Kuşkusuz ki tüm insanlar eşit doğdu, ancak kadınlar, o eşitliğe sahip olabilmek için yüz yıllar boyunca mücadele etmek zorunda kaldılar...


Bugün 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü... Bugün kadın hakları mücadelesi tarihinden söz edeceğim. Özellikle Sanayi Devrimi sonrasında kadın emeğinin sömürülmesine karşı işçi kadınların insanca yaşamak için canları pahasına verdikleri o mücadeleyi anlatacağım.

TARİH BOYUNCA KADIN

Antropolojik bulgulara göre insanlık tarihinin en eski dönemlerinde cinsler arasında eşitsizlik belirgin değildi. Tarım devrimi, yerleşik hayat ve üretimle birlikte toplumda cins ayrımı belirginleşti ve kadın öne çıktı. Yerleşik düzende erkek avcılığa devam ederken, kadın toprağı ekip biçiyordu. Doğurganlık, üretim, mülkiyet, veraset gibi kavramların ortaya çıkmasıyla “analık” vasfına sahip kadın üstünlük kazandı. İlkel toplumda çocuklar ana soyuna bağlandı, veraset anadan oğula geçti. Doğurganlık ve üretim arasında kurulan ilişki nedeniyle “toprak” ve “kadın” özdeşleştirildi. Bu özdeşlik, “Toprak Ana”, “Ana Tanrıça” yaklaşımıyla sembolleşti.

Taş Devrinden Tunç Devrine geçişle erkek önce toprağa bağlandı, sonra gücünü kullanarak toprağı kendine bağladı. Bu tarihsel dönüşümü Prof. Dr. Bedia Akarsu şöyle anlatıyor:

Çiftçi yerin, iklimin, toprağın tesadüflerine bağlı idi, pasifti, büyüyle sürükleniyordu. İşçi ise aletini kendi isteğine göre yaratıyordu. (...) Pratik ilgiler ilk sıraya geçince mistik değerler de arka plana çekildiler. Erkek artık kendi gücünü tanıyordu. Aletler yapması ile birlikte erkek tabiatın büyülü etkisinden kendini kurtarıyor, böylece akıl çağı başlamış oluyordu. (...) Erkek kendinden sonraki kuşaklara kendini kabul ettirince kadınlığın hâkimiyetinden (de) kendini kurtardı ve yeryüzü üzerindeki egemenliğini kurdu, eski kadınlık hukuku öldü. Böylece dünyada erkekler saltanatı başlamış oldu. (Bedia Akarsu, Atatürk Devrimi ve Temelleri, İstanbul, 1995, s. 58).

Amerika’da 19. yüzyılda hak arayışındaki kadın göstericiler.


Yazının bulunması ve yazılı hukuk kurallarının ortaya çıkması sayesinde tarihi dönemlerde kadının toplumdaki yeri, konumu ve hakları hakkında bilgiye sahibiz. Örneğin, Babil’de Hammurabi Kanunları ile kadınlara bazı haklar verildi. İran’da kadın diğer doğu toplumlarına göre daha çok saygı gördü. Eski Mısır’da kadın erkeği tamamlıyordu. Hititlerde de kadının bazı hakları vardı. Antik Yunan’da kadın birçok bakımdan sınırlandırılmıştı; Atina’da kadın bütün ömrü boyunca reşit olamazdı; babaya, kocaya, kocanın varislerine bağlıydı. Bütün miras erkek çocuklara aitti. Buna karşın Sparta’da kadın neredeyse erkekle eşitti. 12 Levha Kanunları’na göre Romalı kadın hem babaya hem kocaya aitti. Buna karşın kadın toplumda saygı görür, evi çekip çevirir, törenlere katılır, tiyatroya giderdi. Roma’da Sezar ve Markus Aurelius kadınlara önemli haklar verdi. Yahudilikte de kadınların hakları sınırlıydı. Eski ve Yeni Ahit kadının erkeğe bağlı olduğunu savundu. (Akarsu, s. 58-61). Katolik Kilisesi kadını baskılayıp sınırlandırdı. İslamiyet ortaya çıkarken kadınlara bazı haklar verdi. Ancak zaman içinde İslam toplumlarında “dinsel hükümler gerekçe gösterilerek” kadınlar baskılandı. Buna karşın, İslam öncesi Türklerde kadın erkek birçok bakımdan eşitti. Öyle ki hükümdar eşleri devlet yönetimine katılır, hatta bazen devleti yönetirlerdi. Türk kadını toplumsal hayatta da son derece özgürdü.

Batı’da Kadınların Hak Arayışı


Batı’da, Ortaçağ’da, Katolik Kilisesinin baskılayıp sınırlandırdığı Batılı kadın, Rönesans ve Reform’la birlikte zincirlerini kırmaya başladı. Aydınlanma Çağı’nda aklını kullanma cesareti gösteren özgür insan, cins ayrımı gözetmeden aydınlanmayı
savundu.

Peki, ama “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet” sloganlarıyla dünyayı değiştiren 1789 Fransız Devrimi Batılı kadını tam anlamıyla özgürleştirdi mi? Hayır! 1790’da erkek çocuğun veraset önceliği kaldırıldı. Kız ve erkek çocuklara veraset eşitliği sağlandı. 1792’de boşanma hakkı tanındı. Ancak bu küçük kazanımlar kadınları erkerlerle eşit kılmaya yetmedi. Fransız Devrimi sonrasında Batılı kadın hâlâ pek çok temel haktan yoksundu.

25 Mart 1911’de New York’ta yanan Triangle Gömlek Fabrikası. Bu fabrikada çıkan yangında 146 tekstil işçisi can verdi.


Örneğin, demokrasinin beşiği olarak bilinen İngiltere’de 1830’larda bile kadınların hakları çok sınırlıydı. Ailede mallar ve çocukların velayeti kocaya aitti. Ünlü İngiliz hukuk bilimci William Blackstone 1765 tarihli “İngiliz Yasaları Üzerine Değerlendirmeler” adlı eserinde “Yasaya göre evlilikte erkek ve kadın bir kişiye dönüşür; evlilik süresince kadının kişisel varlığı ve hukuki varlığı askıya alınır” diyordu. İngiltere’de 1839’da çıkarılan “Çocuk ve Velayet Yasası” ile 7 yaş altı çocuklar için annelere bazı haklar tanındı. 1857’de “Evlilik Davaları Yasası” ile kadınların boşanma davaları açabilecekleri durumlar belirlendi. 1870’te “Evli Kadınların Mülkiyet Hakkı Yasası” kabul edildi. Mary Wollstonecraft, 1792’de “Kadın Haklarının Savunması” adlı bir kitap kaleme aldı. Wollstonecraft kitabında “Kadınlara, insan türünün bir parçası olmayan aşağı bir varlık gibi davranıldığını” yazdı. İngiltere’de kadın hakları mücadelesi İngiliz filozof John Stuart Mill’in katkısıyla önemli bir ivme kazandı. Mill, 1869’da yazdığı “Kadınların Köleleştirilmesi” adlı eserinde hukuki, ekonomik ve siyasi alanlarda kadınlara eşitlik istedi. (Daron Acemoğlu-James A. Robinson, Dar Koridor, İstanbul, 2019, s. 223-225)

Batı’da kadınlar, sosyal hakları yanında siyasi hakları için de çok mücadele ettiler. İngiltere’de 1867’de Stuart Mill, İngiliz parlamentosunda kadınlara oy hakkı istedi. Ardından İngiliz kadınlar Mrs. Fawcett yönetiminde politik bir örgütlemeye gittiler. Mrs. Fawcett öncülüğünde kadınlara oy hakkı isteyen İngiliz kadın hareketine “Sufragette” adı verildi. Sufragetteler İngiltere’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmesi için her yolu denediler. Ellerinde pankartlarla sokaklarda yürüdüler, mitingler düzenlediler, konuşmalar yaptılar, polisle karşı karşıya geldiler, mahkemelere düştüler, açlık grevi yaptılar, para topladılar. Mücadeleleri sonunda 1907’de kadınların oy hakkı için bir komite kurdular. Mücadele uzun sürdü ama işe yaradı. İngiltere’de 1918’de 30 yaşın üzerindeki kadınlara oy verme hakkı tanındı. 1928’de ise tüm yetişkin kadınlara seçme ve seçilme hakkı verildi.

Amerikan kadınları ise siyasi hak mücadelesine 1830’larda başladılar. Amerika’da kadınların siyasi hak mücadelesi, siyahların eşitlik mücadelesiyle birlikte yürüdü. Amerikan kadınları 1840’da bir kadın hakları birliği kurdular. “Ne renk, ne cins oy hakkına engel olamaz” sloganıyla hareket ettiler. 1788’de seçilme hakkı kazanan Amerikan kadını, uzun bir mücadele sonunda 1920’de seçme hakkı kazandı.

Almanya’da 1848’de Luise Otto adlı bir kadın, kadın hakları mücadelesini başattı. 1865’te “Genel Alman Kadın Birliği”ni kurdu. İşçi birlikleri ve Sosyalist Kadınlar Birliği ortak hareket ettiler. Sonunda Alman kadınlar 1918’de oy hakkı kazandılar. Ancak Naziler kadınların oy hakkını gasp ettiler. (Akarsu, s. 64- 65)

Sanayi Devrimi’nden Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne


Sanayi Devrimi’nin ilk zamanlarında erkeklerin fabrikadan uzak durdukları ortamda fabrikatörler, kadın ve çocuk emeğinden yararlanmayı denediler. Kadınlar ve çocuklar çok daha az bir ücretle, itiraz etmeden işlerini yapıyorlardı. 1838’de İngiltere’de tekstil fabrikalarında çalışan işçilerin yüzde 77’sini kadın işçiler oluşturuyordu. Bu kadın işçilerin ücretleri erkek işçilerin ücretlerinin yarısı kadar bile değildi. (E. J. Hobsbawm, Sanayi ve İmparatorluk, Ankara, 1987, s. 52, 137).

Sanayi Devrimi sonrasında İngiltere gibi Amerika’da da kadın işçiler fabrikaları doldurdular. Ancak kadın çalışanlar erkeklerin yarısı kadar ücret almalarına karşın haftada 14-16 saat arasında çalıştırılıyorlardı. Amerika’da 1830’lada Lowel gibi bazı fabrikalarda başlayan işçi grevleri 1850’lerde devam etti. Çalışma koşullarının iyileştirilmesini, çalışma saatlerinin azaltılıp ücretlerin artırılmasını ve kadın işçilerin eşit haklara sahip olmasını isteyen çoğu kadın, 40 bin tekstil işçisi New York’ta greve gitti. İşçilerle polis arasında şiddetli çatışmalar oldu.

8 Mart’ın Dünya Kadınlar Günü olmasını sağlayan Clara Zetkin


8 Mart 1857’de New York’ta, bir grup tekstil işçisinin düşük ücretlere ve ağır çalışma koşullarına başkaldırmasıyla başlayan protestolar sırasında bir fabrikada çıkan yangında 129 kadın işçi hayatını kaybetti. Olaylı cenaze törenine 10 bini aşkın işçi katıldı. Yaygın kabule göre “Dünya Kadınlar Günü” bu acı olayla doğdu.

1889’da Paris’te “Uluslararası İşçiler Kongresi” toplandı. Bu kongreye Alman işçi kadınlarını temsilen Clara Zetkin katıldı, Zetkin, kongreye “Kadının Kurtuluşu” başlıklı bir de rapor sundu. Zetkin, sosyalist bir yaklaşımla kadınları sınıf temelli mücadeleye çağırdı. Bu çağrı, kadın haklarında bir dönüm noktası olacaktı.

Batı’da kadın işçiler için ilk kanun 1892’de çıkarıldı. 1900’de iş günü 12 saate indirildi. 1905’te ise hafta tatili kabul edildi. Fakat bu haklar son derece yetersizdi. Bu nedenle kadın işçilerin hak talepleri devam etti.

8 Mart 1908’de New York’ta Cotton Tekstil Fabrikası’nın kadın işçileri daha iyi çalışma koşulları, sendikal haklar ve kadınlara oy hakkı için greve gittiler.  Grev, büyük yankı uyandırdı.

26-27 Ağustos 1910’da Danimarka Kopenhag’da “İkinci Uluslararası Kadınlar Konferansı” toplandı. 17 ülkeden 100 kadın delegenin katıldığı bu konferansta kadın işçilerin günde 8 saatten fazla çalıştırılmaması, hamile işçilere doğumdan önce 8 hafta doğum izni verilmesi, 12 yaşından küçük çocukların çalıştırılmaması ve kadınlara oy hakkı gibi önemli istekler dile getirildi. Bu konferansta Clara Zetkin, her yıl bir günün “Uluslararası Kadınlar Günü” olarak kutlanmasını önerdi. Öneri oy birliğiyle kabul edildi. 19 Mart 1911’de Almanya, Avusturya, Danimarka ve İsviçre’de bir milyondan fazla kadının katılımıyla ilk “Uluslararası Kadın Günü” kutlamaları yapıldı.

Ancak kadın işçilerin çilesi bitmek bilmedi. 25 Mart 1911’de New York’ta Triangle Gömlek Fabrikası’nda çıkan yangında 123’ü kadın olmak üzere 146 tekstil işçisi öldü. İşçileri fabrikada tutmak amacıyla fabrika kapılarının kilitlenmiş olması facianın boyutlarını daha da artırdı. 5 Nisan 1911’de on binlerce işçi protesto yürüyüşüne dönen cenaze törenine katıldı. (https://trianglefire.ilr.cornell.edu).

20. yüzyılın başında özellikle tekstil fabrikalarında çalışan kadın işçilerin grev dalgası tüm dünyayı sardı. Örneğin Rusya St. Petersburg’da (Petrograd’da) tekstil işçisi kadınlar, 8 Mart 1917’de greve gittiler. Bu büyük kadın işçi grevi 1917 Bolşevik Devrimi’nin fitilini ateşleyen kıvılcımlardan biri oldu.

1921’de Moskova’da gerçekleştirilen “Üçüncü Uluslararası Kadınlar Konferansı”nda “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”nün 8 Mart’ta kutlanmasına karar verildi.

Bazı kaynaklara göre 8 Mart 1857’de New York’ta bir fabrikada yanarak ölen 129 kadın işçinin anısına, bazı kaynaklara göre 8 Mart 1908’de New York’ta gerçekleştirilen kadın işçi grevi anısına, bazı kaynaklara göre 25 Mart 1911’de New York Triangle Gömlek Fabrikası’nda 123 kadın tekstil işçisinin ölümü anısına, bazı kaynaklara göre ise 8 Mart 1917’de Petrogradlı kadın işçilerin direnişine atıfla -1922 yılından itibaren- 8 Mart “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. (https://www.marxists.org/archive/lenin/works/1921/mar/04.htm)

Bu olaylardan yıllar sonra 16 Aralık 1977’de, Birleşmiş Milletler, 8 Mart’ı Dünya Kadınlar Günü ilan etti. Bugün Birleşmiş Milletler’in resmi web sitesinde, Dünya Kadınlar Günü olarak 8 Mart’ın seçilmesinde “1917 Rus Devrimi sırasındaki kadın hareketinin güçlü biçimde etkili olduğu” belirtilmektedir. (https://web.archive.org/web/20200308132802/https://www.un.org/en/observances/womensday/bakground)

Özetle, Sanayi Devrimi sonrasında kapitalist sömürüye başkaldıran emekçi kadının canı pahasına verdiği mücadelenin simgesidir 8 Mart. Kutlu olsun.