Tüm öngörüleri doğru çıkan emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’dan Türkiye’nin Libya politikası hakkında çarpıcı analiz...


Sevgili okurlarım,

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ’la, 4 Temmuz’da yaptığımız son söyleşide, Türkiye’nin desteklediği Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) ordusunun, Trablus’u kuşatan Hafter birliklerini ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra, doğuya doğru 450 kilometrelik hamle yaparak, stratejik Sirte kentinin kapılarına dayandığını ve burada ikinci bir zafer için yığınağa başladığını belirtmiştik. Sirte ve hava üssü Jufra, yeni harekâtın hedefleri olarak ilan edilmişti. Bu görüş o güne kadarki başarıda büyük payı olan Ankara tarafından da coşkuyla paylaşılıyordu. O kadar ki, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Trablus yönetiminin yeni hedeflerinin Sirte ve Jufra’yi ele geçirmek” olacağını beyan etmiş ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı”nın resmi Twitter hesabında söz konusu yeni hedefler hakkında haritalar ve bilgiler açıklanmıştı. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da “Hafter Sirte’den çekilmezse operasyon var” diyordu. İşte böyle bir siyasi havanın hakim olduğu ortamda yaptığımız söyleşide öngörüleri daima doğru çıkan Şükrü Elekdağ, “Ankara’nın stratejisinin ve öngörülen operasyonun son derece hatalı olduğunu” gerekçeleriyle izah etmiş ve uygulanması halinde  “Türkiye için felaketli sonuçlar doğuracağı” uyarısında bulunmuştu.

Nitekim 22 Temmuz’da sürpriz bir gelişme oldu. AKP yönetimi Moskova ile, Libya’da ateşkes sağlamayı öngören bir ortak bildiri yayınlayarak, bugünkü söyleşimizde ayrıntılarını anlatacağımız 180 derecelik bir dönüşle, Sirte-Jufra harekâtından vazgeçti.



UĞUR DÜNDAR (U.D): Sayın Elekdağ, Ankara’yı bu sürpriz kararı almaya zorlayan nedenleri değerlendirir misiz?

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ UÇAĞI VATİYYE ÜSSÜ’NE NİÇİN SALDIRDI?

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ (Ş.E): AKP iktidarı bu ortak bildiriyle “Libya’daki krizin askeri bir çözümü olmadığını ve sorunun Libyalıların  öncülüğünde siyasi bir süreçle çözülebileceğini” kabul ederek  tam bir “U” dönüşü yaptı ve Sirte-Jufra harekâtından vazgeçtiğini ilan etti. Ankara’nın kararının nedenlerini anlamak için Vatiyye Üssü’ne yapılan saldırıyla ilgili gelişmeleri incelemek gerekiyor. 3 Temmuz’da Savunma Bakanı Akar ile Genelkurmay Başkanı Güler, Sirte harekâtı hazırlıklarını denetlemek amacıyla Libya’ya gittiler. Ankara, Libya’daki askeri kapasitesini güçlendirmek için aldığı önlemler çerçevesinde Vatiyye Üssü’nekonuşlandırılması muhtemel F-16 uçaklarının korunabilmesi için buraya MIM-23 Improved Hawk hava savunma füzeleri ile 35 mm’lik Korkut Hava Savunma sistemlerini yerleştirmişti. Akar’la Güler’in Libya’dan ayrılmasından 24 saat sonra, Vatiyye Üssü’nün kimliği belirsiz uçaklar tarafından vurulması Trablus ve Ankara’da şok etkisi yarattı. Libya kaynakları, üsse yerleştirilen hava savunma donanımlarının imha edildiğini ve saldırının, Mısır’ın Libya sınırında bulunan Sidi Barani üssünden havalanan Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) ait  Mirage2000-9 tipi savaş uçakları tarafından yapıldığını açıkladılar. BAE Veliaht Prensi Bin Zayed’in danışmanı Abdülhalik  Abdullah’ın, saldırı günü paylaştığı  tweet ile “BAE, Türkiye’ye tüm onurlu Araplar adına hak ettiği dersi verdi” demesi, failin BAE olduğu hususundaki şüphelerin yoğunlaşmasına yol açtı. Personel zayiatı olmadığını ve saldırıya misliyle karşılık vereceğini açıklayan Ankara, aradan bir ay geçmesine rağmen bu konuda sessizliğini korudu.

TÜRKİYE’NİN KARŞISINDA 6’LI CEPHE VAR

(U.D): Peki, bu saldırının amacı neydi?

(Ş.E): Libya’da Türkiye’nin karşısında, Hafter, BAE, Mısır, Rusya ve Suudi Arabistan’dan oluşan beşli bir hasım cephe var. Esasında bu cepheye Fransa’yı da ilave etmek lazım. Çünkü Makron, Sirte’nin savunmasında Fransa’nın fiilen Mısır’ın yanında yer alacağı hususunda Sisi’ye teminat vermiş. Kanımca, Vatiyye saldırısı bu altılı cephe tarafından planlanmış ve BAE tarafından icra edilmiştir!.. Bununla Ankara’ya şöyle bir mesaj verilmek istenmiştir: “Vatiyye’ye F-16’ları konuşlandırmak için yeniden hazırlığa girişilir  ve bu amaçla buraya  hava savunma sistemleri getirilirse, onları  tekrar vururuz. Buraya konuşlandıracağınız uçaklar da ayni akıbete uğrar.

Vatiyye saldırısı Ankara’yı altılı bloktan kaynaklanan tehdidi  gerçekçi bir şekilde değerlendirmeye sevketmiştir. Bunun sonucunda Ankara, Türkiye’nin sahip olduğu askeri imkân ve kabiliyetle Anadolu’dan çok uzaklardaki bu coğrafyada, yalnız başına, böyle altılı bir cepheyle çatışmayı göze almasının son derece hatalı olacağını anlamıştır. Daha önce de vurguladığım üzere, Türkiye’nin  hava üstünlüğü sağlamadan Sirte-Jufra hattına karşı operasyon yapması, yenilginin baştan kabulü olacaktı. Ankara, geç de olsa bu gerçeğin farkına varmıştır.

RUSYA LİBYA’DA ÜSLER KURARAK AKDENİZ’DE BÜYÜK GÜÇ OLMAK İSTİYOR

(U.D): Libya’da ateşkes koşullarını oluşturmak ve tarafları müzakere masasına oturmaya ikna etmek amacıyla Türk-Rus ortak çalışma grubu kurulmasını öngören 22 Temmuz ortak bildirisinden verimli bir sonuç çıkar mı?

(Ş.E): Rusya’nın Libya’daki stratejisi, velinimeti olduğu Hafter ve Tobruk yönetimi üzerindeki etkisi sayesinde Sirte ve Jufra’da üsler kurmak suretiyle Akdeniz’de önemli bir güç haline gelmektir. Bu, Rusya’nın global stratejisinin çok önemli bir bileşenidir. Bu nedenle Rusya, Hafter ve Tobruk yönetiminin çıkarlarını korumaya angajedir. Hafter’in UMH karşısında tekrar bir yenilgiye uğramasını önlemeye kararlıdır. Wagner paralı askerlerini ve Jufra’da konuşlandırdığı yüksek performanslı 14 uçağı bu amaçla Libya’ya getirmiştir. Rusya’nın, Türkiye ile uyum sağlamak kaygısıyla global stratejisinin bu önemli bileşeninden feragat edeceğini düşünmek zordur.

(U.D): Durum böyleyse Ankara neden 22 Temmuz ortak bildirisini imzaladı?

(Ş.E): AKP iktidarı, büyük tantana ve özgüvenle kendini Sirte-Jufra harekâtına angaje etmişti. Yanlış hesap yaptığının farkına varıp geri adım atmak zorunda kalınca, zevahiri kurtarmak için krizi siyasi bir çözüm sürecine oturtarak rasyonel bir hareket yaptığı algısını yaratmak istedi. Bu amaçla Rusya’nın ateşkes önerisin kabul etti. Kanımca AKP iktidarının bu süreçten esas beklentisi zaman kazanmaktır!.. Rusya da bu süreçten Hafter kuvvetlerini güçlendirmek için yararlanmak istiyor. Sanki onları Trablus’a karşı yeni bir harekâta hazırlıyormuş gibi yoğun şekilde silah ve teçhizatla takviye ediyor. Bu da Ankara’nın içinde bulunduğu çelişkili durumun bir başka göstergesi.

(U.D): Ankara’nın zaman kazanmaktan maksadı ne?

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN LİBYA’DA ABD VE NATO İLE YÜRÜMEK İSTİYOR

(Ş.E): Cumhurbaşkanı Erdoğan, esasında Libya’da ABD ve NATO ile birlikte yürümek istiyor. Bu husus sağlandığı takdirde Libya’da dengenin Türkiye lehine evrileceğini hesaplayan Erdoğan, Başkan Trump’a gönderdiği 29 Nisan tarihli mektubunda “Türkiye’nin ABD’nin ve NATO’nun güçlü ve güvenilir müttefiki olma kararlılığını” vurgulamış ve “Suriye ile Libya’da sıkı bir işbirliğini” önermişti. Bu girişiminin somut sonuçları oldu. Nitekim, 16 Mayıs’ta NATO Genel Sekreteri Stoltenberg, Libya Başbakanı Sarrac’a telefon ederek “NATO’nun Libya’nın  savunma ve güvenlik kuruluşlarına destek vermek istediğini” söyledi. Sonra da Erdoğan’ı bu konuda bilgilendirdi. Washington’un onayı olmadan Stoltenberg’in böyle bir girişimde bulunması beklenemezdi. Arkadan, AFRICOM (ABD’nin Afrika Kuvvet Komutanlığı) yaptığı açıklamalarla “Rusya Libya’da  kalıcı bir pozisyon elde eder ve uzun menzilli füzeler  konuşlandırırsa, bu gelişme NATO ve birçok Avrupa ülkesi için önemli bir güvenlik sorunu yaratacaktır” diyerek, ABD’nin Libya’da aktif bir  rol oynamasına zemin hazırladı. Bundan sonra, AFRİCOM Komutanı Korgeneral Towsend, Libya’yı ziyaret ederek, Başbakan Sarrac’la görüştü. Yani, ABD ve NATO’nun siyasi ağırlıklarını aktif bir şekilde Trablus yönetimi lehine koymaya hazırlandıklarını gösteren bir süreç başlamıştı. Bunun önü Fransa tarafından kesildi.

(U.D): Fransa bu gücü nereden buluyor?

MACRON TÜRKİYE’YE KARŞI DÜŞMANCA TAVIR SERGİLİYOR

(Ş.E): Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un, “Türkiye’nin Libya’da üstlendiği role müsaade etmeyeceğiz” diyerek, ülkemize karşı düşmanca  bir tutum almasından sonra NATO ikiye bölündü. Bugünün konjonktüründe Makron’un üzerine giderek çatlağın büyümesine yol açmak istemeyen ABD ve birçok
NATO üyesi ülke, Libya konusunda kararsız bir tutum içine girdiler.

(U.D): Peki şimdi Ankara’nın Libya politikası nasıl şekillenecek?

(Ş.E): Libya’daki yeni koşullar, AKP iktidarını, cephe küçültmeye ve münhasıran Trablus Hükümeti’nin korunmasını hedefleyen bir savunma  stratejisi izlemeye zorluyor. Bu amaçla Ankara, ateşkes şartlarının oluşması için çalışacak ve karşısındaki hasım cepheyi tahrik edecek eylem ve söylemden kaçınacaktır. Ankara, Rusya’nın Libya’daki mevcudiyetinin Avrupa-Atlantik güvenliği için bir tehdit oluşturduğuna ve ABD ile NATO’nun buna lakayt kalamayacağına inanıyor ve bu cenahtan müdahale bekliyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan’la Trump,  9 Haziran’da yaptıkları telefon görüşmesinde, Libya’da işbirliği için bir çalışma grubu kurulması hususunda mutabık kalmışlar, fakat Washington’daki kaos ve karmaşa  nedeniyle bu mutabakat uygulanamamıştı.

(U.D): AKP iktidarının bu beklentisi Savunma Bakanı Akar tarafından da, “Türkiye’nin Milli Savunma Stratejisi” panelinde (28 Temmuz) dile getirildi.

ANKARA LİBYA’DAKİ UMUDUNU ABD’YE BAĞLAMIŞ DURUMDA

(Ş.E): Akar’ın konuşması esasında ABD’ye yönelik son dere çarpıcı ve sıradışı  bir çağrı. Akar konuşmasında önce şu üç noktayı vurguluyor: “ABD’yle ittifak Türkiye için hayati önem taşımaktadır”, “Türkiye, ABD’nin S-400 konusunda herhangi bir kaygısını ele almaya hazırdır” ve “NATO, Türkiye’nin güvenliğinin merkezindedir...” Sonra da, Libya sorununda Türkiye ile işbirliğinde bulunması hususunda ABD’ye çağrıda bulunuyor. Bu mesajın, halihazır ABD yönetimini olduğu kadar, seçimden sonra iktidara gelecek yönetimi de muhatap aldığının altını çizmeliyim. Mesajda derin bir çaresizlik havası sezdiğimi de belirtmeliyim. AKP iktidarı, Libya’da Türkiye’nin aleyhine dönen güç dengesinin lehine çevrilmesi için yegane çare olarak ABD’nin Libya’ya aktif müdahalede bulunmasını görüyor ve bunu sabırsızlıkla bekliyor. Ancak bu umudun gerçekleşme ihtimali olsa da, ne zaman gerçekleşeceğinin bir garantisi yok.