Sevgili okurlarım, Türkiye son yıllarda iki büyük rezaletle sallandı.
Ergenekon davası.
Balyoz Davası.
Her ikisinin de amacı belliydi...
Ülkede korku imparatorluğu yaratmak, iktidara karşı olan bütün kesimleri tutuklayıp içeri tıkmak ve üstüne üstelik Türk Ordusu’nu çökertip yok etmek.
Ergenekon 2007 yılında başladığında hiç kimse işlerin bu boyuta varacağını düşünmemişti.
İşin içinde siyasi bir tezgah olduğu tahmin ediliyordu ama bu kadarını kimse tahmin etmemişti.

★★★

Sonrasını çok kısaca anımsatayım...
Tutuklamaların kapsamı giderek genişledi.
Görevli özel savcılar tarafından polise emir veriliyor, sonuçta evler ve iş yerleri hep sabaha karşı basılıyor, masum insanlar çoluk çocuk, kadın erkek, genç yaşlı falan denilmeden paldır küldür götürülüyordu.
Türkiye’nin nice saygın insanları bu baskınlara uğradı.
Giden gelmiyordu...
Savcılar gibi mahkemeler de önceden ayarlanmış ve her şey ona göre kurgulanmıştı.
Askerler, avukatlar, üniversite hocaları, gazeteciler ve her kesimden yurtsever, Atatürkçü, aydın kafalı insanlar...
Herkes gözünün yaşına bakılmadan, ne söylediğine kulak verilmeden içeri tıkılıyordu.
İnsanlar doğal olarak korkutulmuş, toplumda sesler bir süre için bile olsa kesilmişti.

★★★

O karanlık süreçte yaşananların pek çoğunu ne yazık ki unuttuk!
On binlerce kişinin çektiği sıkıntılar, onlara yaşatılan zulüm, hastalanıp hapishanede ölenler, intihar edenler...
Bütün bu olaylarda Fetullah medyası öne çıkıyordu.
Fetullah kesimi ile AKP iktidarı kol kola girmiş durumdaydı.
“Vatan hainleri” yok edilmeliydi!
Ancak Fetullah-AKP ikilisi o sırada henüz birbirlerine düşmemişlerdi. Sesleri tek ağızdan, tek elden yükseliyordu.
Tutuklanan bir Kuddusi Okkır vardı. Kanser oldu, ilgilenen hiçbir makam yoktu. Tam tersine yandaş medya kendisinden “Ergenekon’un kasası” diye söz ediyordu. Bırakın kasa olmayı, ölümünden sonra beş kuruşu olmadığı ortaya çıktı.
Böyle nice insanlık dışı olaylar yaşandı.

★★★

Dönemin özel savcıları ve hakimleri tarafından bir sürü gizli tanık piyasaya sürüldü. Kimliği gizli tutulan bu sahtekârlar herkesi suçluyordu.
On binlerce kişinin telefonları dinlemeye alınmıştı.
Kimse telefonda konuşamıyordu!
En basit arkadaşça konuşmalar bile anında savcıların ve mahkeme heyetlerinin önüne geliyor ve bu konuşmalarda suç aranıyordu!
Benim de konuşmalarım dinlenmişti. Mustafa Balbay, Hurşit Tolon, Sinan Aygün gibi sanıklarla aramızda geçen masum konuşmalar, örneğin adres sormalar bile dosyalarda yer almıştı.
Yargının bütün amacı sanıkların itirafçı olmasını sağlamaktı. Ancak yüzlerce sanık arasından bir kişi bile bu onursuzluğa yeltenmedi.

★★★

Dönemin Zekeriya Öz isimli meşhur bir savcısı vardı...
Ve dönemin başbakanı Recep Bey, binmesi için ona Mercedes marka makam aracını vermişti.
Üstelik Recep Bey bir açıklama yapmıştı:
“Ben bu davanın savcısıyım.”

★★★

Gel zaman git zaman yargılamalar bitti ve sanıklara ağır hapis cezaları yağdırıldı...
Fakat günün birinde rüzgar tersine döndü.
Yargılayıp cezaları bol kepçe dağıtan hakim ve savcıların FETÖ’cü olduğu, talimatları örgütten aldıkları kesinleşti...
Zekeriya Öz gibi bazıları elini çabuk tutup yurt dışına kaçtı.
Bazılarının yargılanması Türkiye’de yapılıyor ve çoğu hapis cezası aldı.
Demiş ya atalarımız, keser döner sap döner, gün gelir hesap döner!

★★★

Ergenekon kumpasında artık işin sonuna gelindi...
Ve böyle bir örgüt olmadığı yargı kararıyla kesin olarak belgelendi.
Aradan yıllar geçti, şimdi sanıkların tümü beraat etti...
Peki o süreçte ölenlerin, intihar edenlerin, cezaevlerinde yıllarca çile çekenlerin hesabını kim soracak?
Fetullah’ı anladık da, kurulan o tezgahın, o iğrenç kumpasın “Siyasi ayağını” kimler, hangi güç yönetmişti?
Devleti, yargı ve iktidar gücünü nasıl kullanmışlardı?
Bu soruların yanıtı bugüne kadar verilmedi, bundan sonrasını hep birlikte göreceğiz!