17 Nisan 1940 tarihe “Köy Enstitüleri’nin kurulduğu yıl” olarak geçer. Yarın Köy Enstitüleri’nin kuruluşunun 82. yıldönümü.

Bir ülke düşünün ki nüfusunun yüzde 85’i köylerde yaşıyor. Ancak köylerdeki okullaşma oranı yok denecek kadar az.

Ulu önder Atatürk “köylü milletin efendisidir” dese de bazı bölgelerde köylüler, feodal beylerin, köy ağalarının boyunduruğu altında “maraba” hayatı yaşıyor.

Genç Cumhuriyet bu işin ilacının “eğitim seferberliği” olduğunun farkında.  Bu aynı zamanda Atatürk’ün de vasiyetidir.

Köy Enstitüleri fikri “Çocuklar okula ulaşamıyorsa, okullar çocuklara ulaşmalıdır” düşüncesiyle ortaya atılıyor. Bir yasa tasarısı hazırlanıyor ama tasarı TBMM’de görüşülürken, tuhaf bir direnişle karşılaşıyor.

Özellikle köy ağası vekiller, böyle bir düzenlemeye karşı tavır alıyor. Fikrin babası sayılan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, “Ne zararları olabilir” diye sorduğunda, ağalığın gücüyle seçilmiş bir milletvekili arkadan sesleniyor:

“Ben üçü beşi bilmem, bindiğim eşek benden akıllı olmayacak. Olursa düşünür, okuyan köylü zapt olmaz.”

Bu korkunç bakış açısı o dönemde çok yaygındır. Sadece ağalar, feodal beyler değil, devleti kendi malı gibi gören kentli zenginler de köylülere benzer şekilde bakıyor.

Hasan Ali Yücel kararlıdır. Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç bütün planlarını, yol haritasını hazırlamıştır.

TBMM’deki görüşmelerde bir milletvekili sorar:

“Neden Köy Enstitüsü diyorsunuz”

Hasan Ali Yücel şu yanıtı verir:

“Biz köy enstitüsünü sadece içerisinde kurumsal eğitim yapılan bir kurum olarak almadık. İçerisinde tarım sanatları, demircilik, basit marangozluk gibi uygulamalı faaliyetler de bulunduğu için okul adıyla anmadık, enstitü diye isimlendirmeyi uygun gördük.”

Fikrin mimarı ve uygulayıcısı İsmail Hakkı Tonguç da “neden köy enstitüsü” sorusuna kendi kişisel hikayesinden de yola çıkarak şu yanıtı verir:

“Çocukluğumda okumak için çok sıkıntı ve acı çekmiş birisi olarak köy enstitüleri işine bütün gücümle sarıldım. Köylü çocuklarını öğrenim olanağına kavuşturma fırsatı elime geçmişti. bu çocukluğumdan beri düşüncelerim, benliğimi saran bir tutku idi.”

Daha sonra halk arasında “Tonguç Baba” ismini alan İsmail Hakkı Tonguç’un bu tutkusu ve Hasan Ali Yücel’in kararlılığı sayesinde yasa TBMM’de kabul edilir.

Tam anlamıyla bir eğitim seferberliği başlamıştır. Köylü çocuklar, Anadolu’ya yayılmış köy enstitülerine girebilmek için birbirleriyle yarışır.

Cilavuz Köy Enstitüsü mezunu olan Ümit Kaftancıoğlu’nun, Dönemeç adlı eserinde anlattığı Ardahan - Cilavuz (bugünkü ismi Susuz) yolculuğu köy çocuklarının bu enstitülere ilgisini bütün çıplaklığıyla anlatır. Kaftancıoğlu ve arkadaşları 60 kilometrelik yolu bütün güçlüklerine rağmen yürüyerek tamamlar ve enstitülü olmayı başarır.

Enstitüye adım atan bütün çocuklar, geleceklerine de bir kapı aralamış olur.

Hasanoğlan Köy Enstitü’sünün öğretmenlerinden Yaşar Kemal’e kulak verelim:

“20. yüzyılda Türklerin yarattığı ve insanlığa armağan ettiği en büyük iş köy enstitüleridir. Ezberci eğitim köleleştirme eğitimidir. Baba Tonguç bir şey biliyordu, insanların en büyük haklarından biri, birincisi okuma hakkıdır. Karanlıklardan kurtulma hakkıdır. Bunun için çarpıştı.”

Enstitü fikrine karşı çıkan, “Eşeğimin benden akıllı olmasını istemem” diyen ağaların korktuğu olmuştu. Köy Enstitüleri açık kaldığı süre içinde, binlerce genç öğretmen, birçok konuda köylüyü aydınlatabilecek bir donanımla Anadolu’ya yayılmış, Anadolu köylüsünün çehresini değiştirmişti.

Bu arada kız çocukları da Köy Enstitüleri’ne gitmeye başlamış, kadın-erkek eşitliğinin ilk somut uygulamaları karma eğitim yapılan bu okullarda gözlenmeye başlanmıştı.

Tarım, marangozluk, demircilik gibi meslekler enstitülü öğretmenler sayesinde Anadolu’da artmaya başlamıştı. Mandolin seslerinin yükseldiği o okullar sayesinde kültür ve sanat faaliyetleri de artmıştı.

Köy çocukları Yaşar Kemal’in deyişiyle karanlıktan kurtulma hakkını kullanmaya başlamıştı.

İnce Memet’ler çoğaldıkça ağaların iktidarı sarsılmıştı. Kız çocukları başlık parasıyla küçük yaşta evlendirilmeye karşı çıkmaya, öğretmen olma hayalleri kurmaya başlamıştı.

Bu güzel gelişmeler, birilerinin iktidarını sarsıyordu.

Haliyle her güzel proje gibi Köy Enstitüleri projeleri de hedef olmaya başladı.

Önce karma eğitim üzerinden korkunç hikayeler üretildi. “Kız çocukları tuvaletlerde çocuk düşürüyor” yalanına sarıldı bazıları. Bu da yetmedi, “Enstitüler komünist yetiştiriyor” propagandası yapıldı.

1950’de karma eğitim kaldırıldı. Demokrat Parti enstitülere savaş açmıştı. 1952’de “köy” ve “enstitü” sözcükleri kaldırıldı ve ilköğretim okuluna dönüştürüldüler. 1954’te de bir yasa çıkarılarak tamamen kapatıldılar.

Türkiye, köy enstitüleri fırsatını yok ederek büyük bir atılım yapma fırsatını da kaçırdı. Bugünlerde bunun acısını daha çok hissediyoruz.