Uzun zamandır “kent heykelleri” konulu bir yazı yazmak istiyordum. Diyarbakır’da Mayıs ayında Kayyum tarafından yaptırılan “tatlıcı” ve “karpuz içindeki çocuk” heykelleri çok güzel bir fırsat yaratmıştı ama ülkenin hiç dinmeyen siyasi gündemi o fırsatı kullanmama izin vermedi.

Ancak, geçenlerde İnstagram’da gördüğüm bir mesaj, bana “artık zamanı geldi” dedirtti ve bugün SÖZCÜ Haftasonu Gazetesi’ne yazmaya karar verdim.



“Unutulmaz.kareler” isimli hesabın paylaşımında İtalyan ressam Michelangelo’nun ünlü “Musa’nın Hükmü” heykelinden bir kesit vardı. Kolundaki flexor kası kare içine alınmıştı ve altına “Bu kas sadece serçe parmak havaya kalktığında ortaya çıkan bir kas bloğudur. Şimdi serçe parmağa bakın. Sonra da kaydırıp ‘ya tutarsa’ diye iç çekebilirsiniz.”



İkinci kare ise yukarıdaki çirkin Nasrettin Hoca heykeline ayrılmıştı. (Söz konusu heykel 2017’de şehirler arası bir yoldaki dinlenme tesisine yapılmış, çok büyük tepki çekmişti.)

★★★

Önce Michelangelo ve Musa’nın Hükmü heykeline dair bazı detayları paylaşayım:

Rönesans ressamı Michelangelo, detaycılığıyla ünlüdür.

Heykeli, Roma’da San Pietro Katolik Kilisesi’nde Papa 2. Julius’un mezarında bulunuyor. Ben de bir resim-heykel tutkunu olarak Roma’ya her yolum düştüğünde o heykeli ziyaret eder, her seferinde de yeni bir ayrıntı keşfederim. Musa heykeline dikkatli bakıldığında Michelangelo’nun, saçları, kasları, hatta damarları dahi en ince ayrıntısına kadar oyarak mermeri dize getirdiğini görürsünüz.

Heykelin en ilginç yanı, Michelangelo’nun Musa’yı “boynuzlu” tasvir etmesidir. Bunun nedenini bir ziyaretimizde bize eşlik eden eski NATO Genel Sekreter Yardımcısı Büyükelçi Hüseyin Diriöz anlatmıştı. Bu durum bir çeviri hatasından kaynaklanmış. Tevrat’ın İbranice orijinalinde Musa’nın Sina Dağı’ndan inişi anlatılırken “qaran” kelimesi kullanılmış. Bu kelime hem “ışık huzmesi, ışıldama” hem de “boynuz” anlamına geliyor. Tevrat’ı Latince’ye çevirenler “boynuz” olarak çevirmeyi seçmiş. Hal böyle olunca Latince Tevrat’ta Musa’nın kafasından gelen ışık huzmesi, boynuz olarak tasvir edilmiş.

★★★

Şimdi asıl konumuza dönelim: Mayıs ayında Diyarbakır Kayyumu iki ilginç heykeli Havaalanı yoluna koydurttu. Biri “tatlıcı”, diğeri “karpuz içindeki çocuk” heykeliydi. İki heykel de korkunç görünüyordu.



Emeğe saygısızlık etmek istemem ama ikisi de korku filmi figürlerini çağrıştırıyordu. Arabayla seyir halinde alacakaranlıkta görseniz, panik olup kaza yapmanız işten bile olmazdı.

Neyse ki tepkiler üzerine kaldırdılar.

Sadece Diyarbakır’daki heykeller mi?

İzmir’e her gidip, çevreyolundan şehre geçtiğimde korkunç bir Nasrettin Hoca heykeli görüyorum. Ankara’daki dinozorları, robot heykellerini, efe kıyafeti giymiş kedi heykellerini anımsarsınız.

Afyon’daki sucuk, İnegöl’deki köfte, Gemlik’teki zeytin, Beypazarı’ndaki havuç, Erzurum’daki teşbih, Malatya’daki kayısı, Antalya’daki portakal, Gaziantep’teki antepfıstığı, Iğdır’daki leylek, Kastamonu’daki sarımsak, Konya’daki şeker pancarı, Kumluca’daki “karışık sebzeler”, Kırkağaç’taki kavun, Mersin’deki köylü güzeli, Osmaniye’deki turp (ya da şalgam), Şanlıurfa’daki kırmızı biber, Sivas’taki kangal köpeği, Trabzon’daki kemençe, Van’daki “canavar”, Zonguldak’taki baston heykelleri ve daha niceleri...



Hepsi, yerel yönetimlerimizin heykel sanatına ilgisinin geldiği noktayı gösteriyor.

★★★

Oysa dünyada birçok kent, heykelleriyle özdeşleşmiştir. New York’a gidip de Özgürlük Anıtı önünde fotoğraf çektirmeyen var mı?

Paris’te, Rodin’in imzasını taşıyan “Düşünen Adam” ve Kopenhag’daki “Küçük Deniz Kızı” heykeli her yıl milyonlarca insanla buluşuyor.

Belçika’nın en çok turist çeken heykellerinden biri olan “işeyen çocuk”, 1619 yılında yapılmış.

Breziyla denince insanın aklına hemen Rio De Jenerio’daki “Kurtarıcı İsa” heykeli geliyor. Sovyetler Birliği döneminde adı Stalingrad olan Volgagrad kentindeki “Anavatan Çağırıyor” isimli heykel, bütün görkemiyle bize Nazi zulmünün durdurulduğu günleri çağrıştırıyor. Bu liste böyle uzayıp gider. Size ayrıca dünya kentlerinden bir çırpıda, onlarca modern, yaratıcı kent heykeli daha sayabilirim.

★★★

Finalde asıl sorulara gelelim:

Binlerce yıl boyunca, Anadolu topraklarında muhteşem heykeller yapıldı. Nemrut Dağı’ndaki kral heykelleri, Hatay’daki Şuppiluliuma heykelleri, Akdeniz ve Ege kentlerindeki muhteşem Apollo, Afrodit, Athena, Venüs, Artemis, Caligula heykelleri, olağanüstü detaylarla süslü lahitler orada duruyor. Frigyalıların Kybele heykelleri müzelerde bütün ihtişamıyla bizi izliyor.

Biz Anadolu’nun yeni mirasçılarının kurduğu “yeni” ve “Modern” kentler, heykel sanatı açısından neden böyle çorak?

Peki “bakarken tahrik olduğu” gerekçesiyle heykelleri kaldıran bu yeni nesil, Anadolu’ya reva mı?