Devekuşları bir çukur kazar, yumurtalarını yerleştirdikten sonra toprakla üstünü kapatırlar. O çukur, devekuşunun kuluçka makinesidir.

Dişi ve erkek devekuşu sırayla o alanın üzerine yatarlar.

Zaman zaman yumurtaların çevrilmesi gerekir.

Bu durumda da kuluçka nöbetçisi olan devekuşu kafasını kumun içine sokar ve gagasıyla yumurtaları çevirir.

İşte “kafasını kuma gömen devekuşu” görüntüsü tam o anda ortaya çıkar.

Biz insanlar ise genelde devekuşunun tehlikeyi gördüğünde, kendini koruma içgüdüsüyle bu eylemi gerçekleştirdiğini sanırız.

O nedenle, iki durumla karşılaştığımızda “Devekuşu refleksi- kafasını kuma gömme” deyimini kullanırız.

Bugün size bu deyimin iki anlamını aktarıp, iç siyasetimizden iki güncel ve somut örnek vereceğim.

★★★

Devekuşu refleksi-1: Kendisini kandırınca çevredekileri de kandıracağını sanma.

Örnek olay: Hamza Yerlikaya’nın sahte diplomasıyla ilgili “unutulma hakkı” talep etmesi ve Bakırköy 1. Sulh Ceza Hakimliği’nin konuyla ilgili 125 haber linkine erişim engellemesi.

Hamza Yerlikaya ve ricasını kırmayan sulh ceza hakimliği sanıyor ki 125 habere erişim engeli getirilince, Yerlikaya’nın 1995’te aldığı ve üniversiteye kayıt için kullandığı sahte diploma buhar olup uçacak.

Sahte diplomasının unutulmasını isteyen Yerlikaya ve bunu sağladığını düşünen sulh ceza hakimliği sanıyor ki 125 haber linkine erişilemeyince insanların zihinlerine de erişim engeli konmuş olacak.

Yerlikaya ve sulh ceza hakimliği sanıyor ki koskoca şampiyonun diploma sahtekarlığından mahkum olduğu unutulacak.

★★★

Devekuşu refleksi-2:  Çevrede yaşanan olaylara karşı kayıtsız duyarsız kalmak.

Örnek olay: AK Parti’nin “en demokrat” yöneticilerinin/isimlerinin antidemokratik uygulamalar yaşanırken arazi olması.

Memleketin ekonomisindeki sıkıntılar sihirli değnekle çözülemez. Çözüm için  kaynaklara, üretime, ihracata, istihdama ihtiyaç vardır.

Ancak ekonomik gelişmenin de teminatı olacak özgürlükler, adalet ortamı, hukuk devleti ve demokrasi için güçlü siyasetçilerin irade ortaya koyması yeterlidir.

Bu konuda da en büyük görev, ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın partisi olan AK Parti’deki “güçlü siyasetçilere” düşüyor.

Peki, kritik koltuklar liyakatten yoksun isimlere kalırken, yargı bu kadar siyasallaşırken, adalet duygusu bu kadar zedelenirken, düşünceyi ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel insan hak ve özgürlükleri bu kadar kıyıma uğrarken, AK Parti’nin en demokrat isimleri ne yapıyor?

Gazeteci Müyesser Yıldız yok yere beş ay hapis yattığında, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlükçü kararları yerel mahkemelerce tanınmadığında, liyakatsiz isimler önemli görevlere getirildiğinde, tüyü bitmemiş yetimin hakkı hükümete yakın şirketlere akıtıldığında, Sözcü TV girişimi gerekçesiz bir şekilde RTÜK duvarına takıldığında, Olay TV sade suya tirit gerekçelerle kapanmak zorunda kaldığında mesela Binali Yıldırım, mesela Hayati Yazıcı, mesela Mahir Ünal, mesela Ömer Çelik, mesela Numan Kurtulmuş, mesela Efkan Ala, mesela Abdulhamit Gül ne yaptı?

Biri çıkıp, “Arkadaşlar biz reformcu muhafazakar demokrat bir parti olarak yola çıktık, bunlar bizim siyasetimize yakışmıyor” diyebildi mi?

Biri çıkıp, bu konulardaki karar mekanizmalarında seçilmişlerin bürokratların gerisine düşmesinden, yeni sistemin güçlü bürokratlarının gölgesinde kalmaktan rahatsızlık duyduğunu ifade etti mi?

Biri çıkıp, “Arkadaşlar biz gelecekte bu uygulamalarla anılmak istemiyoruz” diyebildi mi?

Biri çıkıp, Hamza Yerlikaya’nın sahte diplomasına ve banka yöneticiliğine getirilmesine “Hamza kardeşim, olmamış işte kabul et” diyebildi mi?

Tersine, hepsi o icraatları savunmak zorunda kaldılar.

Bir çeşit “ak sakallılar konseyi” olan Yüksek İstişare Kurulu’nun üyeleri, TBMM eski başkanları neden sus pus (gerçi Bülent Arınç’ın başına gelenlerden sonra mantıklı bir izahı olabilir).

★★★

Demokratlık, insan haklarına/hukuk devletine bağlılık ne yazık ki lafla ya da kafayı kuma gömerek olmuyor. Türkiye’nin güçlü bir muhalefet kadar, iktidar içinde düşüncesini söyleyebilen, yanlış icraatları eleştirebilen yürekli, demokrat güçlü siyasetçilere de ihtiyacı var.