Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Sazlıdere Köprüsü’nün temel atma törenindeki konuşmasında şöyle bir bölüm vardı:

“Yatırımcıları tehdit ediyorlar. ‘Biz geliyoruz, geldiğimizde size ödeme yapmayacağız, bu yatırımları elinizden alacağız.’ Bankaları tehdit ediyorlar, hızlarını alamayıp projeye ilgi duyan ülkeleri tehdit ediyorlar. Bu ne terbiyesizliktir! Devletlerde devamlılık esastır, bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Sizler nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar. Bunları da öğren. Bunlar tam manasıyla çaylak. Devlet yönetimi nedir haberleri yok. Bankalara ödeme yapmazmış...”

Dinlerken kulaklarıma inanamadım. Çünkü kurduğu cümlelerin hiçbiri “20 yıldır girdiği her seçimi kazanan”, “Seçimler konusunda adeta özgüven abidesi gibi duran” bir liderin kuracağı türden cümleler değildi.

Erdoğan’ın konuşmasındaki bu paragrafta “siyasal iletişim” açısından tam üç yanlış yapıldığı kanaatindeyim:

- Erdoğan’ın açıklamasından Kanal İstanbul Projesi’ne finansman bulunamadığı anlaşılıyor. Erdoğan, bu gerçeği muhalefetin tavrı üzerinden itiraf ediyor.

Yatırımcıların, bankaların, ilgili ülkelerin, 30-40 milyar dolar gibi büyük bir finansmanı sağlama konusunda ihtiyatlı ve çekingen yaklaştığı doğrudur. Ancak bunun nedeni Erdoğan’ın söylediği gibi muhalefetin “elinizden alacağız” tehditleri değil. Asıl baktıkları, Türkiye’nin ve Türkiye ekonomisinin dışarıdan görünümü, hukuk devleti, şeffaflık, öngörülebilirlik ve demokrasi standartları.

- Erdoğan’ın kurduğu cümleden, projeyle ilgili yatırımcıların, bankaların ve ülkelerin, yakın gelecekte Türkiye’deki olası bir iktidar değişikliğini kabullendiği sonucu çıkıyor. Oysa seçimler konusunda özgüvenli bir Erdoğan, “muhalefet tehdit ediyor” dedikten sonra yatırımcılara, bankalara ve ilgili ülkelere dönüp “merak etmeyin, onların iktidara geleceği yok, muhatabınız yine biz olacağız” diye seslenirdi.

- Erdoğan, son yıllarda bütün siyasal iletişim kurgusunu “yerli ve milli” kavramı üzerine bina etmişti. Böyle bir liderin, yabancıların Türkiye’den “söke söke” para alacağını söylemesi büyük bir çelişki değil mi? “Devlette devamlılık” elbette esastır ama bu proje devletin değil AK Parti iktidarının projesidir. Eğer millet Kanal İstanbul’a ve bu konudaki anlaşmalara karşı çıkan partileri iktidara getirirse, o iktidar o millet adına anlaşmaları gözden geçirebilir. (Ayrıca madem “devlette devamlılık” kavramı esastır, o halde Erdoğan’ın TBMM onayıyla taraf olunan İstanbul Sözleşmesi’nden tek başına çıkmasını nasıl açıklayacağız?)

Kanal İstanbul projesi, içinde kupon araziler, lüks konutlar, köprüler, limanlar gibi müteahhitlik işleri olan, kullanılmasa dahi “maliyeti” uzun yıllar boyunca millet tarafından ödenecek bir rant projesidir.

Türkiye’de yapılacak ilk seçimler, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” gibi “Kanal İstanbul Projesi” için de bir referandum niteliğinde olacak.

Millet Kanal İstanbul’a karşı olan partileri iktidara getirirse, iktidarı belirleyen milletin Kanal İstanbul konusundaki kararına da saygı göstermek gerekir.

En iyi gazeteci “yere serilen” gazetecidir!


Bülent Kılıç, aralarında “Dünya Basın Fotoğrafı” ödülünün de olduğu çok sayıda ödül almış bir fotomuhabiridir.

Halihazırda Fransız Haber Ajansı (AFP) için çalışıyor.

Kendisi önceki gün gazeteci kimliğiyle İstanbul’da bir gösteri izliyordu. Bir grup polis tarafından yüz üstü yatırıldı, elleri arkadan plastik kelepçeyle bağlandı, fotoğraf makinası zarar gördü.

Aynı gün, başka bir grup polis, Cihangir’de kafelerde oturan insanlara da benzer şeyler yaptı. Bir kişiyi en az 30 polis “etkisiz hale” getirdi. Bir polis müdürü, kendisini kanun yerine koyup, anlamsız/kanunsuz yasaklar üretmeye, önüne geleni gözaltına aldırmaya çalıştı. Yarattığı hukuk dışı manzarayı görüntüleyen bir gazeteciyi de engellemeye kalktı.

İki olayda da ortaya çıkan fotoğraf, ne yazık ki Türkiye’deki demokrasinin fotoğrafıdır.

Bu fotoğrafların yaratıcılarına göre “en iyi”, “en muteber” gazeteci, orantısız şiddeti kayda alıp halka ulaştıranlar değil, her platformda iktidara bağlılığını bildiren, hatta siyaset-mafya-devlet üçgenindeki kirli trafikte şerit kapanlardır. Onlar baş üstünde gezdirilirken, işini yapan gazeteciler yere serilebilir, elleri arkadan kelepçelenebilir!

Oysa kimse şunu unutmamalıdır:

Aslında yere serilen, arkadan kelepçelenen gazeteci değil, demokrasi ve hukuk devletidir.

“En iyi gazeteci” de mesleğini yaparken “yere serilmek” dahil birçok zorluğu göğüsleyendir ve iyi gazeteciler bir gün herkese lazım olacak!