CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ile yaptığımız son görüşmede, bazı CHP’liler o partiden aday oluyor diye DSP’yi eleştirmenin haksızlık olduğunu söylemişti. Kılıçdaroğlu’na göre asıl eleştirilmesi gerekenler, aday olamayınca başka partilere yönelen CHP’lilerdi.
DSP Genel Başkanı Önder Aksakal’ın geçen Pazartesi günü Ankara Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Haydar Yılmaz’ı kamuoyuna ilan ederken yaptığı açıklamayı okurken Kılıçdaroğlu’nun DSP konusunda son derece naif davrandığını düşündüm. Neticede CHP’nin efsane genel başkanlarından Bülent Ecevit’in kurduğu partiydi DSP ve bir sol partinin liderinin, başka bir sol partiyi hedef tahtasına koyması doğru olmazdı. Kılıçdaroğlu da bu düşünceyle olsa gerek, DSP’yi değil, gittikleri yerden bağımsız olarak CHP’lileri eleştiriyordu.
Kılıçdaroğlu bu hassasiyeti gösterirken, Aksakal şöyle diyordu:
“Bu oy bölünmesini kendi seçmenlerine cemaatçi, dinci, ülkücü, sağcı aday dayatması yaparak, ‘tıpış tıpış oy vereceksiniz’ zihniyetindeki CHP yöneticilerinin bizzat kendileri yapıyor.”
Aksakal’ın işi CHP’yi FETÖ’cüleri aday göstermekle itham etme noktasına getirmesi, söyleminin Cumhur İttifakı ile örtüştüğünü gösteriyor. Bu da DSP’nin yerel seçimlerde rakip olarak Cumhur İttifakı ortakları AK Parti ve MHP’yi değil, CHP’yi gördüğünü gösteriyor.
Kılıçdaroğlu, Türkiye iki kutuplu bir siyasetin rotasına girdiği andan itibaren İYİ Parti ile Saadet Partisi’ni yanında tutarak kutuplaşmanın “sağ-sol kutuplaşması” olmasının önüne geçmişti. Oranın 65-35 yerine 51-49 seviyesinde dengelenmesi, iktidar için önemli bir kontrol mekanizmasına dönüşmüştü.
Millet İttifakı’nda milliyetçi, muhafazakar ve sol partiler bir aradaydı ama Cumhur İttifakı’nda sadece milliyetçi ve muhafazakar iki parti vardı. Anadolu Ajansı’nın özel röportaj yapacak kadar özel ilgi gösterdiği, İHA’nın haberlerini genişçe servis ettiği, hükümete yakın televizyon kanallarının 24 saatte 49 kez haber yaptığı DSP de artık söylem ve amaç birliği ile resmi olarak olmasa da fiili olarak Cumhur İttifakı’nın “sol bek” eksiğini gidermiş oldu.
Bu arada dün rahmetli Bülent Ecevit döneminden tanıdığım bir çok DSP’liyi aradım. Dediklerine göre Rahşan Ecevit dahil hiçbir eski DSP’linin bu yeni yönetim ile bağı kalmamış.
Partinin Ecevit döneminden kalan parasının tamamen harcandığını, Genel Merkez dışındaki mal varlıklarının satıldığını, DSP’nin 24 Haziran seçimlerine bile katılamadığını, (özetle söylemek gerekirse) CHP’nin küskünlerini toplayarak sahaya çıkmaya çalışan DSP’nin merhum Ecevit’in DSP’siyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını bu vesileyle öğrenmiş oldum.

Haklıyken haksıza koz verdik


Uzun yıllar birlikte diplomasi haberciliği yaptığımız Uğur Ergan’ın, Hürriyet Gazetesi’nde 14 Ocak’ta yayınlanan haberinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun şu sözlerine yer verilmişti:
“Kimse kusura bakmasın en iyi, en başarılı büyükelçilerimiz dışarıdan atadıklarımız. Birinci sıraya Tokyo Büyükelçimiz Murat Mercan’ı, ikinci sıraya da Pekin Büyükelçimiz Abdülkadir Emin Önen’i koyarım.”
9 Şubat 2019 günü Dışişleri Bakanlığı resmi bir açıklama yaparak Çin’in Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde imza attığı insan hakları ihlallerine sert tepki gösterdi. Türkiye’de Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin durumundan kaygı duyan bir çok insanın yüreğine su serpen bu açıklamada bir bestesi yüzünden 8 yıl hapse mahkum edilen halk ozanı Abdurrehim Heyit’in hapishanede öldüğü bilgisine de yer verilmişti. Sincan Uygur Özerk Bölgesi sözcüsü, bir açıklama yaparak, Türkiye’nin açıklamasına yanıt vermekle kalmayıp, Heyit’in sağlık durumunun iyi olduğunu duyurdu. Bu kadar önemli ve haklı bir açıklamada böylesine önemli bir hata yapmak, ister istemez Çin’e büyük bir koz vermişti.
“Biz bu açıklamayı yapmasak, Heyit’in durumu ile ilgili bilgi alamazdık” diye durumu kurtarmaya çalışanlar var ama Çin’deki “en iyi ikinci” diplomatımızın devlet adına yapılan açıklama hazırlanırken biraz daha özen göstermesi gerekirdi.
İnsan ister istemez, “en iyisi, en başarılısı buysa vay halimize” diyor.