Hayatı yansıtıyoruz.

Adı gazetecilik oluyor.

Hayatın içinde bir günde binlerce “olan- biten- akıp- giden- örtülüp- gizlenen” bilgi, duyum, olay var. Yağmur yağar. Haber. Güneş doğar. Haber. Maç oynanır. Haber. Cumhurbaşkanı konuşur. Haber. Muhalefet partisi başkanı ona cevap verir. Haber.

Al, al yaz.

Ne kolay!

★★★

Zorluk seçmekte değil neyin haber olduğunu bilmekte... Bir örnek: Yağmur yağdı. Herkes görüyor. Gizlisi saklısı yok. Bu haber değil. Yağmur yağdı, kanalizasyon sistemi bakımsız bırakıldığı için sular doldu bir yoksulun evini bastı, 2 çocuklu aile boğuldu. Belediye, valilik, iktidar her kimse bunun duyulmasını istemedi.

İşte yazılacak yazı o.

Okur gazeteciden, iktidarın, egemenin, güçlünün, zenginin, varlıklının, mafyanın, haksızlık yapıp bunu örtmeye çalışanın duyulmasını istemediğini yazmasını bekler.

Cumhurbaşkanını öv.

Bu haber değil.

Yazı hiç değil.

Cumhurbaşkanı neyi gizliyor?

İşte haber o.

Bakanı yücelt.

Bu haber değil.

Bakan neyi örtüyor.

İşte yazılacak olan o.

Muhalefeti yağla.

Bu dalkavukluk.

Neyi eksik yapıyor.

İşte yazı o.

★★★

Bizim ülkemiz son 18 yıl içinde her gün artan dozda “gizlenenleri yazanların kalemini susturmak” kıskacına sokuldu.

İlk adım:

İç sansürle atıldı.

Gazete ve TV sahibi patronlar, holdingleri de bankaları da olduğu için, iktidar gücüyle korkutuldu. Gazetelerinde ve TV’lerinde “iktidarın duyulmasını istemediğini yazan yazarlar, haber muhabirleri” iç sansür mengenesine alındı, direnenler kovuldu.

Bu iktidara yetmedi.

İkinci adım geldi:

Çok okuru olan gazeteler, devlet banklarından 700 milyon dolar- 800 milyon dolar kredi akıtılarak, yandaş iş adamlarına “havuzlama yöntemiyle” satın aldırılırdı. Böylece hem korkunç bir iç sansür çalıştı ve hem de gazete yazarlığını ve gazete haberciliğini “muhalefete muhalefet yapmak üzerine kurmuş” bir yığın borazan kalem türedi.

Bu arada!

Beklenmeyen oldu.

Okur borazan gazeteleri bıraktı. Gizleneni, saklananı yazan, konuşan bir basın ortaya çıktı.

Ve üçüncü adım.

Savcılar kılıç yapıldı.

Hakimler satır oldu.

Gizleneni yazanları “terörist damgasıyla karalamaya ve hapisle korkutmaya, korkmayanları da hapse koymaya” başladı.

★★★

Bugün!

Basın özgürlüğü günü.

18 yılda geldiğimiz tablo: Elinde korkunç büyüklükte gazete, TV kanalı, radyo istasyonu, dergi, yazar, muhabir, medya patronu var ve iktidara karşı yapılan eleştirilere bu yayın gücüyle cevap vermek yerine “hakimleri, savcıları, adaleti devreye sokarak” susturmaya çalışıyor. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı, Boğaziçi’ne bakan evinin bitişiğindeki 250 metrekare kamu arazisini üç otuz paraya kiralamış üstüne çardak yapmış. Bunu haber yapan gazeteciyi “teröriste yardımcı olmakla ve haneye tecavüz etmekle” suçlayıp savcının önüne gönderiyor. İletişim başkanısın, çağır pergoleni yazan gazeteciyi, anlat. Bunu yapmıyor, savcıyla, hakimle korkutuyor. Bugün Dünya Basın Özgürlüğü gününde, yazdıklarından ötürü hapiste olan gazeteciler; Barış Terkoğlu, Murat Ağırel, Barış Pehlivan, Hülya Kılınç, Mehmet Ferhat Çelik, Aydın Keser hayatın içinden iktidarın duyulmasını istemediği “rüşvet, adam kayırma, israf, kent rantını yandaşa transfer, belediye parasını partili vakıflara ve tarikatlara pompalama haberlerini” yazan konuşan gazeteciler. Tele1’in sabah haberleri sunucusu Can Ataklı’ya konuşmasından bir kelime cımbızlayıp RTÜK aracılığıyla çok yüksek para cezası kesildi ve yayın yasağı geldi. FOX TV’den Fatih Portakal’a bir cümlesinden ötürü 3 yıl hapis istendi. Cumhuriyet Gazetesi muhabirleri Alican Uludağ, Hazal Ocak, Seyhan Avşar, Zehra Özdilek’e de yazdıkları haberlerden ötürü soruşturmalar açılıyor.