Sevgili okurlarım, eğer öğrenme ve araştırmaya meraklı değilse, bu Kıbrıs olayını çoğu gençlerimiz bilmez, bilmeyince de anımsamaz.

Haklılar...

Zira o yıl (1974) doğan çocuklar şimdi 46 yaşında. O yıl 15 yaşında olanlar şimdi gelmiş 61 yaşına. Hele okumuyorlarsa herhangi bir bilgiye sahip olmaları mümkün değil.

Evet, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 46. yılındayız.

Türk Ordusu, 20 Temmuz günü Kıbrıs’a ayak basmış, Yunan ve Rum güçleriyle yapılan yoğun çarpışmalar sonrasında zaferi kazanmıştı.

Kocatepe dahil 498 şehit pahasına.

O şehitlerin 54’ü kendi uçaklarımız tarafından yanlışlıkla bombalanıp batırılan Kocatepe muhribinde can vermişti.

★★★

20 Temmuz günü Girne plajlarında karaya ayak basmıştık. Bir yanda denizden çıkarma yapıyor, öbür taraftan hedeflerin yakınına paraşütçülerimizi indiriyorduk. Uçaklarımız havadan bombalıyordu.

Çok büyük bir avantajımız vardı. Kıbrıs Yunan uçaklarının menzili dışında kalıyor ve Yunan uçakları oraya ulaşamıyordu. Hava üstünlüğü tümüyle bizde idi.

İlk aşamada belli yerleri ele geçirmiştik de, bir üçgenin içerisinde sıkışıp kalmıştık.

Binlerce askerimiz büyük tehlike yaşıyordu.

(En büyük sıkıntılardan biri ise susuzluktu.)

Temmuz ayında gölgede 40 dereceyi aşan Kıbrıs’ın nemli sıcağında askerimiz en çok susuzluk nedeniyle zorlanmıştı.

Sonra ağustos ayında ikinci harekatı düzenledik ve Magosa dahil o bölgeyi ele geçirip biraz olsun rahatladık.    

★★★

Bu harekât konusunda epeyce araştırmalar ve söyleşiler yaptım, okuyup öğrendim.

Bazı sözler ve fotoğraflar halen belleğimdedir.

Örneğin Kıbrıs’a çıkan Ordu Komutanı rahmetli Bedrettin Demirel ve konuştuğum öteki yetkililer hep aynı şeyi söylemişti:

“Karşımızdaki düşman cesaretle direndi.”

Siyah beyaz bir fotoğraf vardır, onu da hiç unutamam.

Kolu kırılıp alçıya alınmış bir subayımız cephede...

Sağlam elinde uzun namlulu silahını tutuyor. Git deseniz tek kolla savaşacak...

Böyle nice kahramanlık olaylarına tanık olduk.

★★★

Sevgili okurlarım, Kıbrıs savaşlarının en önemli olaylarından biri, Kocatepe muhribini kendi uçaklarımızın yanlışlıkla bombalayıp batırması olmuştu.

Devriye görevi yapan üç muhribimiz, Kocatepe, Adatepe ve Mareşal Çakmak’a bir emir geliyor:

“Asker ve malzeme taşıyan bir Yunan konvoyu Baf limanına doğru yaklaşmakta. Buraya çıkarma yapacaklar. Başardıkları takdirde çok zor durumda kalırız. Bu konvoyun imha edilmesi...”

Bu konuda Ankara’daki savaş harekat merkezlerinde denizcilerle havacılar arasında yoğun tartışmalar yaşanıyor.

Uçaklarımız konvoyu bombalayacak ama Deniz Kuvvetleri’ne soruyorlar:

-Uçakları kaldırıyoruz. Baf önlerinde bizim gemilerimiz varsa onları derhal uzaklaştırın.

Denizcilerden yanıt geliyor:

-O bölgede hiçbir gemimiz yok. Liman yakınlarında gördüğünüz bütün yüzer cisimlere saldırıp batırabilirsiniz.

★★★

Sonra ortaya çıkıyor ki, üç muhribimiz tam da Baf önlerinde bekliyor!..

Ve Deniz Kuvvetleri tarafından verilen güvence sonrasında pilotlarımız bunlara saldırıyor.

Tam isabet alan Kocatepe batıyor, ağır hasar alan Adatepe ve Mareşal Çakmak ağır yolla Mersin’e doğru dümen kırıp kaçmaya çalışıyor.

Geçmiş yıllarda, bu olayı anlatan nice söyleşilerim bizim gazetede çıktı...

Bu konuda acaba kim hata yapmıştı, denizciler mi, yoksa havacılar mı?

Bana soracak olursanız, bu soruya sıradan vatandaş kimliğimle şöyle yanıt verebilirim:

Hatanın çoğu gemilerinin o saldırı öncesinde yerini tam olarak bilemeyen Deniz Kuvvetleri’ne aittir.

Bu benim sadece vatandaş kimliğimle gözlemimdir, yanılabilirim.

Gerçekler elbette ki henüz açıklanmamış olan gizli devlet belgelerindedir.

★★★

Bir soru daha aklınıza takılabilir:

Sözü edilen Yunan konvoyu acaba ne oldu?

Yanıtını hemen vereyim:

Öyle bir konvoy yoktu. Ortada ya elektronik bir aldatmaca ya da bizimkilerin bir istihbarat hatası vardı.

★★★

Harekât olduğu sırada çok büyük bir eksiğimiz olduğu ortaya çıktı.

Telli ve telsiz haberleşme eksiği...

Gemilerimizle uçaklarımız arasında telsiz bağlantısı yoktu.

Aynı durum karacılar için de geçerliydi. Sistem çok aksıyordu.

★★★

Şaka maka derken Kıbrıs olayında 46 yılı geride bıraktık. O günlerde büyük bir coşku yaşıyorduk. Yunanistan derseniz iyice karıştı, hükümet düştü, bir sürü yargılamalar yapıldı, ağır cezalar verildi.

Sonrasında biz KKTC’yi kurduk ama gelin görün ki uluslararası alanda bizden başka tanıyanı olmadı!

Hele bizim “Dost ve kardeş (!) İslam ülkeleri...”

Azerbaycan, Pakistan, Katar, Bangladeş, Malezya, Bosna, Somali, Orta Asya’daki “Türkî Cumhuriyetler” vesaire!

Her biri ya ABD ve AB’nin, ya da Rusya’nın kucağında oturuyor.

Hiçbirinden tık yok!

Bize ders olsun.