Cumayı cumartesiye bağlayan gece yarısı saatleri...

Ankara’nın değerli Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın, “Bundan böyle Ankara’nın rantı, Ankaralıların olacak, hiç kimse yetim hakkı yiyemeyecek” diyerek rant baronlarına savaş ilan ettiği “Demokrasi Arenası” henüz bitmiş...

Programı coşkuyla izleyen konuklar evlerine dağılırken ev sahibi Yenimahalle Belediye Başkanı Fethi Yaşar “Buyurun birer yorgunluk çayı içelim” diyor. Hep birlikte onun inşaatını tamamlayarak ilçesine kazandırdığı muhteşem eserlerden biri olan Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nin kulisine geçiyoruz.

Çaylarımızı yudumlarken odaya, gözyaşları arasında “Ne olur beni Mansur Bey’le görüştürün” diye yalvaran bir kadın giriyor.

Kısa sürede çok dertli bir anne olduğunu anladığımız kadın, hıçkırıklar arasında Başkana yaşadıkları çaresizliği anlatmaya başlıyor:

★★★

“Kızım 2012 yılında (...) Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden onur derecesiyle mezun olduğunda çok mutlu ve gururluyduk. Aynı yılın Aralık ayında girdiği Hakimlik ve Savcılık Yazılı Sınavı’nda 80 küsur puan aldı. Mülakat 2013 yılı Mayıs ayında yapıldı ve sadece 3 dakika sürdü!.. Kızımın elenmesine neden olan sorulardan biri Urla’daki antik Klazomanai Zeytinyağı İşçiliği,  diğeri  ise Endülüs Uygarlığı idi. 3 dakikada bir insanın bilgisinin, kişiliğinin ve liyakatının nasıl anlaşıldığını hiçbirimiz anlayamadık!..

Kızım aynı yıl girdiği Hazine Müsteşarlığı yazılı sınavını Türkiye beşincisi olarak kazandı. Ancak mülakatta 70 verildi ve yedeğe bırakılıp elendi!..

Yani Türkiye beşinciliği, kızımızın bu sınavları kazanmasına yetmedi!.. “

★★★

Mansur Bey’in sakinleştirme çabalarına karşın kadın hem gözyaşlarını hem de içini dökmeye devam ediyor:

“İki yıl sonra, bu kez, Dışişleri Bakanlığı Uzman Yardımcılığı Sınavı’na girip onu da kazandı. Ama mülakatta elenmekten yine kurtulamadı! Mülakatlarda sürekli elenmesine bir anlam veremiyor ama gizli bir elin evladımızı engellediğini görüyorduk! Bu gizli elin sahibini ancak 15 Temmuz’dan sonra FETÖ gerçeğiyle yüzleştikten sonra anlayabildik!..

Onur diplomasıyla mezun olduğunda ülkesine büyük ideallerle hizmet edeceğini düşünüp güzel hayaller kuran yavrumuz, son olarak, yurt dışında yüksek lisans yapmak için Milli Eğitim Bakanlığı bursuna başvurdu, ancak yine mülakatta elendi!..   Bunun üzerine eşimin emekli ikramiyesiyle aldığı arsamızı satıp, Amerika’ya yüksek lisans yapmaya gönderdik.  Orada hem yüksek lisansını tamamladı, hem de bir Amerikalı’nın bile ilk girişte kazanmakta zorlandığı New-York Barosu’nun sınavını büyük başarıyla geçerek New York Barosu avukatı olmaya hak kazandı...”

★★★

Kadının gözyaşları sel olurken, iki kız evlat sahibi Mansur Bey’in de gözleri buğulanıyor.

“Kızım ana dili gibi İngilizce, orta seviyede Fransızca ve İspanyolca biliyor. Ancak takdir edersiniz ki yabancı ülke vatandaşının oralarda referansı olmadan bir hukuk bürosunda iş bulması çok zor. Size yalvarıyorum. Eğer New York’ta tanıdığınız bir hukuk bürosu varsa, kızıma destek olur musunuz?.. Son bir umutla size geldim. Yalvarıyorum Mansur Bey, yalvarıyorum...”

Başkan hemen yanındaki özel kalem müdürüne dönüyor. Dertli annenin telefon numarasını yazdırıp elinden ne geliyorsa yapacağı sözünü veriyor.

Kadın odadan çıkıp gittikten sonra bile Nazım Hikmet’in dev salonunda hıçkırık sesleri yankılanıyor.

★★★

İçim yanıyor, vicdanım isyan ediyor.

Başkanlarla vedalaşıp otele geldiğimde adı bende saklı anneyi arıyorum. Kendimi tanıttıktan sonra bunu yazı konusu yapacağımı söyleyerek, başka bilgiler de öğreniyorum. Dedesi Çanakkale gazisiymiş. Savaş bitip memleketine döndüğünde, teklif edilen gazilik maaşını “Ben bu vatanı para için savunmadım” diyerek reddetmiş ve çiftçilikle hayatını kazanmayı sürdürmüş. Ailesine de ölümünden sonra gazi maaşı almamalarını vasiyet etmiş. Emekli astsubay olan babası da Kıbrıs Barış Harekatı’nda gazi olmuş...

Ailesinin öyküsünü kısaca dile getirdikten sonra şunları söylüyor:

“Uğur Bey bu ülkenin bağımsızlığı için canını vermeyi göze almış bir ailenin torunu olan kızımın hayalindeki  savcılık mesleğini yapması engellendi. Ne yazık ki umutlarımızın ve hayallerimizin hepsi  uçup gitti. Çok sevdiğimiz vatanımızda Suriyeliler kadar bir hükmümüz olmadı. Şevki ve geleceğe dair umudu tükenen kızım, artık bu ülkede çalışmak da, yaşamak da istemiyor. İnanır mısınız, içerisinde adalet olmayan adalet saraylarının önünden geçerken içim kan ağlıyor. Kızımız da burada savcı olarak çalışıp adalet dağıtacaktı diye rüyalar görürken, şu anda biz adalete muhtaç hale gelmiş durumdayız. Ancak şuna kesinlikle inanıyorum Uğur Bey; gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Elbette bu devran dönecek. Atalarımızın söylediği gibi ‘Keser döner sap döner gün gelir hesap döner!..’

Bu vatan, kendisini koruyup kollamak ve yüceltmek için hangi meslekten olursa olsun özveriyle çalışmış evlatlarını bir gün mutlaka kucaklayacak ve onları bağrına basacak...”

★★★

Ne diyeceğimi bilemedim.

Dedesi ve babasının uğrunda can vermeyi göze almış olmalarına karşın, bu cennet vatanda hiçbir değeri kalmadığına inanmak zorunda bırakılmış yüreği yanık bir anneye ne diyebilirdim ki?..