Doktorlar, hemşireler, tüm sağlık emekçileri, hastane yöneticileri büyük özveriyle çalıştılar. Sağlık Bakanı, olabildiğince dikkatli ve bilgilendirici oldu. Türkiye devleti, Dış İşleri Bakanlığı’nı harekete geçirip 75 ülkeden 60 bin vatandaşını uçaklarla ülkeye getirdi. Karantinaya alındılar. İzolasyonda iyiyiz. Fabrikalarımız yerli solunum cihazı ürettiler, dünyaya solunum cihazı satabilecek ülke olduk. Belediyeler de Ankara’da Saray Hükümeti ile “hizmet yarışına” girdi; aç ve açıkta kimse bırakılmadı. Vatandaşlar, genelde tüm yasaklara, sosyal mesafeye, maske takmaya, evde kalmaya uydu. Türkiye’nin hastane altyapısının da iyi olduğu görüldü. Bilim Kurulu, dikkatli çalıştı. Mümin Müslümanlar laik bir davranış sergilediler (bilimin söylediğine öncelik veren) cuma namazı ile teravih namazlarını evlerinde kılma fedakarlığı gösterdiler. Sonunda güzel haberler almaya başladık ve “iyileşen sayısı-hastalanan sayısını” geçti.

★★★

Sabretti!

Mukkaddes Teyze.

Muradına erdi Türkiye!

Emeği geçenlere; iktidar, Bakan, Cumhurbaşkanı, Bilim Kurulu, sağlık emekçileri, CHP’li büyükşehir belediye başkanları, vicdanını polis yapıp başkasına virüs taşıyan olmayayım diye egosunu frenleyerek yasaklara uyup evine kapanan, işine gitmeyen, sokağa çıkmayan bütün herkese teşekkür etmeliyiz.

Umut ışığı doğdu.

Haziranda hayatın normale döneceği müjdeleri verilmeye başlandı.

★★★

“Pişmiş aşa soğuk buzlu su boca eden” nankör bir yazar olmak istemem.

Ancak!

Gerçek de gerçektir.

Umut!

Bir strateji değildir.

Henüz bütün dünyada ve Türkiye’de “virüsün belinin kırıldığını” gösteren bir tablo ortada yoktur.

Yasakların meyvesi vardır.

Yüzmeyi yasakla.

Boğulan sayısı düşer.

Trafiği yasakla.

Kaza sayısı sıfırlanır.

Evlenmeyi yasakla.

Boşanmalar biter.

Eğer yasaklar konulmasaydı (konulması gerekirdi, doğru yapıldı onu eleştirmiyorum) uçak, otobüs seferleri durmasaydı, fabrikalar, atölyeler kapanmasaydı, okullar öğretime, camiler ibadete açık kalsaydı, oteller, lokantalar, kahveler, kafeler, berberler, hamamlar, AVM’ler ve akla gelecek “tüm toplanma ve dağılma merkezleri dolup taşsaydı” virüsü kapan sayısı hastane kapasitesinin üstüne çıkacak ve felaketi daha ağır yaşayacaktık.

Sokağa çıkmak yasaklandı.

Yayılma hızı kesildi.

Toplam ölen sayısı azaldı.

Büyük felaket önlendi.

Emeği geçenlere bravo.

★★★

Fakat demek istiyorum ki, “yasaktan önce ölen sayısı ile yasaktan sonra ölen sayısını kıyaslayıp” bundan “virüsün belini kırdık” sonucu çıkarılamaz. Zafer havasına girilemez.

Kökü kazınmadı.

Duruyor.

Değişim ustası bir virüs.

Değişiyor, uyum yapıyor.

Bitmiş değil.

“Pokerde kimin kazanıp kimin kaybettiği masadan kalkınca belli olur” diye bir söz var. Virüsün “belinin kırıldığını” tam olarak söyleyebilmek için 2 teori üzerinde duruluyor.

1- Aşısı ve ilacı bulunacak.

2- Nüfusun yüzde 60-70’i bu virüsü kapacak, insan vücudu ile korona birlikte yaşayabilecekleri bir barış anlaşması ve mütareke yapacaklar. Doktorlar bu anlaşmanın adına “sürü bağışıklığı” diyorlar.

★★★

Bu iki teoriden biri gerçekleşemeden “virüsün belini kırdık” havasına girmek umut satmak olur. Umut bir strateji değildir.