COVİD-19 salgını nedeniyle ülkeler kendi derdine düşünce, dünyayı da bir sükunet kapladı.

Ancak bu sakinlik son derece yanıltıcı! Çünkü salgın sonrası düzende, tüm dünyada çatışmalar daha görünür hale gelecek gibi...

İRAN İLE ABD/İSRAİL  ÇATIŞMASI: Ortadoğu’da, Türkiye’nin yanı başında, “geliyorum” diyen en sert çatışma olasılığı İran ile ABD/İsrail arasında.

İran’ı “tehdit öncelikleri” arasına yerleştirmiş Trump yönetiminin Tahran’ı “cezalandırma” politikasına küresel salgın bile etki etmedi. Korona salgını altında inleyen İran’a, ABD yaptırımları sürüyor.

Sadece bu kadar da değil...

Basra Körfezi’nde, Amerikan savaş gemileri ile İran gemileri tehlikeli şekilde karşı karşıya gelmeye başladı. Taraflar, karşılıklı “ateş etmekten kaçınmayız” tehditlerini bir üst seviyeye çıkardı.

AKP hükümeti de elbette, çatışma olasılığında “yerini almaya hazırlanan” bir görüntü veriyor.  Bunun işaretlerini, yandaş medyada son dönemde İdlib ile ilgili tüm haberlerde “İran yanlısı milislerin saldırılarının” öne çıkarılmasında görmek mümkün.

Tüm bunlara, sırf Trump’la ilişkiler bozulmasın diye Erdoğan’ın, tam 12 kere “Nisanda aktive edeceğiz” dediği S-400’leri “başka bahara” kadar depoda bırakmasını da ekleyin.

KÜRTLER ARASINDA ÇATIŞMA: Irak’ta olağanüstü günler yaşanıyor. Barzani yönetimi, Kandil’in tam karşısına -ki buralar Talabani’nin KYB’sinin kontrolündeki bölgeler- peşmerge yerleştirdi. Bu adıma karşı, geleneksel olarak İran’la daha yakın duran KYB’nin itirazlarını ise kimse ciddiye almadı.

Barzani’nin bu hareketi, son dönemde Irak’ta Bağdat Hükümeti’nin kontrol ettiği alandan çekilip, Kürt bölgesine, Erbil’e yerleşen ABD’den habersiz yaptığını düşünmek pek mümkün değil.

“Amerikan askerlerinin botlarını yere değdirmemek” isteyen Washington yönetiminin, İran’la yaklaşan çatışmada bölgeden güçlü bir “müttefike” ihtiyacı olacak. Görünen en uygun aday Türkiye. Bunun için verilecek olan “ödül” ise belli ki Kandil’in tamamen devre dışı bırakılması. Suriye’nin kuzeyinde kendi eliyle PKK uzantılarına bir “özerk bölge/yönetim” kurduran ABD için, artık Kandil’in feda edilmesi zor değil. -Bunun planlandığı zaten ABD’nin, Suriye’nin kuzeyindeki PKK uzantılarının sözde komutanını “muhatap” kabul etmesinden de belli olmuştu.-

OTORİTERLİK/DEMOKRASİ ÇATIŞMASI: Covid-19 ile birlikte dünyada gün yüzüne çıkan en sert çatışma ise popülist liderlerin salgını bahane edip, otoriterliğe hızlıca geçiş yapmaya çalışmaları. Avrupa’da en görünen örnekler Macaristan ve Polonya.

Macaristan’ın popülist sağcı Başbakanı Viktor Orban, salgın nedeniyle parlamentonun tüm yetkilerini geçici olarak kendi üzerine alan kararı çıkarmayı başardı. Yeni yetkilerini, muhalif partilerin yönetimindeki belediyelerin gelirlerini -salgın fonuna aktaracağım diye- keserek kullanıyor. Salgınla hiç ilgisi olmayan adımlar da atıyor; kürtajı zorlaştırmak ya da LGBT haklarını kısıtlamak gibi.

Benzer bir deneyimi Polonya da yaşıyor. Salgın nedeniyle olağanüstü hal uygulanan, her türlü gösteri ve toplantının yasaklandığı ülkede, iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi, Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapmaya kalktı. Amaç, muhalefetin propaganda yapmasını engelleyip rahat bir zafer kazanmak.

Polonya’da adında hem hukuk, hem de adalet geçen iktidardaki partinin atmaya çalıştığı bir başka adım ise yargıyı tümden kontrol altına almak. Bunun için hakimlerin verdikleri kararları sorgulayacak bir “disiplin komitesi” kurdular bile.

-Buraya kadar yazdıklarım çok tanıdık gelebilir; Türkiye de rejim değiştiren halk oylamasını da, cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerini de olağanüstü hal altında yapmıştık. Salgın ortamında AKP hükümetinin bağış toplayıp, halka yardım ulaştırmaya çalışan CHP’li belediyelere yaptıkları ortada. Yargı alanında ise olan bitenin herkes farkında. (Uyuşturucu tüccarları, mafya bozuntuları salınırken, hala hapiste tutulan gazeteci meslektaşlarıma selam olsun)-

Elbette korona salgını geçecek. Geçtiğinde ise şu an için gölgede bıraktığı tüm bu çatışmalarla yüzleşeceğiz.

Zor günler geride kaldı. Daha zor günler kapıda...

Bir videonun düşündürdükleri


23 Nisan, Atatürk Cumhuriyeti’nin temel taşı, TBMM’nin kuruluşunun 100. yıl dönümüydü.

Salgın nedeniyle çok fazla kutlama olmadı; TBMM’de bir özel oturum, akşam da halkın balkonlardan hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söylemesi. Bitti.

Geriye ise tüm Türkiye’nin tartışması gereken bir görüntü kaldı.

Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından hazırlanan 23 Nisan’a özel videoda, askerlerin üniformalarıyla İstiklal Marşı’nı söylediklerini izledik. Videonun sonunda ise Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları birlikte İstiklal Marşı’nı söylerken görülüyorlardı. İşte tartışılması gereken görüntü bu.

Videoda Hulusi Bey, sivil kıyafet içinde. Bu normal.

Ancak komutanlar da sivil giyinmiş. Hiçbirinde kravat yok.

Genelkurmay Başkanı’nın, kuvvet komutanlarının sivil giyinmesi TSK teşkilat yasasına uygun mu?

Ne mesaj verilmeye çalışılıyor?

Mesaj halka mı, hükümete mi?

Uzun uzun tartışılması gerekir...