Bir dönem AK Parti’ye de oy vermiş bir iş adamı arkadaşım, böyle giderse AK Parti’nin oylarının yüzde 20 civarında olacağını söylemişti. Ben de “yok daha neler” diye itiraz ettim. Bahse girdik. İlk seçimde AK Parti oyları yüzde 21 ve üstünde ise ben, altında ise o kazanacak.

Arkadaşıma “neye güvenip de böyle iddialı bir bahse tutuşuyorsun” diye sorduğumda başta Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri olmak üzere ülke genelinde oylarda kitlesel kaymalar olacağını savundu. Ona göre seçim yaklaştıkça, gittikçe kötüleşen ekonomik koşullardan bunalacak, koşulların faturasını AK Parti’ye ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a kesecek seçmen kendilerine yeni adresler bulacak ve bu da AK Parti’de büyük erimeye neden olacak.

Ben ise bahse girdiğimizden bu yana, 20 yıldır ülkeyi yöneten, devletin bütün gücünü elinde bulunduran bir partinin, bütün yetkileri elinde tutan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu kadar büyük bir düşüş yaşamayabileceğini düşünerek, bahsi kesin kazanacağıma dair bir rahatlık içindeydim. Hatta son baktığım bütün anketlerde AK Parti’nin kararsızlarla birlikte yüzde 30’larda olduğunu gördükçe, bahsi kaybedeceği yönünde mesajlarla birlikte arkadaşımla paylaşıyordum.

★★★

Gelin görün ki son zamanlarda yaşananlar kafamı karıştırmaya başladı. Artık çok rahat değilim.

Hangi kente gitsem, geçmişte AK Parti saflarında gördüğüm, her daim Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı savunan insanları, artık AK Parti’yi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın icraatlarını eleştirirken buluyorum.

AK Parti yöneticilerinin dahi iktidarın icraatlarını savunmakta zorlandığını görüyorum.

Faiz indirimlerini ve devamındaki kur yükselişlerini, sağanak gibi yağan zamları kimse savunamadığı gibi, neden böyle bir politikanın izlendiğini açıklamakta da zorlanıyorlar.

Peki AK Parti anketlerde neden hâlâ yüzde 30’larda çıkıyor?

Geçen salı günü, bu soruyu bir önceki dönem AK Parti’den belediye başkanlığı yapmış, ancak iktidarın son dönem icraatlarından pek de memnun olmayan AK Partili bir siyasetçiye sordum. Belediye başkanlığı yaptığı yerde aynı gün yaşadığı şu anekdotu anlattı.

“Bugün bizim buralarda anketçiler vardı. Bir esnafı ziyaret ediyordum. Aramızda şöyle bir diyalog geçti:

- Ne soruyorlar

- Hangi partiye oy vereceğimizi soruyorlar

- Sen ne yanıt verdin.

- Tabii ki ‘AK Parti’ye oy vereceğim’ dedim.

- Ama son zamanlarda pek AK Parti’ye oy verecek gibi davranmıyorsun.

- Vermeyeceğim zaten

- Niye öyle dedin peki?

- Akşam dükkanı polis mi bassın?”

AK Partili siyasetçi, benzer durumları başka yerlerde de gördüğüne dikkat çekti ve AK Partili yöneticilerin de sahadaki bu durumdan haberdar olduğunu savundu.

★★★

Çeyrek asırdır siyaseti takip eden bir gazeteci olarak diyorum ki böyle durumlar bir “dip dalgasına” işaret eder. Zira, merhum Bülent Ecevit’in partisi DSP’nin Nisan 1999 seçimleriyle Kasım 2002 seçimlerinde aldığı oy oranları arasında 20.97 puan fark oluşmuştu. Şubat 2001 ekonomik krizinin sonuçlarını yaşamış olan seçmen, büyük bir dip dalgası oluşturmuş, - seçimlerin yapıldığı 3 Kasım 2002 gününe dek ekonomik veriler düzelmeye başladığı halde- ekonomik krizin faturasını hem hükümeti oluşturan hem TBMM’de bulunan partilere kesmişti.

3 Kasım 2002 seçimleri öncesinde, medyada ve anketlerde pek görülmeyen, ancak geldiği hissedilen o dip dalgası, DSP’den, Saadet Partisi’nden, DYP’den, MHP’den ve ANAP’tan kopup AK Parti’yi iktidara taşımıştı.

Bahse girdiğimde kaybedeceğime “sıfır ihtimal” veriyordum.

Ancak, artık anketlere pek de yansımayan bir dip dalgasının bütün beklentileri alt üst edebileceği gerçeğini görüyor ve bahsi kaybetmemin “ihtimal dahilinde” olacağını düşünüyorum.

Bakalım o dip dalgası kimi iktidara taşıyacak, kime fatura kesecek?