Sevgili okurlarım, eğer bu ülkede iktidarın hoşlanmadığı bir gazeteci iseniz başınıza gelmeyen kalmaz.

Her şeye hazır olacaksınız!

Zira amaçları sizi çeşitli yollar ve yöntemlerle cezalandırmak, korkutmak, sindirmek ve mümkün olursa sesinizi kısmaktır.

İktidar bunun için her yolu deniyor.

Başınıza her an her işi açmaya hazır.

Verilen cezaların en ağırı elbette ki hapis.

Nice gazeteci arkadaşlarımız hiçbir suç işlemediği halde cezaevlerinin koğuşlarında yaşam sürdürüyor.

Onların kısmetine piyangodan tutuklama ve hapis çıktı!

★★★

Yılmaz Özdil’in başına getirilmek istenenleri biliyorsunuz...

Bodrum’da yıllar önce satın alınan yazlığını piyasa sürdüler, “Bu yapı kaçaktır, derhal yıkılmalıdır” edebiyatını kullanarak reklam ettiler.

Amaç Yılmaz’ı hem itibarsızlaştırıp toplumun gözünden düşürmek ve hem de, eğer mümkün olursa kaçaklıkla ilgisi olmayan o küçük yapıyı yıkmaktı.

Böylece, bir taşla iki kuş vurmuş olacaklardı.

Ellerindeki yandaş-tetikçi medyayı kullanıp bir sürü yalanlarla topluma dolduruş yaptılar.

Medyanın, televizyon kanallarıyla birlikte internet sitelerinin ve gazetelerin yüzde 95’i nasıl olsa ellerinde idi...

Ve istedikleri gibi karar almaları, istedikleri gibi devlet baskısı uygulamaları işten bile değildi.

★★★

Her şeyi kitabına uydurduklarını düşünüyorlardı!..

Yıkım kararı alıp baskı yapmanın bu yolunu denediler...

Fakat hiç bilmedikleri, tahmin edemedikleri bir olayla karşılaştılar!

Muğla 1. İdare Mahkemesi geçtiğimiz çarşamba günü bu hukuksuzluk için “Yürütmenin durdurulması” kararı verdi.

Olay böylece ters tepmiş oldu.

Yapılan ve yaptırılan akıl almaz medyatik şovlar böylece boşa çıkmış oldu.

Eğer mahkeme bu kararı vermiş olmasaydı feryat figanları sürüp gidecekti...

“Gördünüz işte bizi eleştiren muhalif gazetecinin marifetlerini, Bodrum’da hiç utanmadan kaçak villa yapmış.”

★★★

Ne ilginçtir, Türkiye’nin dört bir yanında yüz binlerce usulsüz yapı, kaçak inşaat varken, piyango Yılmaz Özdil’in kaçak olmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan iki oda bir salonlu yazlığına, deposuna ve pergolasına vurmuştu!

Ah o piyangolar!..

Eleştiren bazı gazetecilerin yazlığına vurur, bazılarının hapis cezası almasına neden olur...

Örnek mi vereyim, Sözcü yazarları olarak bazılarımız ‘Fetöcülükten (!)’ yargılandık, şahsen benim payıma da üç yıl altı ay 15 gün hapis cezası düştü!

Bu devirde hele gazeteci iseniz muhalefet yapmak, iktidarı ve Saray’ı eleştirmek epeyce zor işmiş be kardeşim!



Sevgili okurlarım 23 Nisan ve 19 Mayıs’ta, iki ayrı ulusal bayramımızda süreyi uzatıp dört günden oluşan sokağa çıkma yasağı ilan ettiler. Güzel!

Şimdi önümüzde bir bayram daha var.

Ramazan bayramı...

Her cumartesi pazar zaten otomatik olarak yasaklıyız.

Bayram üç gün...

24-25 ve 26 Mayıs Pazar, Pazartesi ve Salı günleri.

Yani normalde, 23 Nisan ve 19 Mayıs’ta yaptıkları gibi dört günlük yasak gelmesi gerekiyor.

★★★

Bunu yapacaklar mı?

Henüz belli değil...

Ama benim tahminimi soracak olursanız şöyle derim;

Yapmak zorundalar.

Aksi takdirde, ulusal bayramlara yasak getirip dinî bayramda milyonlarca insanımızın sokağa çıkmasına ve üstelik ev ziyaretlerine göz yumdukları takdirde virüsün daha fazla yayılmasına neden olurlar ki, bu işin vebali ile birlikte maddi ve manevi maliyeti de çok daha ağır olur.


Korona hastasının serüveni


Sevgili okurlarım, bu virüsü kapınca uzun günler Hacettepe hastanesinde tedavi gören ve şimdi iyileşip taburcu olan emekli büyükelçi Murat Ersavcı’nın yaşadıkları ve verdiği mücadele inanılmaz...

Murat Ersavcı bizim komşumuz ve arkadaşım.

Eşi Zeynep Ersavcı ile birlikte tedavi gördüler, şimdi ikisi de taburcu oldu. Evlerinde dinleniyorlar.

Ersavcı bu zorlu süreci TEPAV (Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı)  internet sitesine anlatmış, oradan aldım.

Hastaların tedavi edilirken nasıl zorlu bir süreçten geçtiği, belki de ilk kez anlatılıyor.

Her ikisine de geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

Söz Murat Ersavcı’da:

★★★

Basit bir nezle geçirdiğini düşündüğümüz eşim, 28 Mart sabahı şiddetli eklem ağrıları şikâyeti ile uyandıktan sonra, aniden ateşi 38.5 üstüne yükseldi. Hemen Hacettepe Hastanesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Haluk Özen ile temas ettik ve acil olarak Enfeksiyon Hastalıkları Bölümüne başvurmamızı önerdi.

Hastaneye vardığımızda, acil servis bölümünün dışında yeni bir Corona Virüs ile mücadele için özel bir Servis oluşturulduğunu gördük. Bu birimde ateşlerimiz ölçüldü, kayıt yapıldı ve yine aynı yerde bulunan Enfeksiyon birimine yönlendirildik. İçeriye sadece eşim alındı. Corona Virüs testi yapıldı ve röntgen çekildi. Daha önemlisi derhal bilgisayarlı akciğer tomografisi çekildi.

Daha sonra eve gidebileceğimiz, test sonuçlarının zaman alabileceği, ancak daha önemlisi akciğer incelenmesine önem verdiklerini, bizimle temas kuracaklarını bildirdiler. Nitekim akşam saatlerinde eve vardıktan kısa bir süre sonra gelen telefon ile tez elden geri gelmemiz gerektiği, eşimin akciğerlerinde zatürre başladığı bildirildi.

Eşim gece ateşli haliyle gitmek yerine sabah gelip gelemeyeceğini sordu. Durumunuz acil dediler. Hastaneye geri döndük. Gece özel hazırlanmış, giriş-çıkışı kontrollü ve özel giysili personelin çalıştığı Corona-Virüs Servisine yatırdılar.

★★★

Benim durumumda ise (henüz) herhangi bir belirti olmadığından, algoritmalara göre şimdilik eve dönebileceğim ifade edildi. Sabah saatlerinde enfeksiyon hastalıklarından bir uzman doktor arayarak, eşimin durumu nedeni ile test için gelmem gerektiğini bildirdi. Test yapıldı ve sonucun yaklaşık iki-üç gün sonra alınacağı, bununla birlikte röntgen ve bilgisayarlı akciğer tomografisinin ipucu vereceği söylendi.

Tekrar eve döndüm. Ertesi gün arayan göğüs hastalıkları uzmanı bir doktor, akciğerlerimde bir sorun olduğunu ve servise yatırılmam gerektiğini bildirdi.

Buradaki gelişmeler -gidip gelmeler nedeni ile- karışık görülebilir. Ancak çok sayıda hastaya bir anda müdahale etmek durumunda olan ve uzun saatler çalışmak zorunda kalan uzman doktorların durumlarını da göz önüne almak gerekir. Nitekim 2 Nisan sabahı ambulans ile hastaneye giderken, benim de ateşim yükselmişti.

★★★

Beş gün eşimle birlikte, Corono Virüs ile mücadele için özel olarak hazırlandığını belirttiğim Servis kısmında yattık. Bu arada anti-viral ‘Enfluvir’, ‘Tamiflué’  ve ‘Plaquenil’ gibi  ilaçların yanı sıra,  mide koruyucu ‘Pulcet’ verildi. Ateşin monitörü ve akciğerlerdeki oksijen satürasyonu (en az 90 olması gerekiyor) saat başı kontrol edilmeye başlandı.

Ertesi sabah ‘Azitro’ isimli antibiyotik diğerlerine eklendi. Her ikimizde diyare (ishal) başladı. Ateş ve ağrıların devam etmesi nedeni ile verilen Çin kaynaklı tabletlerin sayılarının çokluğu nedeniyle eşimin ‘Çinli Kızlar’ olarak adlandırdığı ‘Avigan’ veya ‘Favipiravir’ 8 tablet başlatıldı. Kininli ‘Plaquenil’ 5 günden fazla verilemediğinden, 2 gün daha devamla sonrasında kesildi. Çin tabletlerinin sayısı ise tedricen azaltıldı.

Bu arada her ikimizin de virüs test sonuçları pozitif çıkmıştı. Bu dönemde eşim, yeniden yapılan akciğer tomografisinin iyi sonuç vermesi ile 10 gün sonra taburcu oldu.

Öte yandan, birlikte yattığımız odada 5. gün benim oksijen satürasyonumun sağlıklı olan ‘90’ limitinin altına inmesi nedeniyle, acilen yoğun bakım servisine kaldırılmama karar verildi. Burada 12 gün boyunca, yüzümü kapayan bir maske, kalp atışlarımı sürekli ölçen ve elektro cihazına bağlı kablolar, parmağa takılı oksijen satürasyonu ölçen alet ile yeni bir serüvene adım attım.

Bir ara durumumdaki olumsuzluktan dolayı, gerekirse kullanmak üzere Covid-19 geçirip iyileşmiş bir donörden plazma arandı. Ancak bilahare uygulanmasından imtina edildi. Bunun yerine, Konsey kararı ile ve güçlükle temin edildiği anlaşılan ‘IVIG’ (Intravenous Immunoglobulin) uygulaması yapıldı. Bu serum iki gün üst üste günde 6’şar saat damardan verildi.

Değişik günlerde yine damardan takviye edici C vitamini ve Zinc içeren serumlar, antibiyotikler, azalan sodyum ve magnezyum takviyesi, zaman zaman mide bulantısını önleyici ilaçlar verilmesi ile günler geçmeye başladı. Yoğun bakımdaki camlı bölmeme getirilen özel bir cihazla röntgen çekildi ve tekrar tomografiye girdim.

Murat Ersavcı


Bu arada maalesef kas ve kilo kaybı nedeniyle hareket kabiliyetimde sıkıntılar yaşamaya başladım. Ayrıca her 3 saatte bir gelen, adeta uzay giysili hemşireler, hijyen için gelen sağlıkçılar, sabah akşam damardan kan alımı, damar yolları açılması derken, olayın psikolojik boyutu beni olumsuz şekilde etkimeye başladı.

Ancak bir yandan da inat edip, buradan çıkmamın, eşime, oğluma ve torunlarıma kavuşabilmemin, her şeyden önce gayretime ve inanmama bağlı olduğunu düşündüm.

Bu arada çok sayıda iğnelerden dolayı sol kolumda başlayan ‘Phelebitis’ için yeniden ‘Augmentin’ antibiyotikler keza damardan verilmeye başlandı. Ayrıca günde 2 kez kan sulandırıcı ‘Oksapar’ veya ‘Enox’ iğneleri başlandı. (Bazı ilaçların ise hastane tarafından güçlükle temin edildiğini de belirtmem gerekir).

Hayat 24 saat aydınlık olan küçük camlı bölmemde devam ediyordu. Bir sabah her zamanki konsültasyon turu sırasında cam kapının önüne gelen doktorlar, verdikleri oksijen miktarını giderek azaltmaya başlamayı düşündüklerini, bir hafta süre ile bu deneme başarılı olursa, tekrar kendi imkanım ile nefes alabileceğimi, bunun Servise çıkmanın yolu olacağını ifade ettiler.

Müthiş heyecanlanarak, yaparım dedim. Yalnız bunun için yüzükoyun yatmam gerektiğini de ilave ettiler. Ama yüzükoyun yatmak için güç nerede! Kaldı ki görevli bir sağlıkçının yardımı ile bir akşam yüzükoyun yattığımda, sabaha karşı damar yolundaki serumun bağlandığı iğnenin damardan çıkması sonucu büyük bir ıstırap içinde kalmıştım.

Bir başka gecedeki deneme ise yüzükoyun dönmeye çalışırken vücudumun çeşitli yerlerine bağlı ölçüm kablolarının boynuma dolanması nedeniyle çok zor durumda kalmış ve gece nöbetindeki sağlıkçıların yardımı ile kablolardan kurtulabilmiştim.

Yoğun bakımdaki 9. günümde, doktorlar oksijen miktarını azaltma denemesini başlatacaklarını bildirdiler. Bu haber bana büyük şevk verdi ve inatla günde 2-2.5 saat oturmak istediğimi bildirdim. Bir haftadır her sabah yatakta beni hareket ettirerek, kas ve nefes eksersizleri yapmama yardımcı olan genç terapist de buna izin verdi.

Bu oturma süreci ve yaptığım nefes ve kas hareketleri, oksijen satürasyonunun düzelmesine katkıda bulundu. Yoğun bakımda geçirdiğim 12. günün sonunda servise çıkabileceğimi söyleyen doktorun haberi ile gözyaşlarımı tutamadım. Yoğun bakım çalışanları, doktor, hemşire ve sağlıkçıların alkışları ile ayrılırken, ben de onları derin bir minnet duygusu içinde alkışladım.

★★★

Yeniden götürüldüğüm Servis bölümü bu kez başka bir kat ve odada idi. Ateş ölçümleri, kan almalar, gece ve gündüz sık sık yapılan kontroller 3 gün sürdü. Bölüm başkanının son derece korumalı giysiler ile ziyaretime gelerek 22 Nisan günü taburcu olacağımı bildirmesi ile yine gözyaşlarımı tutamadım. (Doktorlar, 14 günlük karantina süresini tamamlayarak son bir kontrole gittikten sonra, virüsü artık kimseye bulaştırmayacağımı da ifade ettiler).

★★★

Söz konusu 20 günlük süre içinde Hacettepe Hastanesinde sayısız hemşire, sağlıkçı ve doktor beni yeniden yaşama döndürmek için çaba harcadılar. Bu isimli - isimsiz kahramanlara minnettarım. Hastane dışında da en kritik durumlara çözüm bulan dostlarımızın hakları ödenemez.

Ayrıca mükemmel bir şekilde Covid-19’a karşı adeta bir savaş merkezi kuran Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sayın Haluk Özen’e müteşekkirim. Kaldı ki, ülkemizin her yanında kahramanca görev yapan tüm doktor ve sağlıkçılara, nasıl bir özveri ile görev yaptıklarını gördüğüm için, haklarının ödenemeyeceğini düşünüyorum.

Ancak bir hususu özellikle vurgulamak isterim. Kendisinin de tedavi olması bir yana, yalnız başına evde 14 günlük iyileşme döneminde olmasına rağmen, gece-gündüz telefon vasıtasıyla sürekli sıkıntılarımı ilettiğim eşimin psikolojik desteği, ilaç temini, tedavi sürecinin gidişatı yönündeki bilgilerin akışı için gösterdiği destek, sabır ve metanetine şükranlarımı sunmam gerekir...

Herkesin Covid-19 mücadelesi değişik olabiliyor. Kimi farkında bile olmadan geçiriyor, kimi yalnızca taşıyıcı, kimi evde atlatıyor. Burada fiziki mesafe, maske kullanma ve kişisel hijyen kurallarına uymanın, bu aşmada pandemiye karşı savunmamızın ana unsurlarını teşkil ettiğini vurgulamak isterim...

Her an temas kurduğumuz Doç. Dr. Çağkan İnkaya, Prof. Dr. Tomris Türmen ve Prof. Dr. Emel Cabi Ünal’a ayrıca içten teşekkürlerimi sunarım. Ayrıca Dışişleri Bakanlığı’nın başta Sayın Bakan ve Bakan Yardımcıları olmak üzere gösterdikleri yakın ilgi ve desteklerine müteşekkirim.”