İnsaninsan olmayı” unutursa, sûretlere, biçimlere, mekânlara ram olur. Bedenini de ruhunu da “şeylere” teslim eder; daha açık ifadeyle giydiği elbisenin, bulunmak istediği mekânın, kullandığı eşyanın değeriyle (!) kendisine değer biçer. Dindarlığı cübbede, örtüde, sakalda, yapılan ibadetlerin sayısında; seçkinliği ise markada, takıda, ihtişamda, pahalı mekanlarda, lüks tüketimde arar. Bilginin, asaletin ve görgünün ortaya koyduğu rafine zevklerin yerini özenti, taklit, çokluk, büyüklük, şaşaa, debdebe alır.

Statünüzü yükseltiyoruz hissini veren markalar, reklamlar, yönlendirmeler “Neye ihtiyacım var, gerçekten ihtiyacım var mı ya da böyle bir tercihi neden yapıyorum” sorusunu ortadan kaldırmıştır. İsrafın adı “Kendini şımart” olmuş, böylece narsist (benmerkezci), mutlu olamayan, tatminsiz kişilerin sayısı her geçen gün artmıştır.

Savurganlık o raddededir ki, toplumlar, sosyolog Jean Baudrillard’ın ifadesiyle “çöp sepeti uygarlığıdır.” Öyle ki, her alışveriş bir sonrakini tetikler ve “Onun yanında bu olur, bunu şu tamamlar” iştiyakı, gösteriş şehvetine dönüşüverir. Buna Diderot etkisi deniliyor. Adını Aydınlanma çağının en önemli düşünürlerinden biri olan Fransız filozof Denis Diderot’tan alır. Önce öyküyü hatırlayalım:

TÜKETEREK TÜKENEN İNSANLIK

Denis Diderot (1703-1784) büyük bir borç bataklığına düşer. Perişandır. Onun bu halinden haberdar olan Rus İmparatoriçesi Büyük Katerina, Diderot’a, nazik bir teklifte bulunur ve kütüphanesini satın alır. Daha sonra kendisine iade eder. Katerina bununla da kalmaz, Diderot’a 25 yıllık maaşını peşin olarak öder ve onu kütüphanecisi olarak işe alır.

Diderot’un eline büyük miktarda para geçmiştir. Bütün borçlarını öder. Ve nihayet uzun zamandır gönlünden geçirdiği kırmızı renginde pahalı bir sabahlık satın alır. Sabahlık o kadar şık ve o kadar görkemlidir ki, evdeki eşyalarının hiçbirinin sabahlığıyla uyum içinde olmadığını fark eder. Bunun üzerine eşyalarını yenileriyle değiştirmeye başlar. Her değiştirme bir diğerini beraberinde getirir. Sonunda bütün eşya yenilenmiştir yenilenmesine ama kendisini yine borçlu duruma düşmüş olarak bulur. Geldiği duruma bakıp, şöyle der:

“Eski sabahlığımın mutlak efendisiydim fakat yenisinin kölesi oldum.”

İşte bu tüketim sarmalıdır Diderot etkisi. Hiç de ihtiyaç olmayan şeyleri satın alma duygusu. Ya da aynı işlevi görmesine rağmen daha gösterişli olana meyletme arzusu.

Amerikalı ekonomist ve sosyolog T.B. Veblen gösterişçi tüketim amacının saygınlık elde etme çabası olduğunu söyler. Gereksiz şeylere harcama yapabilecek kapasiteniz varsa toplumun gözünde bu sizin maddi açıdan güçlü olduğunuzun göstergesidir. Maddi mukayese topluma öylesine sirayet etmiştir ki, entelektüel, estetik ve hatta ahlaki mukayeselerin dahi özü, maddi mukayeselere dayandırılmıştır. Bu durum temelde özgüvensizliğin dışa vurumudur. Saygınlık maddiyata, maddiyat ise müsrifliğe bağlanmıştır.

ÖLÇÜYÜ UNUTMANIN ADI GÖSTERİŞ

İsmet Özel’in deyimiyle “Dilce susup, bedence konuşulan” günümüzde, saygınlık fikirlerin değil ölçülebilir unsurlarındır. Başta sosyal medya olmak üzere birçok uyarıcı, insanların davranış ve tüketim kalıplarının tek belirleyicisi haline gelmiştir. Çağımızda, ihtiyaca binaen ürün üretme dönemi bitmiş, önce ürün üretip sonra ihtiyaç yaratma dönemi başlamıştır. “Akım” adı altında birbirlerinin videolarını, şakalarını, davranış kalıplarını, kelimelerini kopyalayan gençler en nihayetinde birbirlerinin tüketimlerini de kopyalamaktadırlar. “Fenomen” adıyla gençlerimize çocukluk çağından itibaren sunulan bazı kimseler, iş birliği yaptığı firmaların kendilerine tahsis ettiği mal ve hizmetleri bu vasıtayla kendilerini takip edenleri imrendirerek, onları kendi hayatlarından mustarip kılacak hale getirmektedirler. Aynı zamanda fenomenlik mesleğinden ne denli zenginlik yani saygınlık(!) elde ettiklerini de topluma abartılı bir şekilde sunmaktadırlar. Gelinen noktada toplumda büyük fikirler, yararlı icatlar üretme, hastalıklara çare bulma gibi ülkülerin yerini şatafatlı ürünler tüketme kapasitesinin artırılması almıştır.

İlişkilerdeki yoksulluk ile tüketimdeki çılgınlık doğru orantılı olarak büyüdükçe büyüyor. Gelir dağılımındaki orantısızlık da öyle. Açgözlülüğü, doymazlığı, bencilliği, şımarıklığı, israfı şiar edinmiş insanın insan olabilmesi için önce “insanlık devrine” girmesi lazım. “Peki, insanlık devri nasıl oluşturulacak?” esas tartışılması gereken konu bu... Lakin bizim camia, bin yıl önce yazılmış fıkıh kitaplarını nakletmekten ve tartışmaktan bugüne gelemiyor. Son söz Kur’an’ın olsun: “Saçıp savuranlar, şeytanların kardeşleridir.” İsrâ/27