Sevgili okurlarım, AKP iktidarı başladığı andan itibaren devreye yeni bir unsur sokuldu:

İktidar gücünü kullanarak medyayı ele geçirmek...

Bunu büyük ölçüde başardıklarını da itiraf etmek zorundayız.

Televizyon kanallarına bakın, birkaç istisna dışında tamamı yandaş oldu.

Gazetelere bakın, aynı durumu göreceksiniz.

Yazılı basında sonradan görme bu yandaşlığın en somut örneğini Milliyet ve Hürriyet oluşturuyor. Bu süreci dikkatle izlemek zorundayız.

★★★

Bu iki gazete de geçmişte Türk basınının önde gelen isimleri idi. Abdi İpekçi’nin Milliyet’i ve Erol Simavi’nin Hürriyet’i...

Ben gazeteciliğe ilk adımımı Abdi Bey’in Milliyet’inde atmıştım. Onu rahmetle ve saygıyla anıyorum.

Sonra Hürriyet’e transfer oldum.

Gün geldi, şimdi rahmetle andığım Erol Simavi, Hürriyet gazetesini Aydın Doğan’a sattı...

Ve günün birinde, aralıksız 22 yıl hizmet verdiğim Hürriyet’ten, AKP iktidarının baskısı nedeniyle kovuldum!

★★★

Hürriyet o zaman Türk basınının “Amiral gemisi” idi.

AKP döneminde ise giderek “İktidarın refakat sandalına” dönüştü. Recep Bey, iş adamı Erdoğan Demirören’e (biraz da azarlayarak ve onu telefonda ağlatarak) kesin talimat vermişti:

“Bu iki gazeteyi de satın alacaksın. Biz sana bankalardan kredi sağlarız.”

Dediğini yaptı. Demirören ailesine büyük kıyaklar sağlandı.

Türkiye böylece yeni bir medya patronuyla tanışmış oldu.

Ancak her iki gazete de bir süre sonra batık duruma düştü.

Tirajlar acayip bir biçimde yere vurmuş, Demirören yandaşlığın bedelini cepten ödemeye mahkum edilmişti...

Şu anda her ikisinin de satış rakamları yerlerde sürünüyor. Her ikisi de eski inanılırlığı ile birlikte saygınlığını da yitirdi.

★★★

Dün gelen haberlere göre Hürriyet’in 44 çalışanı, önceki gün posta tebligatlarıyla kovulmuş. Bunu duyunca kendi kendime söylendim:

“Hiç değilse beni İzmir Kordon’da beş yıldızlı Deniz restoranda kovmuşlardı!”

Hürriyet’in başında şimdi Vahap Munyar isimli bir arkadaş vardı.

Türkiye’nin ve Türk basınının en önde gelen yandaşlarından biridir!

Bu kovma tebligatlarını (söylentiye göre) ona bile danışmadan yapmışlar, Vahap da bu durumu içine sindirmemiş ve görevi bırakmış.

Hürriyet ve Milliyet’in şimdiki gizli patronu, rahmetli Erdoğan Demirören’in oğlu olan Yıldırım Demirören.

Geçmişte Beşiktaş’ın başkanıydı, kulübü altından kalkılması mümkün olmayan borçlarla resmen batırdı. Sonra bugünkü iktidar onu Futbol Federasyonu Başkanı yaptı, orasını da batırdı.

Demek ki şimdi sıra gelmiş Hürriyet ve Milliyet’i batırmasına!

Türkiye’nin geçmişte saygınlığı olan iki önemli gazetesini mahvettiler.

“Oh oldu, siz bunu çoktan hak etmiştiniz” diyeceğim ama içim buna elvermiyor... Zira onlar Türk basınını da mahvettiler, maddi çıkar uğruna işin içine “Yandaşlık” kavramını soktular...

Şimdi ise çareyi işten çıkarmalarda, çalışanları kovmakta arıyorlar.

İktidar yandaşlığı ve iktidar övücülüğü bir yere kadar...

Olan medyanın çalışanlarına, emekçilerine oluyor.

Eserleriyle gurur duysunlar!

★★★

Dün Milliyet’te bir haber vardı. Suriye’de Esad’a karşı savaşmakta olan ve adına bizimkilerin Suriye Milli Ordusu (SMO) dediği ne idüğü belirsiz çapulcular topluluğu, Barış Pınarı Harekâtı’nda 128 şehit (!) vermiş. Haberin başlığı aynen şöyle;

“SMO şehitleri 128’e yükseldi.”

Vah vah!

Defalarca yazdım, bunlar geçmişte Suudi Arabistan tarafından maaşa bağlanmış olan bir başıbozuklar topluluğudur. İçlerinde her ülkeden profesyonel teröristler vardır.

Bunlar nasıl şehit sayılır?

Vatanları ve dinleri uğruna mı can vermişlerdir?

Şimdi birileri hiç utanmadan bunları bizim Mehmetçikle aynı kefeye koyup şehit (!) ilan ediyor.

Buna gazete haberlerinde alet olmak bile ayıptır, günahtır.



Sevgili okurlarım, dün başka bir haber dikkatimi çekti...

Japonya Adalet Bakanı Katsuyuki Kavai, milletvekili olan eşinin seçim kampanyasında çalışanlara fazla para ödediği için görevinden istifa etmiş ve şöyle demiş:

“Halkın yasalara karşı olan güvenini sarstım.”

Şimdi (Türk lirası olarak verdiğim) rakamlara dikkat ediniz!

Japonya yasaları bu gibi kampanyalarda görev alanlara günde en fazla 790 lira ödenmesine izin veriyormuş. Bundan daha fazla olan ücretler seçim rüşveti sayılıyormuş.

Ancak Kavai bu limiti aşıp 1580 lira ödemiş ve durum anlaşılınca istifa etmiş.

★★★

İstifa eden Japonya Adalet Bakanı’na mektubumdur:

“Ya kardeşim sen manyak mısın, yoksa kafayı mı yedin? İnsan bu kadarcık bir şey için istifa eder mi?

Sen daha çok toymuşsun.

Bu işlerin Türkiye’de mektebi var, gel de biraz öğren. Her türlü yolsuzluğu yapıp milyarları götüreceksin ama işi yüzsüzlüğe vurup inkar edeceksin. 

Sen oraya seçildiğin zaman söylemiştim ‘Bu adam çok saftır, bir fiske vurunca gider’ diye ama beni dinleyen olmadı ki!

Ulan Japonya Adalet Bakanı, Allah senin gibilere akıl fikir ihsan etsin. Bu gibi durumlarda koltuğuna sıkıca sarılacak ve asla bırakmayacaksın.

Ne biçim bakansın, sen... Gel de bizim buralara, sana bu işlerin püf noktalarını öğretelim.

Bence sen adam olmazsın!

Saygılarımla!”