“Ayasofya’nın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki tefsire muhtaç mıdır? Atatürk’ün geniş ve yüksek fikrini... toleransını... hakikat arayıcılığını... Ve memleketin içtimai ve ilmi bünyesinde vücuda getirdiği hayırlı değişimin derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.” (İsmet İnönü, 8 Şubat 1937, Ulus)

Geçtiğimiz haftadan beri Ayasofya’yı tartışıyoruz. Ayasofya’nın yeniden cami olmasını isteyenlerin ortaya attığı bazı iddialar, akıllara durgunluk veriyor. İşte bugün, Atatürk’ün Ayasofya’yı neden ve nasıl müzeye dönüştürdüğünü anlatarak Ayasofya konusundaki o iddialara belgelerle cevap vereceğim.

İNSANLIĞIN ORTAK
KÜLTÜR MİRASI


Ayasofya, 537-1453 arasında kilise, 1453-1934 arasında cami, 1934’ten beri de müze olarak kullanıldı. Dolayısıyla yaklaşık 1000 yıl kilise, 500 yıl ise cami olarak hizmet veren Ayasofya, toplamda yaklaşık 1500 yıllık, Hıristiyan-Müslüman ve Bizans-Osmanlı “ortak kültür mirası” durumundadır.

Fatih Sultan Mehmet, 1453’te İstanbul’un fethinden sonra “fethin sembolü” ve “kılıç hakkı” mantığıyla ve cami ihtiyacını karşılamak için Ayasofya’yı kiliseden camiye çevirmişti.

16 Mart 1920’de İngilizler, İstanbul’u resmen işgal ettiler. 1923 sonlarına kadar devam eden o işgal sırasında Yunanistan’ın isteği ile İngilizler, bir ara Ayasofya’yı, “çan” takıp kiliseye çevirmeyi düşündüler. Ancak hem Türk kamuoyunun baskısı hem de Hindistan Müslümanlarının tepkisiyle karşılaştılar. Atatürk’ün başkomutanlığında Milli Mücadele’nin kazanılmasıyla Ayasofya’nın kilise olması önlendi.

Ayasofya, Cumhuriyet ilan edildikten sonra, 1923-1934 arasında cami olarak hizmet vermeye devam etti. Hatta Atatürk’ün 1932’de dinde Türkçeleştirme çalışmalarını gerçekleştirdiği camilerden biri de Ayasofya’ydı.

AYASOFYA'NIN MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLME NEDENLERİ


Atatürk,  20. yüzyılda, Ayasofya’ya, “kılıç hakkı” mantığıyla değil, “uygarlık eseri” gözüyle baktı. Atatürk, Ayasofya’ya “dinsel bir fanatizmle” değil, “kültürel bir bütünsellikle” yaklaştı; Ayasofya’yı cami ve kilise olmasının ötesinde “insanlığın ortak kültür mirası” olarak gördü.

Ayasofya’nın müzeye dönüştürülme kararının arkasında Atatürk Cumhuriyeti’nin yeni tarih görüşünün, yeni insan modelinin ve yeni uygarlık algısının izdüşümleri vardır. Bu bağlamda Atatürk Anadolu’daki bütün uygarlıklara -Türkiye tarihinin bir parçası olarak- sahip çıkmış; o uygarlıkları açığa çıkarmak için kazılar yaptırmış, o uygarlıkların gün ışığına çıkarılan eserlerini sergilemek için de müzeler kurdurmuştu. Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesi de bu yaklaşımın bir eseriydi. Atatürk, nasıl ki Anadolu’da Hitit, Frig, Lidya, İyon vb. Anadolu uyarlıklarının eserlerini sergilemek için birçok ilde arkeoloji müzeleri, Ankara’da bir Etnografya Müzesi’ni kurdurmuşsa; Osmanlı eserlerini sergilemek için İstanbul’da Topkapı Sarayı Müzesi’ni kurdurmuşsa; Bizans ve Osmanlı eserlerini sergilemek için de İstanbul’da Ayasofya Müzesi’ni kurdurmuştu.

1937’de “Financial Times”, Türkiye Cumhuriyeti özel sayısı için Başbakan İsmet İnönü’den Atatürk’le ilgili bir yazı istemişti. İnönü, 5 Şubat 1937’de Cumhuriyet, 8 Şubat 1937’de Ulus gazetelerinde de yayımlanan yazısında şöyle demişti: “Bu memleket, toprağının bir köşesinde, Bizans’tan veya Roma’dan yeni bir eser bulacaklar diye korkardı. Şimdi toprak altından yeni eserler çıkarmaya kendisi çalışıyor. Son Alacahöyük kazıları Tarih Cemiyeti’nin teşebbüsüdür. Neticeler şimdiden dünyanın dikkatini çekmiştir. Ayasofya’nın Bizans eserleri için müze haline konulması bilmem ki tefsire muhtaç mıdır? Atatürk’ün geniş ve yüksek fikrini... Toleransını... Hakikat arayıcılığını... Ve memleketin içtimai ve ilmi bünyesinde vücuda getirdiği hayırlı istihalenin derin izlerini, hiçbir şey bu sade misal kadar belirtemez.”

Ayasofya’nın 1934’te müzeye dönüştürülmesi, herhangi bir dış baskıyla değil, doğrudan doğruya Atatürk’ün özgür iradesiyle verdiği bir karardır. O günlerde Türk-Yunan dostluğunu güçlendirildiği ve Balkan Antantı’nın kurulduğu doğrudur, ancak Ayasofya’nın Türk-Yunan dostluğu ve Balkan Antantı için verilen bir “taviz” olduğu yalandır. Atatürk bu kararı, birilerinin baskısıyla veya birilerini memnun etmek için vermedi; Atatürk bu kararı, tamamen kendi “hümanist” ve “barışsever” dünya görüşü, “bütünsel ve derinlikli” tarih anlayışı ve “insanlığın ortak kültür mirasına” katkıda bulunma isteğiyle verdi.

Falih Rıfkı Atay şöyle diyor: “Ayasofya doğrudan doğruya Atatürk’ün emri üzerine müzeye çevrilmiştir. (...) Atatürk, tarih ve sanat değerini düşünerek Ayasofya’yı müze yapmıştır. Yanında idik. O yapmıştır, hükümet değil. Asla Yunanlıyı düşünerek yapmamıştır.” (Falih Rıfkı Atay, Atatürk Ne İdi, s. 49,50, 138)

[caption id="attachment_5874483" align="alignnone" width="521"] İsmet İnönü’nün 1937’de “Financial Times”ın, Türkiye Cumhuriyeti özel sayısı için yazdığı Atatürk konulu yazıdan bir bölüm. (8 Şubat 1937, Ulus.)[/caption]

Ayasofya’nın müze olma süreci


Ayasofya, birden bire değil, 1931-1934 yılları arasında 4 yıl devam eden bilimsel, sanatsal çalışmalardan sonra müze oldu.

Ressam Hüseyin Avni (Litij), 22 Aralık 1926 tarihli Vakit gazetesinde “Ayasofya’nın Tamiri” başlıklı makalesinde ilk kez Ayasofya’nın “sanat tarihi” açısından taşıdığı önemden söz etmişti. Yazıda, “Bizans inceliğinin şaheserleri göz göre göre çöküp giderken sanat duygusuyla mütehassıs insanlar bu acıya ilgisiz kalamazlar” demiş ve Sanayi Nefise Encümeni’ni göreve çağırmıştı.

Cumhuriyet hükümeti, 1929’da Sultanahmet Camii’ni restore ettiriyordu. Atatürk, 7 Eylül 1929, saat 11.30’da Sultanahmet Camii’ne giderek caminin onarımı hakkında bilgi almış; bu tarihi caminin süratle ve en iyi şekilde onarılmasını istemişti. Atatürk oradan Ayasofya Camii’ne geçmiş, orada da incelemelerde bulunmuştu. Atatürk, bu ziyareti sırasında Ayasofya’nın harap halini görmüş ve yetkilileri uyarmıştı. İşte Atatürk’ün bu ziyaretinden sonra Ayasofya’nın hem restorasyonuna hem de sanatsal ve tarihsel değerini açığa çıkaracak bilimsel çalışmalara başlandı. Böylece Ayasofya’nın müze olma süreci de başlamış oldu.

7 Haziran 1931 tarihli ve 11195 sayılı “Gazi Mustafa Kemal” imzalı Bakanlar Kurulu Kararnamesi ile Amerikan Bizans Enstitüsü’nün kurucu müdürü Amerikalı Arkeolog Prof. Thomas Whittemore’a, Ayasofya’da sıvaların altında kalan mozaikleri çıkarma izni verildi. Prof. Whittemore, Uzman Mimar Macit Bey eşliğinde 1931’de mozaikleri gün yüzüne çıkarmaya başladı. Prof. Whittemore mozaik çalışmalarını sürdürürken Prof. Schneider de Ayasofya dışında yaptığı kazılarla 415’te yapılan binanın kalıntılarını ortaya çıkardı.

14 Kasım 1932’de Yunus Nadi, Cumhuriyet’te “Ayasofya’nın Mozaikleri: İlme Hürmet Lazımdır” başlıklı yazısında Ayasofya’dan “insani ve tarihi bir abide” olarak söz etmişti. Yunus Nadi şöyle demişti: “Amerikalı âlim mozaikleri temizlerken biz de etraftaki atıkları kaldırarak insanlığa olduğu kadar memleketimize de şeref olan bu yüksek medeniyet eserini Türklüğe de şeref verecek bir vaziyete dönüştürmüş olalım. Bize düşen vazife budur, onun karşısında bize yakışabilecek fikir ve hareket budur. Artık Ayasofya dini bir mabet olmaktan ziyade insani ve tarihi bir abidedir.” Aynı gün yine Cumhuriyet’te Halil Ethem Bey’in, Ayasofya mozaikleri için “Bunlar artık dini değil, yalnız ilmi mahiyeti haiz, yüksek kıymetli eserler” diye bir beyanatı yayınlanmıştı. Yunus Nadi’nin bu yazısı, Halil Ethem’in bu beyanatı, Ayasofya’nın gerçekten de “insanlığın ortak kültür mirası” yaklaşımıyla müze yapılacağını gözler önüne sermektedir.

Böylece bir taraftan restorasyon, mozaik ve kazı çalışmaları devam ederken diğer taraftan da Ayasofya’nın müze olması gündeme geldi. Çünkü Ayasofya’da yapılan çalışmalarla ortaya çıkarılan Bizans eserlerinin, Hıristiyanlık temalı mozaiklerin sergilenmesi gerekiyordu. Aksi halde cami olarak kullanılan bir yapıda bu tür sanat eserlerini ortaya çıkarmanın bir anlamı yoktu. Ayasofya’da gün yüzüne çıkarılan paha biçilmez sanat eserlerini (mozaik vb.) sergilemenin tek yolu orayı müzeye dönüştürmekti.

Atatürk, Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen’den bir komisyon kurup bu konuda çalışma yapmasını istedi. Abidin Özmen de İstanbul Müzeler Müdürü Aziz Ogan başkanlığında bir komisyon kurdu. Bu komisyon Ayasofya’nın müze olması hakkında bir rapor hazırladı. Bu rapor doğrultusuna Ayasofya müzeye dönüştürüldü.

24 Kasım 1934’te müzeye dönüştürülen Ayasofya, 1 Şubat 1935’te 11 kuruş giriş ücretiyle ziyarete açıldı.

Kararnamedeki imza meselesi


[caption id="attachment_5874484" align="alignnone" width="482"] Atatürk’ün Naim Hazım’a 8 Kasım 1934’te ‘Ülkü Onat’ soyadını verirken attığı imza. K ve t’nin üzerinden uzanan birer çizgi, klasik imzasının aksine Atatürk’ün ‘A’sı büyük. Ayasofya Kararnamesi’ndeki imzanın neredeyse aynısı.[/caption]

[caption id="attachment_5874485" align="alignnone" width="700"] 24 Kasım 1934 tarihli Ayasofya Kararnamesi’ndeki Atatürk imzası. ‘Atatürk’ soyadıyla attığı ilk imza. K ve t’nin üzerinden uzanan birer çizgi var, klasik imzasının aksine Atatürk’ün A’sı büyük. Bu imza, Atatürk’ün klasik imzasının ilk halidir.[/caption]

Ayasofya’yı müzeye dönüştüren 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu Kararnamesi’ndeki imzanın Atatürk’e ait olmadığını iddia edenler var. Onlara göre birincisi, kararname çıktığında henüz Atatürk’e soyadı verilmemişti! İkincisi, kararnamedeki imza Atatürk’ün klasik imzasına benzemiyor ve bu imzaya başka hiçbir yerde rastlanmıyor! Ancak her iki iddia da temelsizdir. Birincisi, Meclis tutanaklarına göre Atatürk’e soyadı Ayasofya Kararnamesi’nin çıktığı gün, 24 Kasım 1934’te verildi. Belli ki Atatürk, soyadını aldığı gün “Atatürk” soyadıyla ilk resmi imzasını bu kararnameye attı. İkincisi, Atatürk, soyadını almadan 15 gün önce, “Atatürk” imzasını gayri resmi olarak kullanmaya başlamıştı. 8 Kasım 1934 tarihinde Naim Hazım Bey’e, “Ülkü Onat” soyadını verirken de Ayasofya Kararnamesi’nde görülen o imzayı kullanmıştı. Dolayısıyla Atatürk’ün Ayasofya Kararnamesi’ndeki imzasının başka bir belgede olmadığı doğru değildir. Bu iki imzanın, Atatürk’ün kısa süre sonra kullanmaya başlayacağı o klasik Atatürk imzasına benzememesi ise çok doğaldı. Çünkü Atatürk daha yeni soyadı almıştı ve henüz imzası hamdı, oturmamıştı; o bildiğimiz klasik imza şeklini almamıştı.

Ayasofya Kararnamesi’nin Resmi Gazete’de yayımlanmamasına gelince, kimi vakıf eserlerinin kuruluş amacı dışında sosyal ve kültürel amaçlar için kullanılmasına izin veren kararnameler Resmi Gazete’de yayınlanmayabilir.

Ayrıca 1934’te Atatürk sapasağlamken, iç ve dış politikada önemli kararlar alırken, kültür işlerine, özellikle müzelere çok büyük önem verirken, dahası Ayasofya’nın müze yapılması için bizzat bir komisyon kurdurmuşken, Atatürk’ün imzasını taklit ederek bir Bakanlar Kurulu kararı çıkarıp Atatürk’ten habersiz Ayasofya’yı müze yapmak neyin nesidir? Bu mümkün müdür Allah aşkına? “Bu kararname Atatürk öldükten sonra hazırlandı!” demek de mantıksızdır. Çünkü Ayasofya, -basın haberlerinden de rahatlıkla görüldüğü gibi- Atatürk öldükten sonra değil, Atatürk sağken, 1934’te müze yapıldı. Hatta Ayasofya Müzesi açıldıktan 5 gün sonra, 6 Şubat 1935’te Atatürk gidip Ayasofya Müzesi’ni gezdi. Dolayısıyla aslında bu kararnamenin sahte olup olmamasının pek bir anlamı yoktur. Bu kararname hiç olmasa bile Ayasofya’nın 1934’te Atatürk tarafından müze yapıldığı gerçeği değişmez.

Ayasofya’nın bir kısmı müze yapıldı, bir kısmı cami olarak bırakıldı!” iddiası da gerçek dışıdır. Başlangıçta bu durum tartışılmış, ancak daha sonra Ayasofya’nın tamamıyla Bizans-Osmanlı Eserleri Müzesi olmasına karar verilmişti. (Hâkimiyeti Milliye, 8 Eylül 1934)

Atatürk’ün 1930’larda, faşizm çağında “insanlığın ortak kültür mirası” mantığıyla Ayasofya’yı müze yapması, onun aynı zamanda çağını aşmış bir “kültür, sanat ve barış insanı” olduğunu gösteren nadide bir örnektir.