4 Kasım 1993, İstanbul...

O gün, dönemin Başbakanı Tansu Çiller, Holiday Inn Oteli’nde yaptığı basın toplantısında; ellerinde PKK’ya haraç veren iş adamları ve sanatçıların listesinin olduğunu belirterek “Onlardan hesap soracağız” dedi.

O tarihlerde Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürü idi.

Çiller’in bu açıklamasından kısa süre sonra, listede yer aldıkları ve uyuşturucu kaçakçılığından PKK’ya pay verdikleri öne sürülen Kürt iş adamları teker teker faili meçhul cinayetlere kurban gitmeye başladılar.

Liste başı olduğu iddia edilen Behçet Cantürk ve şoförü Recep Kuzu’nun cesetleri 15 Ocak 1994 günü Sapanca yakınlarında bulundu. Onları diğerleri izledi ve infazların yapıldığı Sapanca-Gebze-Hendek hattı, “ölüm üçgeni” olarak anılmaya başlandı...

★★★

Listede yer alanlardan biri de Kumarhaneler Kralı olarak ünlenen Ömer Lütfü Topal’dı.

Topal, uyuşturucu nedeniyle Belçika ve ABD cezaevlerinde yatmış eski bir hükümlüydü. Türkiye’nin yanı sıra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Polonya, Romanya, Azerbaycan ve Türkmenistan’daki onlarca kumarhanenin sahibiydi.

Araştırmalarımız, “casino”larından Horhor Çeşmesi gibi kayıt dışı para akan, yıllık kazancının 1 milyar doları aştığı iddia edilen Topal’ın, ölüm listesinden adını sildirebilmek için çok uğraştığını ve inanılmaz boyutta rüşvetler dağıttığını gösteriyordu.

Ancak bu çabaları sonuç vermemiş ve 28 Temmuz 1996 gecesi İstanbul-Yeniköy’deki evine giderken Kalaşnikof silahlarla çapraz ateşe alınarak katledilmişti...

★★★

Cinayetten yaklaşık 1 ay sonra İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yapılan bir ihbar üzerine Özel Harekat Dairesi’ne bağlı olarak görev yapan 3 özel harekat polisi ile “Arnavut Sami” lakaplı kumarhane patronu (merhum) Sami Hoştan ve “Aliço” lakaplı ortağı Ali Fevzi Bir gözaltına alındılar. Gözaltılar sadece bir gece sürdü ve zanlılar ertesi gün İçişleri Bakanı’nın emri üzerine İstanbul’a giden Özel Harekat Daire Başkan Vekili İbrahim Şahin tarafından Ankara’ya götürüldüler.

Zanlıların İbrahim Şahin’e teslim edilmesini isteyen, sonra da serbest bıraktıran İçişleri Bakanı Mehmet Ağar’dı...

Ağar “Bizim tosunlar böyle şeyler yapmaz” diyordu!..

★★★

3 Kasım 1996...

O akşam, İzmir yönünden aşırı hızla gelen 06 AC 600 plakalı bir Mercedes otomobil, saat 19.15’te, Susurluk yakınlarındaki benzin istasyonundan çıkan bir kamyonun altına girdi. Kazada aracı kullanan eski özel harekatçı, Polis Okulu Müdürü Hüseyin Kocadağ, Mehmet Özbay adlı kişi ile arkadaşı Gonca Us yaşamlarını yitirdiler. DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak ise yaralı olarak kurtuldu.

O gece bana ulaşan güvenilir bir haber kaynağıma göre; Mehmet Özbay kimliğini kullanan kişi, yıllardır polisce aranan Abdullah Çatlı’dan başkası değildi. Hemen bu iddiayı Haber Genel Yayın Yönetmeni olduğum Kanal-D televizyonunda altyazı olarak geçmeye başladık.

Çok geçmeden bu bilginin doğru olduğu netleşti ve olay, sıradan bir kaza olmaktan çıkıp büyük bir skandala, sonra da “Susurluk Çetesi” soruşturmasına dönüştü.

Kaza yapan aracın bagajında bulunan Uzi suikast silahlarıyla sahte Mehmet Özbay kimliği, dikkatlerin yeniden Mehmet Ağar’a çevrilmesine neden olmuştu. Çünkü sahte kimliğin ve silahların Mehmet Ağar’ın emriyle verildiği ortaya çıkmıştı.

Olaylar zinciri, uyuşturucu ve kumarhane kara parasının getirdiği gücün, siyasette mafyalaşmaya zemin hazırladığını, bunların giderek demokrasiyi ve hukuk devletini tehlikeye düşürecek oluşumlara dönüşebileceğini düşündürmeye başlamıştı.

★★★

Skandal büyüyünce Mehmet Ağar, bakanlık görevinden istifa etti.

Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş “Susurluk Raporu” hazırladı. Dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz bu raporu kamuoyuna ilk kez ARENA programında açıkladı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Meclis’te grubu bulunan siyasi parti liderleriyle “Susurluk Zirvesi” yaptı. Demirel zirvede; MİT’in hazırladığı “Devlet İçin Tehdit Oluşturan Örgütler ve Yapılanmalar”ın anlatıldığı bir raporu okudu.

MİT raporunda Fetullah Gülen ve cemaati de ilk kez “devlet için tehdit oluşturan örgütler” arasında yer aldı.

Ayrıca TBMM’de “Susurluk Araştırma Komisyonu” kuruldu.

★★★

Devlet Güvenlik Mahkemesi Özel Harekat Dairesi Başkan Vekili İbrahim Şahin ile eski MİT görevlisi Korkut Eken’i “cürüm işlemek amacıyla çete oluşturmak” suçundan altışar yıl hapisle cezalandırdı. Çetede yer alan 6 özel harekatçı polisle Sedat Bucak’ın şoförü Abdülgani Kızılkaya ve kumarhane patronu Sami Hoştan’a da dörder yıl ceza verildi.

★★★

Mehmet Ağar ise dokunulmazlık zırhı kalktıktan sonra, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başlandı ve “cürüm işlemek amacıyla çete oluşturmak” suçundan 5 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Yasaya göre bu sürenin 2 yılını cezaevinde geçirmesi gerekiyordu. Bu nedenle kendisine Aydın Yenipazar Cezaevi’nde özel bir bölüm hazırlandı. Sedat Peker’in jakuzili olduğunu öne sürdüğü bu cezaevinde bir yıl kalan Ağar, o dönemde çıkarılan infaz paketi kapsamında tahliye edildi.

Susurluk Çetesi’ni yönetmekten hüküm giyen, 18 faili meçhul cinayet suçlamasından ise “Susurluk Çetesi” ile birlikte yargılanıp beraat eden Mehmet Ağar, şimdilerde, daha önce Azeri Armatör Mübariz Mansimov’a (Gurbanoğlu) ait olan ve “çökme” ile ondan alındığı iddia edilen Bodrum Yalıkavak Marina’nın Yönetim Kurulu Başkanlığını yapan bir işadamı!..

★★★

(Bu satırların yazarı ise toplumun gerçekleri öğrenme hakkına hizmet ederken yaptığı yolsuzluk haberleri nedeniyle “muktedir güç” tarafından öldürülmek için Susurluk Çetesi’ne havale edildiğini, ancak onların “Uğur Dündar vatanını, milletini seven biri, bizim onunla bir hesabımız olamaz” denilerek bu talebin yerine getirilmediğini, konuyla ilgili araştırmaları sırasında öğrenecekti.)

★★★

Değerli okurlarım,

Toplumu, özellikle de genç kuşakları hedef alan esrar, eroin, kokain ahtapotunun kollarına 2000’li yılların başlarından itibaren yeni bir kol eklendi: Sentetik uyuşturucular, ya da zehirler...

Bu korkunç zehirle mücadele etmek ötekilere oranla daha zordu. Çünkü diğer uyuşturuculardan çok daha kolay üretilebiliyor ve daha ucuza satılıyordu. Örneğin çok katlı bir apartmanın herhangi bir dairesinde sentetik zehir üretimi yapılsa bile, diğer kat maliklerinin haberi olmayabiliyordu. Zira koku yaymadığı gibi, geniş bir ekipmana da ihtiyaç göstermiyordu.

Sentetik zehir tehlikesinin vardığı ürkütücü boyutu gözler önüne sermek için bir örnek vereyim:

Bir aile, lise öğrencisi olan sentetik zehir bağımlısı çocuklarını tedaviye getirmiş. Hekim, başlangıçta çok çekingen ve ürkek duran hastasını rahatlatınca, öğrenci cebinden bir paket çıkarmış ve “Hocam müsaade ederseniz şu haplardan bir tane alayım da daha rahat konuşalım!” demiş.
Donup kaldığını söyleyen uzman “Bunca yıldır bu işi yapıyorum, böylesine ilk kez rastladım” diyor.

Madde bağımlısı kız çocuklarının durumlarının ise daha trajik olduğunu, çoğunun küçük yaşlarda tecavüze uğradığını ve ailelerin kızlarını tedavi ettirmek yerine, çevreye karşı durumu gizlemeyi yeğlediklerini söylüyor.

Genellikle sokaklara düştüklerini ve gencecik yaşlarda hayata veda ettiklerini anlatıyor...

★★★

“İranlı Zindaşti” adını duymuşsunuzdur.

Duymayanlara da ben anlatayım:

Uyuşturucu baronu olduğu öne sürülen Naci Şerifi Zindaşti, “adam öldürmek”, “cinayete azmettirmek” ve firari Ergenekon Savcısı Zekeriya Öz’e gizli tanıklık yapacak kadar “FETÖ ile iltisaklı bulunmak” suçlamalarıyla tutuklanmıştı.

Ancak bir gece yarısı operasyonuyla yakalanıp tutuklanan Zindaşti, altı ay sonra, yine bir gece yarısı operasyonunda, hakim kararıyla serbest bırakılmıştı! Savcılığın tahliyeye itirazı üzerine yeniden tutuklama kararı verilmiş, ancak Zincani, cezaevinden çıkar çıkmaz sırra kadem basmıştı!..

★★★

Olayın kamuoyuna yansımasından bir süre sonra ortaya vahim bir iddia atıldı. AKP kurucularından, eski milletvekili, Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı, Anayasa Profesörü Burhan Kuzu’nun, Zindaşti’nin tahliye edilmesi için gayret sergilediği öne sürüldü. Hatta Zindaşti ile kendisini aynı karede gösteren çeşitli fotoğrafları yayımlandı.

Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) müfettişlerinin soruşturmasında, ifadelerine başvurulan tüm hakim ve savcılar, Zindaşti’nin tahliyesi sürecinde Burhan Kuzu’nun baskısına maruz kaldıklarını, hatta kendilerinin Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan sabit telefonla ve “Başdanışman” sıfatıyla arandıklarını iddia etmişler!

Özetle Zindaşti dosyasına el süren hakim ve savcılar, karşılarında yakında koronadan vefat eden Burhan Kuzu’yu bulmuşlar!..

★★★

Son günlerde gündemden düşmeyen kokain kaçakçılığı konusuna gelirsek:

Dürüstlüğüne yakından tanık olduğum değerli narkotik uzmanı, emekli Polis Müdürü dostum Bülent Kılıçtepe, geçen yıl sosyal medya hesabından şöyle bir paylaşım yaptı:

“10 bin kilometre uzaklıktaki Güney Amerika ülkesi Venezuella’dan Türkiye’ye ihraç edilecek ürünler arasında peynir de varmış! Araştırdım. 2016 yılı dünya peynir üretimi sıralamaması şöyle:

Yılda 5 milyon 500 bin tonla ABD başı çekiyor. Onu  Almanya, Fransa, İtalya, Hollanda izliyor. Türkiye 8. sırada. Venezuella ise ilk 10’da yok!..

Petrol alsak anlarım. Çünkü orada bol ve ucuz.

Gelecek peynirin miktarı 1.500 ton. Yani Türkiye’nin üretimi karşısında devede kulak kaldığı gibi, ithal edilecek miktar halkımızın dişinin kovuğuna yetmez.

Ayrıca 1 milyon 500 kilo peynir nasıl gelecek?.. İkişer kiloluk kapalı kutular halinde gelse 750 bin kutu yapar. Kutularda değil, şeffaf cam muhafazaların içinde getirilse bile gümrükte kontrolü çok zor. Allah gümrükçülere kolaylık versin.

Diğer bir korkum ise, bizim coğrafyanın “tozcu”larının (eroincilerinin) Güney Amerika’nın “kokçu”larıyla sıkı bir ortaklığa girip “Yarim İstanbul”u mesken mi tuttun” şarkısını beraberce söylemeleri!.. Böylece mal mübadele sistemini geliştirip illegal işlerini büyüterek kara para trafiğini de çoğaltmaları!..”

Deneyimli polis şefi daha ne desin?..

Uyuşturucu kaçakçıları ve kara paralarıyla mücadelenin yetersiz kalması halinde toplumu bekleyen büyük tehlikelerden biri, geçmişte Panama Devlet Başkanı Noriega örneğinde de görüldüğü gibi, siyasetin mafyalaşmasıdır.

★★★

Uyuşturucu kaçakçıları zehir satar, karşılığında can alırlar!

Masum çocuklarımızın, gençlerimizin canlarını...

O katillerin ve suç ortaklarının adları, insanlık tarihine kanlı harflerle yazılır, lanetle anılırlar.