Yeni yılın ilk yazısında ne anlatıyor bu adam demeyin! Yorgun kalktınız, kahvenizi içtiniz ve günün, aynı bir önceki günden kalanlarla devam ettiğini bir kez daha gördünüz. Kızmayın ve şaşırmayın... Devam edecek! Eğer siz müdahale etmezseniz devam edecek. Nasıl mı?

Örneğin... Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı Prof. Dr. Göksel Aşan’ın şu cümlelerini okuyalım: “... Kurun 20-30 liralara gideceğini öngörerek elbette bir model ortaya çıkmaz. Kurdaki hareket öngörülebilir değildi, yine de daha iyi yönetilebilirdi. Kur kendini buraya atmadan önce daha erken müdahale edilebilirdi. Orada geç kalmışlık var mı, elbette olabilir. Devlet tarafında bundan daha hızlı davranmak mümkün değil. Devlet kontrolü fazla bir mekanizma... 30 Aralık 2021/Bloomberg HT)

Bu soruyu ısrarla sorun: Küçük dünyasında 50 bin lirasını pazartesi sabahı dolara yatıran, salı sabahı o parasının yarısını kaybedenler sormalı... Kura neden erken müdahale edilmedi? Büyük balığın küçük balığı yutması neden beklendi?

Şirketleri, aileleri borçlandıran sistem


Bu sorulara yanıt ararken son okuduğum “Postmodern Siyaset/İlhan Ürkmez” kitabındaki şu alıntı dikkatimi çekti:

“... Her dönemde yönetici sınıfın fikirleri, hakim fikirlerdir. Yani, toplumun maddi gücüne hükmeden sınıf, aynı zamanda hakim entelektüel güçtür. Maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıf, aynı zamanda zihinsel üretim araçları üzerinde de denetimi elinde tutar. Zihinsel üretim araçlarından yoksul olanların fikirleri, bu araçlara sahip olanlarınkine tabidir...” (Karl Marx ve Friedrich Engels/Alman İdeolojisi, Sayfa 64)”

Demek ki... Bu soruları sormak ve hayata müdahale etmek için “maddi üretim araçlarını ele geçirmek” gerekiyor. Çünkü... O zaman zihinsel anlamda özgürleşeceğiz.

Örneğin... Bugün iktidarın ısrarla anlatmaya çalıştığı ‘yeni ekonomik modelin’ neden serbest piyasa ekonomisi vurgusu yaptığını masaya yatırmamız gerekiyor! Çünkü... Şirketleri, aileleri ve bireyleri borçlandırarak nefes alan bu sistemden vazgeçemeyen bir iktidar var. Para dolaşımını kontrol ederek insanları yöneten çizgi: “... Çünkü borçlanan insan sisteme yani pazara bağlanır. Bir şeyleri değiştirme yeteneği elinden alınır, yönetilmesi kolaylaşır. Neoliberalizm, devletlerin büyük şirketler gibi yönetilmesini savunur, finansal kapitalizmi kutsar ve olmayan soyut paradan para kazanmayı amaçlar. Bunu gerçekleştirmek için de insanları ve şirketleri her geçen gün daha da borçlandırarak pazara bağlar. (Postmodern Siyaset/Sayfa 48)”

Notlarıma bakıyorum... CHP TBMM grubunun ekonomi raporuna göre Hazine’nin borç stoku geçen yılın sonuna göre yüzde 49.4 oranında büyüdü. Borcun üçte ikisi döviz cinsinden. İç ve dış net borçlanmanın 125 milyar lira olduğu 2021 yılının ilk 11 aylık döneminde Hazine’nin iç ve dış borçlarının toplamı 895 milyar lira artarak 2 trilyon 708 milyar liraya kadar tırmandığına dikkat çekildi. Stokun sadece 920 milyar liralık kısmı TL cinsinden alınmış borçlardan oluşurken döviz cinsinden borçlar ise 1 trilyon 787 milyar lirayı (140.9 milyar dolar) buluyor. Hazine’nin bu borcunun 1 trilyon 316 milyar lirası iç borçlardan, 1 trilyon 391 milyar lirası da (109.7 milyar dolar) dış borçlardan kaynaklanıyor. Ocak-Kasım 2021 döneminde iç borçlar 256 milyar lira, dış borçlar ise 639 milyar lira arttı.

Peki ya ailelerin yani hanenin borcu?

20 Aralık’ta kimler kazandı?


Vatandaşların bankalara ve finansman şirketlerine olan borcu toplam 872 milyar lira. Bu borcun 718.6 milyar lirasını tüketici (konut, otomobil dahil) kredileri, 153.5 milyar lirası da kredi kartları oluşturuyor. Vatandaşın bankalara olan borcu 872 milyar lira.

Peki ya çiftçiler?

Çiftçilerin kamu ve özel bankalara kredi borçları toplamı 140 milyar lira. Banka borçlarının yanında çiftçilerin Tarım Kredi Kooperatifine olan borcu ise 9 milyar liraya ulaştı. Çiftçilerin borçlarının üçte ikisini kamu bankalarına olan borçlar oluşturdu.

Cumhurbaşkanlığı Finans Ofisi Başkanı Prof. Dr. Göksel Aşan’ın cümlelerini bir kez daha okuyalım: “... Kurun 20-30 liralara gideceğini öngörerek elbette bir model ortaya çıkmaz. Kurdaki hareket öngörülebilir değildi, yine de daha iyi yönetilebilirdi. Kur kendini buraya atmadan önce daha erken müdahale edilebilirdi...”

O zaman soru şu: Erdoğan 20 Aralık’ta konuşmaya başlamadan önce 18’lerden dolarını bozduranlar alırken de satarken de kazandı! Devlet, 22 Eylül’den 20 Aralık’a kadar geçen sürede kimlerin ne kadar kazandığını bulamaz mı? Bulur hem de hemen bulur! Bugün “Bana değil devlete/Hazine’ye güven” diyen iktidarın ilk yapması gereken de bu değil mi?