresinden tutsak elimizde kalıyor; çok değil, yirmi-otuz yıl öncesinin dindarlığında bile bir usul, bir üslup, bir adap vardı. Bugün artık yalnızca kafada İslamcı, gösterişe dayalı Müslümanlık anlayışı öne çıkıyor, bunun da siyasetle özdeşleşmesinden kaynaklı olduğunu söyleyebiliriz. Gösteriş içinde olanlar hem başkalarının zenginleşmesine hizmet edenler hem de onlardan faydalananlardır.

ÖLÇÜLÜ OLMAK

Başta dini öğretiler olmak üzere, kadim ahlak sistemleri şaşaalı yaşam tarzını kınarlar; biriktirmeyi bir hastalık olarak görür ve dağıtmanın/paylaşmanın (infak/sadaka) mükâfatına dikkat çekerek, hastalığın yaygınlaşmasına önlem almaya çalışırlar. Günümüz İslamcılığı ve onun seçkinlerinin sosyolojisi bize ciddi ipuçları veriyor. Bu seçkinlik, tartışmalara; zevk yargıları, estetik, medeniyet bağlamında değil; lüks evler, şatafatlı siteler, pahalı törenler, dünya kamuoyunun seyrine sunulan güya erkeklere kapalı (!) mevlitler, kısaca zenginliğin dünyeviliği ile dinin ritüelleri arasına sıkışıp kalmışlığın fotoğrafı olarak yansıyor. “Kıskanmayın, laik zenginlerin yaşam tarzında bunlar fazlasıyla var” diyenlerin, “iyi de siz onları eleştirerek buralara geldiniz, iddialarınız vardı, hani nerede o sizleri diğerlerinden ayıran kodlar” sorusuna verecek cevapları yok. Manevi değerleri sakil bir anlayışla sunmanın, şımarıklığın, aymazlığın, umursamazlığın görüntüleri bunlar. Tıpkı tarihi eserlerin/mahallelerin, yüzyıllık kalıntıların yok edildiği gibi. Demek ki imkan yoksunluğuymuş mesele, dinin öngördüğü ölçülü yaşam değil.

SIVA KİRİŞİ TAŞIMAZ

Ha keşke denildiği üzere bir iki şımarığın davranışı olsaydı. Bugün İslamcı kitle, başörtüsünü her şeyin önüne koyup ve hatta Müslümanlığın en temel ölçütü yapıp -o varsa her şey tamam dercesine- vazgeçilmez hale getirmenin sorunlarını yaşıyor. Oysa başörtüsü sembol olmaktan öteye geçmeyen bir konuydu. Şekilci anlayış sadece İslamcıların değil, yenileşme serüvenini yanlış anlamış olan bütün ideolojilerin de problemi. Demem o ki, frak giyerek Batılı, başını örterek/örttürerek Müslüman olacağını zannedenlerin geldikleri nokta aynı: Muhtevasızlık.

MODERNİTE İKİLEMİ

Kadim dünyanın neredeyse her kültüründe var olan başörtüsü, kadının kamusal alanda var olmasıyla tartışma alanına çekildi. Dijital çağla beraber daha derinden hissettiğimiz bu post-modern dönemde artık başörtüsü değişen, dönüşen, başkalaşan ve hatta metalaşan bir şey oldu ve her şeyin de ana malzemesi haline geldi. Metalaşan tek şey keşke başörtüsü olsaydı!

Şey’ler gösterime sunulur; o halde çeşitli mizansenler gerekliydi; ve böylece metalaştıranlara yeni sermaye alanları da açıldı: Metalaşan devasa camiler, metalaşan umre gezileri, metalaşan-holdingleşen cemaatlar/tarikatlar, metalaşan mevlitler, metalaşan dualar, kısaca kutsala ilişkin her kavram. (iş yerlerinin adlarına kadar)

ESKİLERİN BASİRETİ

Tek davası ahlak olan Müslüman düşünür Nurettin Topçu, 1965’te, M. Orhan Okay’a yazdığı mektubunda adeta çaresizliğini haykırır: “Ahlaksızlığın ummanı olan bu Şark’ı yaşadıkça tanıyorum. Yaşanan şekliyle Müslümanlık Şark’ı bitirmiş. Buraya artık ne ilim girer, ne ahlak; ne de Allah uzanır bunlara. Bunların önce her şeyi bırakıp insanlık devrine girmeleri lazım.” Mesele tam da bu, ‘insan’ olmadan dindar olunamaz. Müslümanlık bilmem ama galiba göklerdedir diyen Mehmet Akif de aynı serzenişi yapar tüm Safahat’ında.

Demem o ki, minik Berra’nın mevlit videosu ile Şeyma Subaşı’nın videosu arasında bana göre fark yok; görünür olmak, şov yapmak, şovla kendini var kılmak, yani teşhir bu çağın mahremiyet algısı. Belki de tartışmaya buradan başlamak gerek.