YENİ ÖĞRENDİM

Erdoğan’dan tek dereceli dar bölge seçim sistemi


Yerel seçim sonuçları aslında AKP’nin nasıl kan kaybettiğini ve baş aşağı gittiğini gösteriyor.
Erdoğan CHP liderine eleştiri yöneltirken “Aldığın üç beş belediye var” var dedi ama aslında gerçek bu değil.
Sayısal olarak bakıldığında AKP’nin kazandığı belediye ve belediye meclis üyesi sayısı ezici bir üstünlükteymiş gibi görünüyor.
Oysa muhalefetin kazandığı yerlerin nüfusu Türkiye’nin yüzde 65’ine denk geliyor.
Ayrıca muhalefetin kazandığı yerler ekonomiye en büyük katkının sağlandığı bölgeler.
Üretimin de tüketimin de çok olduğu, yüksek vergilerin ödendiği, bilimin sanatın, kültürün, eğitimin çok daha önde olduğu yerler bunlar.
Bu açıdan bakınca Erdoğan önümüzdeki ilk seçimlerde bugünkünden de daha kötü sonuç alabilir.
Nitekim bu durumu bizzat gördüğü için olacak ki yeni bir seçim sistemi için kolları sıvamış durumda.
Bu nedenle saray danışmanlarından Mehmut Uçum’a görev verilmiş öğrendiğime göre.
Uçum ve ekibi yepyeni bir seçim sistemi kanunu taslağının sonuna gelmiş.
Yeni seçim sistemi “tek dereceli dar bölge sistemi” olacakmış.
Aslında dar bölge sistemi hep konuşulur.
Ancak bunun özellikle muhalefet partilerini yok edebileceği düşünülerek hep vazgeçilir.
Erdoğan ise sanıyorum bu sistemi bir kurtuluş reçetesi olarak görüyor.
Yeni sistemin en önemli özelliği uygar ülkelerdekinin aksine çift dereceği değil tek dereceli dar bölge seçimi olması.
Hazırlanan taslağa göre Türkiye 600 seçim bölgesine bölünecek.
Her bölge bir milletvekili çıkaracak.
Erdoğan’ın kurmayları “Bu sistemle Orta Anadolu, İç Ege, Karadeniz ve Doğu Anadolu’nun bir bölümünde AKP çok büyük fark atar” diye düşünüyormuş.
Çünkü AKP bu bölgelerde oy kaybetmiş olmasına rağmen birinci parti.
Seçim bölgelerinin de ince hesaplarla düzenlenmesi halinde bütün bu seçim bölgelerinden AKP’nin birinci çıkma olasılığı çok yüksek görünüyor.
Erdoğan tek dereceli dar bölge seçimi ile birlikte Cumhurbaşkanlığı seçiminin de eskisi gibi Meclis’e bırakılmasını istemiş.
Çünkü muhalefetin kazandığı nüfusu yoğun bölgelerde bundan sonraki bir seçimde Erdoğan’ın yüzde 50’yi bulmasını çok zorlaştıracağı düşünülüyormuş. Peki cumhurbaşkanı Meclis’ten nasıl seçilecek?
İşte işin sıkıntılı tarafı burada.
Seçim sistemi yasa ile değiştirilebiliyor, Cumhurbaşkanlığı seçimi için ise Anayasa değişikliği şart.
İşte bu noktada HDP faktörü devreye sokulmak isteniyormuş.
Yeni sistemle birlikte Güneydoğu’da en az 120 seçim bölgesi olacak. Bunların hepsini HDP kazanabilir.
Böylelikle HDP ikinci parti olarak Ana Muhalefet Partisi konumuna gelebilir.
Erdoğan’ın bu nedenle HDP ile masaya oturacağı ve Anayasa değişikliği için destek isteyeceği ihtimalmiş.
Sarayın kurmayları “HDP ikinci parti olmanın avantajı ile kendisine dokunulmayacağı ve açılımın tekrar başlayacağı sözü ile cumhurbaşkanının Meclis tarafından seçilmesine yeşil ışık yakar” diye düşünüyormuş.
Bütün bu hazırlıkların isteğe göre sonuçlanması halinde tek dereceli dar bölge sistemi ile yapılacak seçimde AKP’nin 380- 400, HDP’nin 120- 130 milletvekilliği kazanması geri kalanların ise CHP ve diğer partiler tarafından paylaşılacağı hesaplanıyor.
Evdeki hesap çarşıya uyar mı?
Erdoğan “uysa da uymasa da” bu sistemi bir kurtuluş reçetesi olarak görüyor, bu kesin.

GİTTİM GÖRDÜM

Hatay’da savaş bulutları kimsenin umurunda değil


Hafta sonunda son bir kaçamak yaparak çok sevgili dostlarımızın olduğu Hatay Arsuz’a gittik.
Bana göre Türkiye’de denizi en keyifli yerlerden biri Arsuz.
Bir kere tam bana göre göre, hayli sıcak suyu var.
Hiç üşümeden, ürpermeden denize girebiliyorsunuz.
İki günlük “son yaz fırsatı” gerçekten bize çok iyi geldi.
Hatay sınırlarına gelince Antakya’ya gitmemek olmaz tabii.
Samandağ’a da inip Titus mağaralarını da gördük.
Elbette sokakta pek çok kişiyle bol bol sohbet etme olanağı da buldum.
Öncelikle şunu söyleyeyim, etraf Suriyeli kaynıyor.
Gerçi birkaç yıl öncesindeki gibi daha bakar bakmaz “İşte bu El Kaideli, IŞİD’li” dediğiniz tipler azalmış.
Muhtemelen devletimizin adamları “Çok dikkat çekiyorsunuz” diye uyarmışlar.
Ancak beni en çok şaşırtan halkın rahatlığı oldu.
Bir kere kimsede “savaş korkusu” yok.
Yani gözlediğim kadarıyla kimsenin aklına içine Türkiye’nin de katılacağı bir sıcak savaş beklemiyor.
Yeni bir göç dalgası korkutucu ama onu da pek umursamıyorlar çünkü mevcut olanların yeni gelenleri istemediğini görüyorlar, kısacası önlemi bizim değil zaten Suriyelilerin alacağını düşünüyorlar.
Ancak bunlara rağmen çevrede çok geniş güvenlik önlemleri alındığı görülüyor.
Bir kere resmi kurumların, valilik, kaymakamlık, emniyet müdürlüğü, jandarma gibi kurumların bulunduğu yerlere adeta betondan kaleler örülmüş.
Bazıları neredeyse bina boyundaki beton bariyerlerle korunuyor.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

500 lira araç kirasına 1000 lira depozito

Bazı kısa seyahatlerde araç kiralamak biraz zorunlu oluyor.
Hafta sonunda gittiğimiz Arsuz’da da mecburen araç kiraladık.
Çünkü Adana’dan İskederun’a, sonra Arsuz’a varmak sonra da dönmek için otobüslere binmek çok zaman kaybettirecekti.
Şansımıza kampanya varmış üç günlüğü için 560 liraya araç bulduk.
Hertz şirketinden.
Hertz’in benim için önemi var çünkü Türkiye’deki ilk sahibi değerli dostum Bahattin Yücel’di.
Ben ucuza araç bulduğum için seviniyorum, ama iş kontrat imzalamaya gelince “1000 lira depozito” demezler mi?
İyi güzel de kiralama bedeli 500 lira bunun iki katı depozito mu olurmuş?
Kural öyleymiş, ilk kiralamada bu alınıyormuş.
Sebep, kişi henüz tanınmıyor, trafik cezası alabilir, hafif hasarlı kaza yapabilir, falan filan.
Bugüne kadar başıma hiç böyle bir şey gelmediği için (sanıyorum tanınan kişi olduğum için depozito uygulanmamış bana) şaşırdım çünkü ay sonu gelmiş, kredi kartından 1000 lira bloke edilmesi bütün planımı alt üst etti.
Defalarca söyledim, bu uygulamanın yapılmaması gerektiğini anlattım, tınmadılar bile.
Ama hani “Allah’ın sopası yok” lafı vardır ya, yolda araba bozuldu, mecburen yeni araba getirdiler. Ama ellerinde benim kampanya fiyatı ile aldığım küçük araba olmadığı için koca bir otomatik araç vermek zorunda kaldılar.
Ama sonuç benim için değişmiyor tabii, bir daha bu şirketten araba alır mıyım hiç?

BUNU YAZMAK GEREK

Orduyla bu kadar oynanmaz


Yandaş tetikçi medya ordudaki “emeklilik” istifalarının üzerinde pek durmadı.
Oysa durum aslında pek hoş değil.
Askeri Şura sonrasında birden istifaların gelmesi ordu içinde ciddi bir huzursuzluk olduğunun işareti sayılmalıdır.
Elbette “ordu huzursuz” tanımını eski anlamı ile kullanmıyorum.
Ancak şu gerçeği de görmek zorundayız.
Türkiye’de de diğer uygar demokratik ülkelerde olduğu gibi Silahlı Kuvvetler’in sivil otoriteye bağlı olması son derece normal ve gereklidir.
Buna karşı tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de sivil otorite ordunun kendi hiyerarşik yapısına çok müdahale etmemelidir.
Kuvvet komutanlarının, ordu komutanlar kimler olacağına elbette sivil otorite karar verecektir ama burada liyakat konusu es geçilirse, ast üst ilişkileri fazlaca zedelenirse o ordudan hayır gelmez.
Örneğin bizdeki askeri şuralar eskiden üç gün sürerdi. AKP iktidarı bu sürenin çok uzun olduğunu belirterek 1 günde karar almaya başlamıştı.
Ancak son şura bırakın bir günü bir buçuk saatte bitti.
Bu bile ordunun itibarı açısından zedeleyici bir tutum.
Bunun da üstüne ikinci ve üçüncü ordu komutanlıklarına korgeneraller atandı. Zaten adı üstünde, ordu, yani komutanı orgeneral.
Ama buna uyulmadı.
Bu elbette bazı dönemlerde uygulanan bir yöntemdir ama bu kez sadece İkinci ve Üçüncü Ordu ile yetinilmedi Ege Ordu Komutanlığı da korgeneralliğe düşürüldü. Ege ordusunun özel bir önemi var aslında.
Çünkü Dördüncü Ordu olarak da söylenen bu yapılanma Türkiye’nin NATO kapsamı dışında kalan, NATO talimatlarına uymak zorunda olmayan tek askeri unsuru.
Bu nedenle Amerika’nın da üstü kapalı pek istemediği bir ordu zaten. Şimdi bu ordunun kolordu gibi görülmesi rahatsız edici.
Sonu olarak, ordunun yapısı ile bu kadar oynanmaması gerek.
Elimizde bir tane ordu var.

KOMİK

Vali değil sanki Dördüncü Murat mübarek


Kastamonu Valisi Yaşar Karadeniz yayınladığı bir genelge ile içki yasağı başlatmış.
Sokaklarda, açık alanlarda içki içilmesi yasak artık Kastamonu’da.
Tamam “açık yerlerde elde içki ile dolaşılmasın” denilebilir belki ama Kastamonu Valisi öyle bir genelge yayınlamış ki zanedersiniz ki Dördüncü Murat dirilmiş.
İsterseniz genelgeyi okuyun ve kararı siz verin.
“Kastamonu il sınırları içerisinde, kamunun istifadesine açık park, bahçe ve üzerinde tesis bulunmayan açık alanlarda, belediye sınırları içerisinde, meskun mahallerde, karayollarında, umuma mahsus yerlerde veya umumun istirahatine sunulan piknik ve ören yeri gibi alanlarda, gar, otogar, meydan, cadde, sokak, tarihi ve kültürel mekanlarda, ibadethaneler ile terk edilen ve kullanılmayan yapılar, inşaatlar, banka ATM’leri, köprü altları, mezarlıklar, gezinti yerleri ve benzeri ile nerede park halinde olduğuna bakılmaksızın her türlü aracın içerisinde, çevresinde, çevreyi rahatsız edecek şekilde ve açıkta alkol içilmesinin yasaklanarak, bu karara uymayanlar hakkında işlenen fiil başka bir suç oluşturmadığı takdirde 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 32’nci maddesini ihlalden işlem yapılacaktır.”